FETÖ ile ilgili bir konferansta, kadın bir okur bana bu tür yapılara neden girdiklerini anlatırken, “Dinimizi daha iyi öğrenmek için” demişti.
Ben de ona peygamberimiz Hazreti Muhammed’in sözleriyle karşılık vermiştim.
Hazreti Muhammed vefatından üç ay önce 8 Mart 632’de kendisini dinleyen Müslümanlara Veda Hutbesi’nde şöyle hitap eder;“Ey mü’minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız.
O emanetler, Allah’ın kitabı Kur-ân-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir…” Ne zaman din, tarikat konuları açılsa hep referansı Veda Hutbesi’nden verdiğim için, dini kullanan sahtekar gruplar tarafından, “Ehl-i sünnet düşmanı, zındık, kafir” gibi kelimelerle hakarete uğramışımdır.
Aslında tepkileri bana değil, kurdukları tezgahlara çomak sokulmasına. Yoksa, Hazreti Muhammed’in bu kadar, açık, net ve insan iradesine bu kadar saygılı ifadesine rağmen bu cümleyi tekrar etmekten başka bir şey yapmayan kişi neden hedef alınsın.
İsmail Saymaz’ın son kitabı “Şehvetiye Tarikatı” kitabını okurken de aklımda yine Veda Hutbesi’nde ifade edilen o cümleler vardı. Hazreti Muhammed’in cümlesine atıfla “yolunu şaşıranların” hikayelerini okuyunca, İslam gibi öznesi inanç, insan ve ahlak olan bir dinin nasıl dolandırıcılık amacıyla kullanıldığını görüyorsunuz.
Kitabın bir anlattığı, bir de aslında anlatmak istediği gruplar var. Anlattığı grup verdiği örneklerden de anlaşılacağı gibi, basit dolandırıcılar, dini bilgisi olmayan, tarikat vasfı taşımayan, en temel dini bilgilerden de uzak, kimi tamahkarları (açgözlü) sömüren sahtekarların örnekleri veriliyor.
Aslında polisiye bir olaydan öteye gitmeyecek bu dolandırıcılara Tekke ve Zaviyeler Kanunu’na göre yaptırım uygulanıyor. Oysa bunların tekke ve zaviyelerle en ufak ilgisi yok. Sadece dini kullanan dolandırıcılar bunlar.
Kitapta arka planda Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nu tartışması var. Dolandırıcılara uygulanan bu kanunun, devleti ele geçirmeye çalışan FETÖ benzeri tarikat ve cemaatlere uygulanmadığı anlatılıyor.
Saymaz kitabında kanunun değiştirilmesini, tarikatların şeffaflık ve denetlenebilirlik açısından kayıt altına alınması gerektiğini yazıyor. İdari yönden Vakıflar Genel Müdürlüğü, inanç yönünden de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından denetlenmeleri gerektiğini söylüyor.
Diyanet’in de buna ilişkin bir raporu var. Elbette çok tartışılması gereken bir konu. Herkes bu konuda fikrini söylemeli. Bugün FETÖ dışında devlet içinde yapılanmaya çalışan bir çok tarikat ve cemaatten söz ediliyor.
Bir tarikat veya cemaat devlet organlarını neden ele geçirmeye uğraşır. Uğraşırsa onu tasavvuf anlamında tarikat denir mi?
Denmez, “organize örgüt” denir. Örgüt gibi olana da örgüt gibi davranılıyor. Elbette, “örgütleşmiş yapılar” bu tür tartışmalara karşı çıkacaklar. Peki tasavvuf anlamında gerçek tarikatlar ve cemaatler ve toplumun her kesimi bunu tartışmaya hazır mı?