Sovyetlerin çöküş ve dağılması sonrasında dünyanın ezici bir çoğunluğuna göre sosyalizm hikayesinin sonu gelmişti. Bir yüzyıl boyunca kapitalist dünyaya kafa tutan Sovyet Rejimi, büyük bir gümbürtüyle yıkılmış, dünyanın bütün sosyalistlerini derin bir hüzne boğmuştu. Solcuların önemli bir çoğunluğu, bu çöküşün kabahatini Gorbaçov’un sebep olduğu “neo-liberal rüzgar” dedikleri sisteme yükledi.
“Neo-liberalizm” dedikleri şey, kapitalizmin kötü bir versiyonu olmaktan öteye anlam taşımıyordu onların gözünde. Halbuki gerçekte mesele çok daha karmaşık: Dünya siyasetine yeni bir soluk getiren sosyalizm, eşitlik ve adalet iddialarıyla bir cazibe merkezi yaratabilmişti. Sovyetler çökünce bu ideolojinin önerdiği sosyal ve ekonomik sistem, eskiden olduğu kadar ilgi görmemeye başladı. Ekonomide devletçilik, rekabeti de ortadan kaldıracak şekilde yürütülünce, halklara vaad edilen refah toplumu kurulamamıştı.
Tersine sosyalist ekonomiler büyük sorunlarla yüz yüze geldi. Açlık ve kıtlık felaketleri bile yaşandı. Sosyalizmde, merkezileşme yönelimi, “tek parti ve tek adam rejimleri” yarattı. Çarlık zulmünü aratmayan baskıcı rejimler gelişti. Eleştiri, fikir ve ifade özgürlüğü gibi temel haklar acımasızca çiğnendi. Korku ve zulüm imparatorlukları kuruldu. Hiçbir tartışmanın yapılamadığı, hiçbir serbest fikrin yeşermediği kurak bir toprak oluştu.
Bu nedenle Sovyet rejimini yıkan rüzgar, bir özgürlük dalgasıyla birlikte gelişti. Arayış içine giren insanlar, “kapitalizme karşı mücadelede eşitlik, adalet, özgürlük ve bireysellik arayışını nasıl inşa edeceğiz?” sorusunu sordular Sorun, yeni arayış içindeki insanların, özgürlük, serbestlik, demokrasi gibi ilkeleri içeren bir sistemi kapitalizme karşı bir seçenek olarak yaratabilme sorunuydu. 1994 yılında, ünlü sosyalist düşünür Prof. Dr. Paul Sweezy ile (Özgür Ulusoy’la) Cumhuriyet gazetesi(4.05.1994)için yaptığımız söyleşiyi arşivimde buldum. “Sosyalizmin kurulabileceğine inanıyor musunuz?” sorumuza şöyle cevap vermişti: “Bazen evet, bazen hayır.”
Bir başka sorumuz şöyleydi: “Dünyada sosyalist bir ülke var mı?” Cevabı ikircikliydi: “Yok. 19. Ve 20. Yüzyılların ilk yarısında yaşanan devrimlerle kurulmaya çalışılan sosyalizm sonunda başarısızlığa uğradı. Aslında herhangi bir zaman diliminde sosyalist olduklarını söylemek de yanlış olur. Ama kesinlikle kapitalist değillerdi.” Ve sonunda ekledi “Sosyalizmin geleceğiyle ilgili sorunları şimdi konuşmaya gerek yok, çünkü neye benzeyeceklerini bilmiyoruz.”
Evet insanlık açısından kapitalizme karşı bir seçenek olarak ortaya çıkan sosyalizm şimdi bir arayışa dönüşmüş durumda. Hala Lenin’i, Stalin’i, Mao’yu sosyalizmin rehberi olarak görenler var. Ancak, çoksesliliği, çokrenkliliği, siyasi özgürlükleri, rekabeti, adaleti, eşitliği içeren yeni bir yönetim modeli arayışı da bitmeyecek gibi görünüyor. Bu nedenle sol var olacak. Neye benzeyeceğini bilmediğimiz bir sosyalizm ütopyası yaşayacak. Tabii sol var olduğu sürece sağ da var olacak…