15 Temmuz gecesinin dikkat çekici detaylarından birisi; darbecilikle suçlanan generallerin ciddi bir kısmının, Güneydoğu’daki kritik şehirlerde, harekat birliklerinin komutanları olmaları.
Son bir yıldır bölgede süren operasyonları yöneten 2.Ordu Komutanı’ndan, Diyarbakır’dan Şırnak’a, Hakkari’den Van'a, Silopi’den Bitlis’e kadar neredeyse bölgedeki tüm Jandarma ve hudut birliklerinin komutanları; “darbecilik” gerekçesiyle gözaltında.
Hatırlayalım: 2013’te başlayan ve iki yıl süren “çözüm süreci”ne; başlangıçta, en sert tepki gösteren “odak”, Cemaat’ti. Zaman, bu çatışmasızlık ortamına, “ihanet süreci” diye karşı çıkıyordu.
Biraz geri gidince, 2011’de, binlerce Kürt siyasetçinin tutuklandığı “KCK operasyonları”nda da, Fethullahçı polis/savcıların rolü belirleyiciydi.
Operasyonlara, en fanatik destek, Cemaat'in yayın organlarından geldi.
Hükümet ve dönemin Başbakanı Erdoğan bu tutuklamaları savundu, operasyonları destekledi.
Hükümet uzun süre Cemaat’le işbirliği yaptı ve birçok meselede onların kurguladığı sürece tabi oldu.
Etkilerin / etkileşimlerin derinliği
Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın özel kalem müdürleri, Cumhurbaşkanı’nın yaveri “darbeci”likle suçlanınca, etki alanının derinliği anlaşılıyor.
Sorumuza dönersek: Fethullahçılar neden Güneydoğu’da çatışma istiyor olabilirler? Asker, polis ve yargı içinde güçlü olan bu “yapı”; azami düzeyde bir güç ve inisiyatife, savaş ve çatışma ortamında erişebiliyor.
Bölgede kanlı bir çatışma ortamı sürüyor. Ne yapılacağına karar verebilme imkanı, büyük ölçüde, savaşı yürüten askerlerin elinde. İstihbaratı onlar yapıyor, harekatın derinliğini onlar belirliyor, politikaları önemli ölçüde yönlendirebilyorlar.
Bölgedeki komutanların tamamına yakınının “FETÖ’cü”lükle suçlanması, bir tesadüf mü? Yoksa, bu “örgüt”ün, “bilinçli şekilde kritik yerlere konumlanma” stratejisinin ürünü mü?
Kürtlerin tepkisi
15 Temmuz gecesi, başta Diyarbakır olmak üzere, bölge halkının, darbeye karşı barış isteğiyle sokaklara dökülmesi, “bölge halkının felaketi hissetmesi” olarak okunabilir mi?
Onca operasyona rağmen, devletin en mahrem bölgelerine sızabilen “çete”nin; tam olarak neler yaptığını öğrenebilmemiz, o kadar da kolay olmayacak.
Gerçekleri anladıkça, “ne kadarını biliyoruz?” sorusu kafamıza daha fazla takılıyor.
Belki hiçbir zaman tam olarak çözemeyeceğimiz boyutta bir sorular yumağı var önümüzde.