Bu yılın Ocak ayında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Herkesin, “Uçuyoruz”, “Hızlı büyüyoruz” dediği ve seçime gidilen bir süreçte Babacan, ekonomideki risklere dikkat çekmişti. Dönüp o söyleşiyi bir daha okudum. Babacan, ekonominin önündeki 3 önemli riskin altını çizmiş: 1. İlk risk ekonomideki ısınma işaretleriydi. “Türkiye kazanmadan harcamaya ve bunu da çok yüksek miktarlarda yapmaya devam ederse işte o zaman risk oluşuyor” demiş ve eklemişti:
[[HAFTAYA]]
“İleride risk oluşmasın diye şimdiden çözüm bakıyoruz.” 2. Sonra Amerika’yı adres göstermiş ve bugün çok konuşulan ‘borçlanma tavanının’ altını çizmişti: “ABD’de bütçe açığı var, fakat borçlanma için kanun gerekiyor. Cumhuriyetçi ağırlıklı kongre ‘O kanunu ben geçirmem’ diyor. Bu durumda ne olacak? ABD borcunu ödeyemeyecek. Bu çok riskli.” 3. “Küresel ekonomide en büyük risk Avrupa’dır. Kamu açıkları ve borçlar ciddi sıkıntı yaratıyor. AB’de bir mekanizma kurdular, bu da 3 ülkeye yetiyor. Fakat sıradaki 4’üncü ülkenin büyüklüğü, diğer 3’ünün toplamının 2 katı. Bunun henüz mekanizması yok.” Babacan bunları söylediğinde Ocak ayının ortalarıydı. ‘Krizi atlattık’ diye düşünenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Buna rağmen sorunları söyleyip, herkesi uyarmıştı. Şimdi de benzerini yapıyor. Bir politikacı için zor bir görev. Kutlamak lazım.
3’üncü para bolluk şöleni!
Piyasaları ardı ardına 3 önemli konu etkiledi bu hafta... Birincisi, geçen haftanın devamı İtalya’nın borç sorunuydu... Piyasalar bu konuyla sallanırken, Çarşamba akşamı ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke’nin açıklaması geldi: “Ekonomideki toparlanma devam ediyor. Gerekirse yeni önlemler alabiliriz.” ‘Yeni önlemler’, piyasanın gündeme gelebileceğini bir süredir konuştuğu 3’üncü ‘Parasal genişleme’ idi. Yani piyasaya yeniden para verilmesi...
ABD’nin borç sorunu
Piyasalar akşam saatlerinde bu haberi kutlarken, ardından üçüncü haber geldi: ‘Başkan Obama, Cumhuriyetçi ağırlıklı Kongre’yi yeni borçlanma için ikna edemedi.’ Bir ara yüzde 1’in üstünde değer kazanan Dow Jones, bu haberle kazancının önemli bölümünü verdi ve günü yüzde 0.36’dan kapattı. Dün sabah da derecelendirme kuruluşları ‘borçla ilgili gelişme’ nedeniyle ‘uyarıda’ bulundular. Şimdi ortada şöyle bir tablo var. Piyasalar, 3’üncü parasal genişlemenin (QE 3 deniyor), Ağustos ayında geleceğine, ‘borçlanma sorununun’ aşılacağına inanıyor.
Genişleme dönemi rallileri
Eğer bu senaryo gerçekleşirse, 1’inci ve 2’nci ‘parasal genişleme’ dönemine benzer ‘rallilerin’ yaşanacağı öngörülüyor. Hatırlamak gerekirse ABD para yönetimi, Kasım 2008’de 2 trilyon dolara yakın mortgage bonosu, banka borcu, hazine kağıdı alımı yapmıştı. Kasım 2010’da ise 2’nci genişlemede 600 milyar dolarlık alım gerçekleştirip, piyasaya para sürülmüştü. Bu iki parasal genişleme dönemi sadece ABD borsalarına değil, bütün dünya borsalarına olumlu yansımıştı. İlk genişlemede S&P Endeksi 800 puanlardan 1100’ün üstüne, ikinci genişlemede ise 1300’ler düzeyine kadar yükselmişti. Bu ilişkiyi destekleyen bir başka veri ise Fed’in bilançosundaki büyüme ile S&P Endeksi arasındaki korelasyon (altın-dolar ilişkisi)... Bu dönemde korelasyon yüzde 85 düzeyinde gerçekleşmiş. Yani para artarken, borsa da yükselmiş. Bakalım 3’üncüsü olursa, borsalar ne yapacak?
Sıfırdan yarattı Japonlara sattı
Geçen hafta dünyanın klima devi Japon Daikin’in Türkiye’de yaptığı satın alma basına yansıdı. Daikin’in 260 milyon dolar ödeyerek aldığı şirket, Sanko Grubu’na ait Airfel idi. Şirketi yakından izleyen ve yatırılan parayı bilen birisi olarak çok başarılı bir satış olduğunu söylemem gerekir. Rekabetin yoğun olduğu ve teknolojinin hızla değiştiği bir dönemde Sanko’nun bu alanı işin uzmanına bırakması da doğruydu. Üstelik çok iyi bir bedele de sattılar. İşin arka tarafını bilmeyenler şöyle düşünmüşlerdir: “Bravo Sanko’ya, 10 yılda sıfırdan şirket yarattı ve 260 milyon dolara, yani 425 milyon TL’ye sattı.” Böyle düşünenler de haklı. Sanko’yu tebrik etmek lazım. Ama ben size biraz geri planda kalan bir başarı öyküsünü, genç bir mezunun küçük bir ofisten 4 fabrikalık büyük bir şirketi nasıl yarattığını anlatmak istiyorum.
İlk girişimi başarısız oldu
Diyarbakır’da ortaokulu bitirdikten sonra ailesinin de etkisiyle İzmir Maltepe Askeri Lisesi’ne girdi. Ağabeyi de aynı okuldaydı, bir süre sonra ‘Bir aileye iki subay fazla’ diyerek askeriyeden ayrıldı. Üniversite sınavlarında İTÜ Makine Mühendisliği’ni kazanıp, kendine yeni bir yön çizdi. Mezun olduktan sonra ilk şirketini 1994’te kurdu. Kriz dönemine denk gelen bu işinde başarısız oldu. Bu kez birkaç arkadaşıyla 1999’da Airfel’i kurdu. Kendi deyimiyle, ‘ufak bir hayal ile yola çıktığında’ yanında birkaç kişi çalışıyordu. Kişisel girişimleri ve küçük sermayesiyle, bazı markaların temsilciliğini yaparak ciroyu 2001 yılında 2 milyon TL’ye taşıdılar. Tam ‘Yola nasıl devam ederiz?’ diye düşünürken, tesadüfler karşısına Sanko Holding’i çıkardı. Yapılan görüşmeler hızlı sonuçlandı ve hisselerin çok az kısmını tutup, kontrolü Sanko’ya devretti.
Birkaç kişiyle yola çıktı
İşte o tarihte çalışan sayısı 13, cirosu 2 milyon idi. Airfel markası henüz daha bilinmiyordu. Hem küçük ortak hem de genel müdür olarak devam etti, adeta kendi şirketi gibi emek verdi. 10 yılın sonunda 202 milyon TL ciroya, 4 fabrikaya, 700’e yakın çalışana ulaştı. 2011 hedefinde ise 350 milyon TL var. Yeni ortağın etkisiyle, bölgede ‘ısıtma/soğutma’ alanında lider şirket olmayı hedefliyor. Japon ortakların da girişimcilik ruhundan etkilenip, yönetimde kalmasını rica ettiği bu girişimcinin adı Hasan Önder... Türkiye’nin bu tip girişimcilere, büyük değerler yaratacak girişimcilere çok ihtiyacı var.