Henüz daha işin başındayız. Henüz bu açılımın nasıl ve nereye gideceği de belli değil. Ancak, ne olursa olsun, ister umut dolu olalım ister karamsar, bu ülke bir yere doğru gidiyor. Özellikle Kürt sorunu- PKK ikileminde önemli değişimler yaşanıyor. Nereden nereye geldiğimize baktığımızda, insan şaşırıyor. Kısa bir süre öncesine kadar, her şeyi siyah-beyaz görürdük. PKK terörist idi ve teröristleri yok eden TSK’nın her harekatı alkışla karşılanırdı. Kürt toplumunun beklentilerine veya gereksinimlerine pek önem verilmez, sadece PKK’nın cinayetleriyle ilgilenilirdi. Kan döküldükçe kızgınlığımız artar ve Kürt sorununu PKK ile mücadele olarak görürdük. Sonra bir şeyler değişmeye başladı. Geriye dönüp baktığımızda, hem içeride hem de dışarıda ortamın nasıl değiştiğini anlayabiliyoruz...
Terör yeniden başlayınca kamuoyu sorgular oldu...
Öcalan’ın 1998’de yakalanmasıyla birlikte, PKK’nın Kuzey Irak’taki Kandil Dağı’na çekilmesi ve terörün durması, sorunun çözümü için en ideal ortamı oluşturmuştu. Ancak Ankara harekete geçemedi. Nedeni de, Türkiye’yi yönetenler arasındaki görüş ayrılıklarıydı. Ecevit-Bahçeli- Yılmaz koalisyonunun, çözümün gerektirdiği cesur adımları atacak gücü yoktu. Asker farklı, Çankaya’da Cumhurbaşkanı Sezer farklı düşünüyordu. Ak Parti iktidarının ilk yıllarında da bu görüş ayrılıkları sürdü. Sonuçta 7-8 yıl süresince hiçbir adım atılamadı. Güneydoğu başta olmak üzere, ülke rahatladı ancak temelde yatan Kürt sorunu ile ilgili hiçbir çalışma yapılamadı. 2006’da terörün yeniden başlaması, Türk kamuoyunda şok etkisi yaptı. Oysa, terör bitince sorunun da kendi kendine yok olacağı sanılmıştı. Hayal kırıklığı büyük oldu ve insanlar kendi kendilerini sorgular oldular. Ardı ardına büyük askeri harekatlara rağmen, bir türlü kesin sonuç alınamaması kamuoyunda bu işin silahla çözülemeyeceği kanısını güçlendirdi.
Asker de sadece silahla sonuç alınamayacağını söyler oldu...
Asker yine aynı dönemde, gerçekleri en iyi bilen kesim olarak, eskiden daha kısık sesle söylediklerini, ilk defa son derece net ve açık biçimde “Bizden bu kadar. Sadece silah kullanarak sonuç alınamaz. Yan önlemler de gerekir” diye vurgulamaya, sivil iktidarı uyarmaya başladı. Güvenlik güçleri (asker-jandarma-polis-MİT), PKK’nın değişen taktiği karşısında sıkıntıya düşmüşlerdi. Eskiden gruplar haline terör yapan PKK, şimdi uzaktan kumandalı mayınlarla vuruyor ve kamuoyunu rahatsız edebiliyordu. Türkiye, Kuzey Irak’a girip Kandil Dağı’na kadarki bölgeyi işgal edemeyeceğini biliyor ve çaresiz kalıyordu. 2006-2009 döneminde güvenlik ve istihbarat birimleri de açıkça “artık farklı bir şeyler yapılması gerektiğini” vurgular olmuşlardı.
ABD-AB ve Barzani tutum değiştirdiler...
Bölgedeki dengelerin ve algılamaların farklılaşmasına yol açan diğer en önemli gelişme, Amerika’nın Irak’taki başarısızlığı ve geri çekilmeyi içine sindirmesiydi. Bu politika değişikliği, hem Washington’u hem de Barzani-Talabani ikilisini tutumlarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Türkiye’nin hem ABD, hem de Kuzey Irak Kürtleri için önemi birden bire arttı... Şii-Sünni-Kürt sürtüşmesi ve İran’ın bu boşluktan yararlanma olasılığı, gözlerin Ankara’ya dönmesine yol açtı. ABD’nin çekilmesiyle birlikte doğacak boşluğu, Türkiye doldurabilir ve istikrarı koruyabilirdi. Ancak bunun da bir karşılığı vardı. O da, PKK terörünün bitmesi... Önce, Washington istihbarat verdi, ardından PKK’ya baskı, Barzani’ye de tavsiyede bulunmaya başladı. Avrupa Birliği de, yaklaşımını değiştirdi ve PKK’yı ilk defa sert şekilde eleştirdi, teröre son verilmesini ister oldu. Bu durum PKK’yı yönetenlerin de kafalarını karıştırdı. Avrupa’daki PKK yanlısı grupların baskısı da artınca, örgüt ilk defa “silah bırakma ve barışçı bir son”dan söz etmeye başladı.
2007 seçimleri Ak Parti’yi uyandırdı...
2007 genel seçimlerinde Ak Parti’nin Güneydoğu’dan büyük oranda Kürt oyu toplaması, hatta DTP’den daha fazla oy elde etmesi, iktidarı uyandırdı. Kürt kökenli vatandaşlar iktidardan beklentilerini ortaya koymuşlardı. PKK’yı desteklemekle birlikte, terörden artık bıktıklarını ve bir şey değişecekse bunu ancak Ak Parti’nin yapabileceği mesajını vermişlerdi. Bölge halkı Ak Parti’yi, diğer muhalefet partilerinden kendine daha yakın görüyordu. Hele 2007 seçimlerinden sonra, Gül’ün Çankaya’ya yerleşmesi ve Kürt sorunuyla ilgili o zamana kadar duyulmamış açıklamalar yapması, soruna çok insancıl açıdan yaklaşması, ortamı daha da elverişli bir noktaya getirdi. Ankara’da ilk defa, farklı değil, aynı yere bakan odaklar oluşmuştu. Sivil iktidarÇankaya- MİT ve belirli oranda da güvenlik güçleri aynı pencereden bakar olmuşlardı. Ortam mükemmeldi. “Tarihi fırsat” işte buydu. Tayyip Erdoğan bu inisiyatifi başlatma kararı alırken kafasında bir çözüm planı var mıydı, yoksa çözümü yolda mı bulmayı kararlaştırdı, belli değil. Belli olan, Türkiye’nin tarihi fırsat olarak nitelediği bu süreci ciddi biçimde denemeye başladığı, bu fırsatı kaçırmak istemediğidir.