Acımız büyük, öfkemiz de... Yitip giden canlara ağladık, göz yaşlarımız tükendi. Bizi, depremin değil o çürük çarık evleri yapanların, o inşaatlara onay verenlerin öldürdüğünü biliyoruz, bu yüzden öfkeliyiz. İçimiz nasıl soğur bilmiyorum, ama bugünlerde en çok dayanışmaya ve elbette anlayışa ihtiyaç duyduğumuzu biliyorum. Ölüm; seni, beni ayırmıyor... Yüreğimiz birlikte yanıyor... Ancak, sarılırsak iyileşiriz, birbirimize sahip çıkarsak iyileşiriz. Basketbolcu Nilay Aydoğan’ın, depremden birkaç saat önce babaannesiyle çektiği videoyu hatırlıyorum. Ne diyordu babaanne, “Gittim padişahtan ferman getirdim, herkes sevdiğine canım sarılsın diye...” Onun bu son sözleri hep hafızamızda kalsın. Ne bugünleri unutalım, ne de sevdiklerimize sarılmayı...
AŞKA ENGEL KONULUR MU?
Kanal D’nin yeni dizisi “Veda Mektubu”nu izledim. Yıllar önce, bir mektupla bittiği ilan edilen ama aslında içten içe yaşamaya devam eden bir aşkın öyküsü... O aşkın iki tarafının, artık bambaşka hayatlar kurmuş olsa da, evlatlarının üzerinden geçmişin hesabını görme çabalarını izleyeceğiz belli ki...
Bir mektupla terk edilen kadın, kendisini öylece bırakıp giden adamın oğluna kızının aşık olmasıyla bambaşka bir kişiliğe dönüşüyor. Kadın, neye mal olursa olsun, kızının o aşkı yaşamaması için her şeyi yapacağını söylüyor. Peki bu mümkün mü? Aile, para, servet, gelecek hayalleri, zorbalık ya da herhangi bir başka sebep aşkın önünde durabilir mi? O kadın ve o adam ailelerinin seçtikleri kişilerle evlenerek aşkı yok ettiklerini sandılar ama öyle olmadı.
Kadının, kendisini terk eden adama duyduğu nefret, yarım kalan bir aşkın dışa vurumuydu elbette. Adamın kabullenmişliği, kendini Mevlana’nın öğretilerine adamışlığı da o aşk için yapmak istediklerinin üzerine örtmenin bir yoluydu sadece... Şimdi evlatlarına koydukları engel ne kadar başarılı olabilir ki? Dizinin başında kadının söylediği “İnsan pek çok ayrılık yaşar ama bazılarıyla vedalaşamaz” sözü durumu özetliyor aslında, Ayrılmak her zaman bir veda anlamına gelmiyor.
Mektup da yazsanız, bunu sözle de söyleseniz sadece niyet beyan etmiş oluyorsunuz. İçten içe devam eden aşk ateşini söndürmenin tek yolu kavuşmaktır, başka da çaresi yoktur. Ayrılığı kabullenerek yaşamak elbette bir seçenektir ama her zaman patlamaya hazır bir volkan gibidir. Bir gün bir şey olur, o ateş yolunu bulur ve çıkar dışarı...
EN SAĞLAM REHBER
Dizideki kadın ve adam, evlatları için bir yol çizmişler, onu yaşamalarını istiyorlar. Oysa bilmiyorlar ki; kime, ne zaman ve nerede aşık olacağımız belli değil. Bunu kontrol etmenin imkanı yok. Ne biz kendimiz için yapabiliriz bunu, ne de bir başkası bizim için... Zaten bu kontrolsüzlük aşkı çekici kılıyor. Bir anda ortaya çıkar aşk, bazen bir bakışta, bazen bir gülüşte, bazen dizideki gibi bir tesadüfte...
Yıllardır gördüğün, kanıksadığın insanın bir an yaptığı hareket seni ona aşık edebilir. Ya da o güne kadar hiç görmediğin birine ilk bakışta aşık olabilirsin. Aşkın acı çektirme riski vardır, bu yadsınamaz. Ama zaten aşk ‘göze almak’ demektir. Göze aldığın şeylerin büyüklüğü, aşkının da şiddetini gösterir. “Acı çekeceğim” diyerek aşkı reddetme şansın yoktur. “Ailem böyle istiyor” diyerek de kurtulamazsın.
Bir kez aşka tutulduysan bundan kaçman da mümkün değildir. Bu yüzden aşkla mücadele edilmez, aşk için mücadele edilir. Daha önce yaşadığımız ve sonu kötü biten aşklar bizim için de, akıl verdiğimiz evlatlarımız ya da dostlarımız için de yol gösterici olamaz. Her insan farklıdır, doğal olarak her aşk da öyle.
Kimsenin yerine bir başkası konulamaz. Adam, dizinin bir yerinde “Bu hayatta rehberi sağlam olanın kaybolması mümkün değil” demişti. Hayattaki tek sağlam rehber aşktır, bunu da ben ekleyeyim o söze...