A24’ün Toronto 2021’de dünya prömiyerini yapan “The Humans”ını dijital gösteriminde izledim. Stephen Karam, kendi oyununun uyarlamasında New York’un kanalizasyonlarına itilen aile sırlarını eşeliyor. Melankolik, karanlık ve alternatif bir Şükran Günü tasviri sunuyor. “The Humans”, 2021’in “The Father”ı olmaya oynuyor.
FİLMİN NOTU: 5
HOUDYSHELL HARİCİNDE BÜTÜN KADRO DEĞİŞMİŞ
20 senelik tiyatro yazarı Stephen Karam, 2016 tarihli Tony zaferine ulaşan Broadway oyunu ‘The Humans’da sadece senaristliği üstlenmişti. Yönetmenlik koltuğuna ise deneyimli Joe Mantello yerleşmişti.
Orada Reed Birney ile Jayne Houdyshell de oyuncu kategorilerinde Tony Ödülü’ne ulaşmıştı. Burada bunlardan sadece ikincisini kadroda ve kendi rolünde tutulmuş. Diğer oyuncuların yerine ise Richard Jenkins, Beanie Feldstein, Amy Schumer, Steven Yeun, June Squibb gibi yeni isimler geliyor.
LÜBNAN ASILLI KARAM’DAN ÖZYAŞAMSAL ÖĞELER
Karam, 2017’de kendi oyunu ‘Speech & Debate’in, 2018’de ise Çehov uyarlaması “The Seagull”ın sinema senaryosuna imza atsa da yönetmenliğe geçiş yapmamıştı. Bu kez kamera arkasına kendi geçmeyi tercih etmiş. Bu ‘ilk olma hali’ filme belli oranda yansıyor.
Senarist-yönetmenin ailesi Lübnan asıllı olduğu için eserlerine göçmenlik ruhu genelde yansıyor. 2011’de sahnelenen Off-Broadway komedi oyunu ‘Sons of the Prophet’ ABD’de yaşayan Lübnanlı bir ailenin 11 Eylül sonrasında yaşadıklarını ele almıştı.
Orada da yönetmenin büyüdüğü Pensilvanya’dan New York’a göç etmenin genel bir yer ve kültür değiştirme olgusu olarak yansımıştı. Burada ise yine İkiz Kuleler’in yıkımını yaşamış New York insanının melankolik durumu gözler önüne seriliyor. Filmin finalinde kanalizasyonun boruları altında kalmış bir ailenin karanlığı etkileyici hale geliyor.
CRAWLEY İNCE İŞÇİLİĞE GİRİNCE ADETA GÖZ KAMAŞTIRIYOR
İngiliz görüntü yönetmeni Lol Crawley’nin Duane Hopkins’in Bergamesk “Better Things”inden (2008) başlayıp Corbet’in “Bir Liderin Çocukluğu” (“The Childhood of a Leader”, 2015) ve “Vox Lux” (2018) ile özgün pelikül dokusu kazanan vizyonu buraya da yansıyor. Kontrolü ele aldığında çok yakın planlarla, teleobjektifle farkını hissettiriyor. İnce işçiliğiyle göz kamaştırıyor.
Atmosfer yaratmanın ötesinde bir katkı var burada. Onun dokunuşu adeta modern New York evinin altyapısından dehlizlere sürüklendiğini açık etmeye de yarıyor. Bir şekilde de yeni yapılaşmanın uçuruma sürüklenmesini adlandırılıyor bu sayede. Dairenin uzay üssü olarak tasarlanmasına alan açıyor.
MELANKOLİK BİR ANTİ-ŞÜKRAN GÜNÜ TABLOSU
Bu durum da adeta bir korku filmine doğru yolculuğu ‘Şükran Günü’nden devam ettiriyor. Özellikle Jenkins ve Schumer bu halet-i ruhiyeyi canlandırmaya müthiş bir sahicilik katmışlar. “The Humans”da Chinatown’daki yeni tutulan evin, taşınma ve ekonomik çapsızlık üzerinden bir yorumla canlandırıldığı görülüyor.
ABD’nin farklı eyaletleri arasında yer değiştirirken yaşanan detaylar gözler önüne seriliyor. Pensilvanya’dan gelen aile bireylerinin sıkışmışlığına da tanıklık edebiliyoruz rahatlıkla. Bu durum karşısında bildiğimiz kutsal gün tanımı alışık olduğumuzun çok ötesinde, aşırı korku-gerilim tadında veriliyor.
İLK 30 DAKİKADA TEATRAL BİR GİRİŞ VAR
Aslında Karam’ın eserinin ilk 30-40 dakikasında Jenkins ve Yeun üzerinden bir baba-oğul ilişkisi klişesi var. Teatral bir tek mekan dramı gibi start aldığı çok açık. Ama Crawley devreye girdiğinde çarpıtılmış objektifler ve çerçevelerle ailenin bütün kanayan yaraları adeta dışarı çıkıyor.
Çehov’dan Blumhouse korkusuna transferle, o kadar iddialı olmasa da bir “A Ghost Story” (2017) misali yapı devreye giriyor. Ama buradaki kanalizasyon 2002’deki 11 Eylül antolojik filminde Sean Penn’in kısası ile Jim Mickle’ın kült fare istilası filmi “Mulberry Sokağı” (“Mulberry St.”, 2006) arasında gidip gelebiliyor sanki. Indie rock bestecisi Nico Muhly de bu gerilime etkili bir katkıda bulunuyor. Onun tek bir tınısı, bir keman dokunuşu bile iz bırakmak için yeterli olabiliyor.
İŞLEVSİZ AİLE KANALİZASYONA SÜRÜKLENİRKEN ‘BUZ FIRTINASI’ TADI VEREBİLİYOR
Adeta işlevsiz bir ailenin kanalizasyona sürüklenmesine tanıklık etme olanağı buluyoruz. Bunun yeni yapılar arasından fışkırması da aslında manidar bir çarpık kentleşme eleştirisi getiriyor. Bulunulan ortamın bir modern sanat ürünü gibi gözükürken kendini kontrolden çıkmış, yok olmuş bulması aile yapısının tezahürüne de denk gelebiliyor.
“Alice’s Restaurant” (1970), “Hannah and Her Sisters” (1986), “Annemler Yemeğe Geliyor” (“Pieces of April”, 2003), “Tutsak” (“Prisoners”, 2013) gibi Şükran Günü yemeği odaklı filmler izledik. Penn’den Lee’ye kadar bu alanda sayısız üretim yapıldı. Ama film “Annemler Yemeğe Geliyor” veya “August: Osage County” (“Aile Sırları”, 2013) gibi sıradan başlasa da o yöne kaymıyor. Aksine Ang Lee’nin işlevsiz aile gerilimi “Buz Fırtınası” (“The Ice Storm”, 1997) deliğinde keyif almayı tercih ediyor.
POLANSKI VE CRAVEN YOLU CESUR DURUYOR
Crawley’nin karanlığı çok iyi kullanan sinematografisi baştan itibaren bir çeşit uzay üssü gibi tasarlanan dairenin yapısal bozulumuna yakışıyor. Orada Polanski kıvrımlarına, bir “Kiracı” (“Le Locataire”, 1976) üzerinden ‘gotik kabus’ olarak sapan yapıt çarpıklığı ve dengesizliği anlamlandırabiliyor. O noktada da sanki Wes Craven’ın ev istilası ve zombi motiflerini tersyüz eden cinliği “Merdiven Atındakiler”ine (“The People Under The Stairs”,1991) de uğramaktan keyif alıyor sanki!
Ucuz kanalizasyona sürüklenen modern bina gerçekten de finalde sürüklenerek her şeyi sinemasal noktalıyor. Ama “The Humans”ın manidar adı çerçevesinde de ilk 30-40 dakikayı daha iyi planlaması gerekirmiş. O aşamadan korku-gerilime dair yorumlar daha çarpıcı olabilirmiş!
Aksi takdirde film özellikle Greta Gerwig’in kurgucusu, Corbet’in görüntü yönetmenine Oscar’lı yapım tasarımcısı (David Gropman) ve kostüm tasarımcısı (Ann Roth) ekleyerek bir incelik barındırıyor. Bu durumu da üzerine alt metinler açacak bir şekilde yorumlatıyor.