Her konseri dolup taşıyor, her konserinde yeni bir rekor kırıyor. Tüm sanatçılar için bir ‘er meydanı’ olan İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nun tartışmasız en büyüğü. Bu sahnede bir sezonda 16 konser verebilen tek isim. Bir başkası olsa ülkeyi ayağa kaldırır, her fırsatta kendini över, başka sanatçılara laf atar ama o “Ben rekorlarla ilgilenmiyorum, sadece işimi aşkla yapıyorum” diyebilecek kadar mütevazı... Tan Taşçı’dan söz ediyorum. Geçen sezon çok istesem de bir türlü gidemediğim konserini bu yıl nihayet fırsat bulup izleme şansına eriştim. “Şans” diyorum çünkü Tan Taşçı’nın konserine bilet bulabilmek öyle kolay bir iş değil.
7 Kasım’daki sezonun son konseri de ‘sold out’tu zaten. Tan Taşçı sahneye 26 kişilik ‘Başkanlar Korosu’ ve 14 kişilik orkestrasıyla çıktı. Korodaki herkes siyah bir cüppe giymişti, Tan da kendine özgü, Uzak Doğu stili kıyafetiyle arz-ı endam etti. Sahnenin arkasındaki dev gong da Uzak Doğu felsefesinin ışığında bir konser olacağını gösteriyordu. Tan Taşçı yoga yapan, vegan beslenen bir isim. Meditasyona alışkın, bunu bir yaşam biçimi haline getirmiş. Konseri de öyleydi, adeta bir ‘meditasyon’ seansıydı.
Zaten konserin ikinci bölümüne koro üyeleri, ellerinde ada çayı tütsüleri olduğu halde çıktı. Tüm Açıkhava bir anda tütsü koktu. İkinci bölüm, bir orkestra üyesinin gonga vurmasıyla başladı. Şarkı aralarında pek fazla konuşmayan, sadece küçük birkaç açıklama yapan Tan’ın o sakin sesi, insana ilginç bir rahatlama hissi veriyordu. İlk bölümde simsiyah giyinmiş olan Tan, ikinci bölümde bembeyaz bir kıyafetle sahnedeydi. Bu da ‘ying yang’ felsefesinin yansımasıydı. Yani zıtlıkların bir arada var olmasını sembolize ediyordu.
SEYİRCİ DEĞİL CAMİA
Açıkçası ben, o gece Tan’ın söylediği şarkılardan sadece üçüne aşinaydım. Ama gördüm ki, Tan şarkılarını sadece ‘Başkanlar Korosu’ ile söylemiyor. Açıkhava’yı dolduran 5 bin kişi aynı anda eşlik ediyor. Bence konserlerine giden kitleye ‘seyirci’ demek çok haksızlık olur. Onlar, ‘Tan Taşçı camiası’nın birer üyeleri.
Bu camiayı Tan Taşçı bilerek ve isteyerek mi kurmuş yoksa kendiliğinden mi oluşmuş karar veremedim. Ama görünen o ki, Tan, konserlerini mütevazı bir şekilde verirken bu camianın temellerini atmış. Çevreyi incelediğimde her kesimden insanın konserde yer aldığını gördüm. Çok sayıda çift vardı örneğin. Muhafazakar çevreden, sosyetik isimlerden, beyaz yakalılardan, işçilerden, öğrencilerden oluşan bir kitle doldurmuştu Açıkhava’yı. Bu tür konserlerde genellikle kadınlar şarkılara eşlik eder. Ama hayır, Tan Taşçı’da durum farklı, erkekler de bağırarak hatta zaman zaman ayağa kalkarak söylüyordu şarkılarını.
MÜZİKLİ AYİN
Tan Taşçı’nın konserleri öyle ‘vur patlasın çal oynasın’ havasında değil. Slow şarkıların ağırlıkta olduğu bir konser. İşin felsefi kısmı da eklenince aslında ‘müzikli bir ayin’ haline dönüştüğünü söyleyebilirim. Ancak ‘Cumartesi’ adlı şarkısını söylerken bir anda sahneye Dansöz Tuğçe’nin çıkması hiç beklediğim bir şey değildi. ‘Müzikli ayin’ bir anda oryantal şova dönüştü. Tam “Demek bu andan sonra hareketli şarkılar söyleyecek” diye düşünürken yine ters köşeye yatırdı beni. Birden bir bağlama taksimi girdi devreye.
Ben “Herhalde bir Neşet Ertaş şarkısına geçecek” diye düşünürken normalde Serdar Ortaç ile birlikte söylediği ve tam bir dans parçası ritminde olan “Benim Gibi Olmayacak” şarkısını deyiş formatında söylemeye başladı. Bu geçişler Tan Taşçı konserlerinin alamet-i farikası sanırım. Onu izleyenler hiç şaşırmıyor, ne söylerse söylesin mutlular. Yaklaşık 3 saat süren konserde sahnede bir tek aksama yoktu.
Tek olumsuz yanı, konserin yarım saat geç başlaması ve 15 dakikalık aranın da yine yarım saate uzaması. İstanbul’da hafta içi toplu taşıma saat 00.00’dan sonra duruyor. Birçok izleyici, son otobüsü, son metroyu kaçırmamak için erken çıkmak zorunda kaldı. Sonuç olarak konseri izleyince Tan Taşçı’nın o rekorları nasıl kırdığını anlıyor insan. Sesiyle de, sahnesiyle de hak ediyor zaten. Hem Tan Taşçı’yı hem de ‘camiasını’ tebrik ediyorum.