23 Haziran’da yapılan İstanbul Belediye Başkanlığı seçimini muhalefet adayının açık farkla kazanması, Batı’da büyük oranda sürpriz olarak algılandı. Çünkü Batı'daki geniş bir kamuoyu, Türkiye'de demokrasinin elden gittiği, “tek adam rejimi”nin kalıcılaştığı kanısındaydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne yapıp edip bu seçimi “alacağı”, yani yönetimi vermeyeceği beklentisi güçlüydü. Tabii Türkiye’deki muhalefetin de bir kısmı bu psikolojideydi. Ama, Türkiye’nin son 70 yıllık siyasi tarihini dikkatle gözden geçirdiğimizde, 23 Haziran’daki sonucun o kadar da sürpriz olmadığını görebiliyoruz.
Türkiyeli seçmen, “kritik seçimlerde kritik kararlar vermek” gibi bir özelliğe sahip. Özellikle de mağdur olduğunu düşündüğü parti ya da adaya yönelim göstermeye eğilimli. Ülkemizde demokrasi, inişli çıkışlı süreçlerden geçerek ilerliyor. Siyaset, olağanüstü hallerin içinde varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Bir bakıyorsunuz, AB'ye yönelmiş, ileri demokrasinin ilkelerini savunan (bu izlenimi uyandırabilen) bir iktidar ortaya çıkıyor. Batı şaşırıyor, “galiba bu sefer oldu” diye düşünmeye başlıyor. Sonra, giderek hava değişiyor. Batı yine şaşırıyor. Kapıları kapatıyor.
Ancak, umulmayan bir noktada, seçmen tekrar yeni bir seçeneğe, bir muhalefet adayına yönelebiliyor. Türkiye’nin büyük şehirlerinin yönetimi muhaliflere geçebiliyor. Batılıların haklarını yemeyelim; içeride de, yaşananları şaşkınlıkla karşılayanların sayısı az değil.
Sıkıntılı demokrasi
Türkiye, evrensel demokrasi ile otoriterlik arasında gidip gelen bir siyaset kültürünün içinde yol arıyor. Bir yanda hala 12 Eylül askeri darbesinden kalma anayasal kurumlar ve zihniyetler yaşamayı sürdürüyor. Diğer yanda, AB ölçütlerini, Kopenhag kriterlerini ulaşılması gereken bir hedef olarak gören yaklaşım; belki sesi daha az çıksa da, varlığını koruyor.
Darbeciliğe karşı çok partili rejim, otoriterliğe karşı özgürlük arasında salınan bir sistemin içindeyiz. Bu salınımın, ülkemizin gerçeği olduğunu söylemek mümkün. Siyaset kültürümüz biraz Avrupalı, belki daha çok Asyalı.
Ama uzun vadeli ve makro baktığımızda, yön hâlâ esas olarak Avrupa'ya dönük. Doğal olarak, demokrasimiz eksikli olsa da, sürekli sarsıntı geçirse de, öyle veya böyle bir “sürpriz” yaşanıyor, bir “çıkış yolu” bulunuyor.