Netflix’in dizisi ‘Uysallar’ın 26 Mart’ta Atlas’ta yapılan IKSV özel gösterimindeydim. Onur Saylak, ‘Şahsiyet’ten sonra bir kez daha sanal yerli diziler arasında kalitesini hissettirip zirveye oynayan bir çalışmayla çıkageliyor! Platformda 30 Mart’ta sekiz bölümüyle başlayan eser, punk olmak ya da olmamak üzerine kendiyle de alay edebilen leziz bir yeni Türkiye alegorisi. Serbest bir vezin denemesi. Postmodern bir duvar yazısı estetiği arayışı. İşlevsiz aileyi sanrıya dönüştüren saykodelik bir üst-orta sınıf vizyonu.
DİZİNİN NOTU: 6.7
‘ALEX’, ‘RENTON’ & ‘ARTHUR STUART’LA AKRABA BİR KARAKTER
‘Uysallar’ Feza Çaldıran’ın kaydırmalı üst açısı ile açılıyor. İstanbul’daki çarpık kentleşmeye dair bir sorgulamayı yapıp yapmayacağına dair bir eylem planı hazırlıyor. Oradan ise aslında üst-orta sınıf Uysallar ailesinin bireyi Oktay’ın gözünden akan bir ‘çifte hayat’ yaşanıyor. Bu sayede ‘maskeler’ üzerinden canlanan bir kimlik sorgulamasına odaklanıyoruz. Gündüz ile gece yaşamı arasında gidip gelme bambaşka katmanlara açılıyor.
Bu durum Bram Stoker’in Dracula’sına da, “Otomatik Portakal”ın (“A Clockwork Orange”, 1971) Alex’ine de, “Trainspotting”in (1996) Renton’ına da, “Velvet Goldmine”ın (1998) Arthur’una da, “Dövüş Kulübü’nün (“Fight Club”, 1999) Tyler Durden’ını da akla getiren bir şekilde sunuluyor. Ama her şeyden önce Onur Saylak-Hakan Günday ikilisinin ötekilerin karanlık dehlizlerindeki mücadelesi devam ediyor.
GÖRSEL DENEYLER SARHOŞ EDİCİ
‘Şahsiyet’te ciddi bir Argento etkisi vardı. Burada ise İspanyol kült yönetmen Alex De La Iglesia akla geliyor. Kameranın yerleştirilme şeklinde ise stilize ve acid bir duvar yazısı estetiği deneyi var. Bu, fazlasıyla kafa yapıyor! Gittikçe daha da kontrolden çıkıyor. Her şey Ali Aga’nın dinamik kurgusuyla olabilecek en saykodelik noktaya ulaşılıp sonlanıyor.
Uyuşturucu ile temas kuran birçok yönetmenin filmini gördük, onlara yaratıcılık enjekte edilmiş. Ama burada deney üzerine deney Aronofsky’nin “Bir Rüya İçin Ağıt”ını (“Requiem for a Dream”, 2000) da zorlayabiliyor zaman zaman. Yeraltı kültürünü anlatmanın capcanlı hali dikkat çekici. Günday’ın öylesi bir etkiyi canlandırdığı görülüyor.
KAFA YAPAN DİSTOPİK HALLER
Aslında burada bizim Yeni Türkiye’de gördüğümüz klasik ‘distopik atmosfer’ kaygısı da var. “Abluka” (2015) , “Kaygı” (2017), “Hayaletler”le (2020) bu açıdan bir bağlantı kuruluyor. Sis geçen bir dünyanın yavaş yavaş her şeyin hayal olduğuna dair de eklektik bir denemeye kaydığına tanıklık ediyoruz aslında.
‘Uysallık’ konusunda ise büyük oranda ev hayatı ve bina satın alma önemli hale geliyor. Haluk Bilginer’in ise bu kez ‘Coppola’ usulü mafya babası kılığına giriyor. Berhudar fazlasıyla kendisiyle de alay ediyor! Onun Öner Erkan’la ilişkisi ise koşut kurguyla atik ve yaratıcı hamlelerle servis ediliyor. Leone izini devreye sokuyor.
PUNK OLMAK YA DA OLMAMAYA DAİR SERBEST BİR VEZİN
Aslında punk olmak ya da olmamak üzerine serbest bir vezin izliyoruz. Anlatı bazı bölümlerde distopik, bazı bölümlerde kara komik, bazı bölümlerde acid, bazı bölümlerde melankolik bir şekle sokuluyor. Ama gece hayatının fazlasıyla başka bir evren, bir vampirlik esası olarak faaliyet gösterdiği söylenebilir. Bu kan içme de Yeni Türkiye metaforuna dönüşüyor.
Oktay Uysal büyük oranda Kont Dracula’nın aristokrasi bireyinin arasından fışkıran bir postmodern punk yorumu olarak devreye sokuyor. Bu açıdan da aslında bu kültürle ilişkide Türkiye’de olmayacağına dair yorumlar yapılıyor. Artık kent burjuvazinin üst-orta sınıfa transferi gerçekleşiyor.
POSTMODERN DUVAR YAZISI İZİ BIRAKMA ÇABASI
Ama bunun ötesinde de her şeyin çarpık açılar, punk bir hissiyat ve kafa yapan çerçevelerle de finalde kontrolden çıkma hali nefes kesici. Sonrasını da doz olarak vermesini arzulatıyor. ‘Uysallar’, ülkemizde parti kültürüyle ilgili yarım yamalak filmlere (“Arada”, “Çekmeköy Underground”, “Bir Nefes Daha”) ders olarak geliyor. Gece hayatına dair yorumlarıyla da postmodern bir duvar yazısı izi bırakmak istiyor.
Sürekli bir kamerayla çekilerek ailenin punk olmanın teknolojik bir yansıması olarak canlanması bir yana Onur Ünlü’nün olgunluk dönemini başlatan “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi” (2011) peşine takılırsa altında kaldığı söylenebilir. Ama ondan bu yana da bizim sinemada gördüğümüz en vizyon sahibi dokunuş var burada. Duvar yazısı açısından Tolga Örnek’in postmodern ve ufuk açıcı radyo filmi “Kaybedenler Kulübü” (2011) ile akrabalık kuruluyor.
YENİ TÜRKİYE’NİN SAYKODELİK KAHRAMANI OLARAK OKTAY
Açılış sekansındaki duvar yazısının son bölümde Tornistan’da karikatür tiplemeleriyle noktalanması zekice. De La Iglesia izini daha da vurguluyor. Bu yaratıcılık baştan sonra uysallık sorgusunu gece ve aile hayatı üzerinden yorumluyor. Baba figüründe Uğur Yücel, hiçbir şekilde harikalar yaratan Öner Erkan ve Songül Öden’e destek veren güçlü bir karaktere dönüşemiyor. Onları zorlamıyor. Ama Oktay bir çeşit Yeni Türkiye kahramanına dönüşürken feyz alınacak kareler bırakıyor geriye!
“Kaybedenler Kulübü” ve “Celal Tan ile Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”ne kardeş olarak gelen bir yapıt izliyoruz usulca. Günümüz Türkiye’sinin alegorisini canlandırırken de ise an itibarıyla Netflix’in en iyi iki yerli dizisi unvanını paylaştığı ‘Bir Başkadır’la bağ kurma olanağı bulunuyor. Ama farklı formüllerden kendine özgü bir yaratımın peşine düşmek sanki buradaki punk olmak ya da olmamak üzerine serbest vezin denemesini daha da zevkle tüketilesi hale getiriyor.
X KUŞAĞININ ESKİ DÖNEM ÖZLEMİ
Onur Saylak-Hakan Günday ikilisi adeta 80’li 90’lı yılların parti yapma geleneğinin içerisinde nefes alıp verebilen bir punk ego-alter ego mücadelesi servis ediyor. O dönemlere ışınlanınca da aslında ait olduğu üst-orta sınıfı hayal olarak canlandırmak çok da yanlış durmuyor. “Otomatik Portakal” sonrası dönemde yapılması gereken bir boşluk bu sayede kapatılıyor.
‘Uysallık’ ile bunun yapılması değerli. Zira ancak böylesi çarpık ve eklektik bir yapıyla günümüzden o diyarlara aşılanarak bir düzen ve yapı kurulabilir. Bu anlamda üzerine konuşulacakları olan bir yapıt izliyoruz. Özellikle kapanış ile açılış sekansı dizi tarihimize geçecek kadar iddialı!
SERKAN ALTUNORAK VE UMUT YEŞİLDAĞ HİÇ OLMAMIŞ
Bunlara Gezi’ye dair yapılmış filmler içerisine de büyük oranda en iddialı yemek sahnesini ekliyor. Mehter Marşı ile punk’ın buluşması ise postmodern dokunuşlar arasında değerli. Sinema tadı bırakma konusunda ikonik bir iş izliyoruz. Onur Saylak-Hakan Günday- Feza Çaldıran-Ali Aga dörtlüsü 2018 tarihli ‘Şahsiyet’ten sonra bir kez daha yerli dizilerin tarihinde ses getirecek bir çalışmaya imza atıyorlar.
Kadroda özellikle Öner Erkan, Songül Öden, Haluk Bilginer, Nezaket Erden ve İbrahim Selim döktürüyor. Özellikle ilk ikisi hayran bırakan performanslarıyla kariyer zirvelerine oynuyorlar. Serkan Altunorak ve Umut Yeşildağ hiç olmamış. Bu ikili dizinin sekiz bölüme uzayıp uzamamasını sorgulamamıza alan açıyor.