Zoolog ve sosyobiyolog olan Desmond Morris, insan doğasını diğer hayvan türleriyle kıyaslayan ve büyük yankı uyandıran “Çıplak Maymun” adlı kitabın yazarıdır. Morris, kitabında şehir hayatının insanı nasıl yozlaştırdığını, özünden koparıp doğasını değiştirdiğini, hayvanat bahçesinde doğal alanından uzakta tutulan hayvanlarla özdeşleştiğini dile getiriyor. Şehir insanıyla, esaret altında tutulan hayvanlar arasındaki benzerliğe parmak basıyor. Bütün büyük teknolojik ilerlemelere rağmen aslında insanın basit biyolojik bir unsur olduğunu vurguluyor. Ona göre tüysüz maymun olan insan, dahiyane fikirlerine ve aşırı kendini beğenmişliğine rağmen, hayvansal davranış kuralları içinde hareket eden basit hayvandır.
İsimler değişiyor sadece; “avlanmak” yerine “çalışmak”, “av alanı” yerine “işyeri”, “in” yerine “ev” deniliyor. “Homo Sapiens”, bilgisini ne kadar çoğaltmış olursa olsun yine de çıplak bir maymundur. İnsan davranışlarını ne kadar soylu nedenlere dayarsa dayasın, yine de ilk baştaki o pek soylu olmayan güdülerden vazgeçmemiştir. Bundan biraz utanç duyduğunu biliyoruz ama baştaki içgüdülerinin milyonlarca yıldan beri onu etkilediğini, yenilerinin ise sadece birkaç bin yıllık bir geçmişe dayandığını unutmamalıyız. Bu yüzden, bütün gelişimi boyunca biriktirmiş olduğu “genetik” mirası bir omuz silkmekle sırtından atabilmesi kolay değildir.
Şehir sakinlerinin davranışlarını incelediğimde bana bir şeyi hatırlattılar; dar evlerinde yaşarken vahşi ormanları değil hayvanat bahçesine tutsak edilmiş hayvanları... Kentin, insanların tutsak edildiği bir hayvanat bahçesi olduğuna karar verdim. Ağlama, yalnız bir ruh hali bildirimi işareti değildir aynı zamanda sesli işaretlerimizin başlıcasıdır. Gülümseme ve gülmenin, türümüze özgü özel işaretler olmalarına karşılık, ağlamayı binlerce hayvan türüyle paylaşırız. Ceninin daha ana rahmindeyken kalp atışı sesine koşullandığını, bu sesin içine işlediğini söylemekte bir sakınca olmasa gerek.
Şayet bu doğruysa, doğumdan sonra bu bildik sesi yeniden bulmak, yabancı ve ürkütücü bir dünyaya fırlatılıp atılan çocuğun üzerinde rahatlatıcı bir etki yapar. Bundan ötürü anne ya içgüdüsüyle ya da bilinçsiz olarak uyguladığı eleme metodu sonucu, çocuğun sol tarafta, kalbe yakın tutulduğu zaman sağ tarafta tutulduğundan daha rahat ettiğini fark eder. Dişiler çoğu kez erkeklerin arkadaşlarına katılmasına itiraz eder ve bunu aileye karşı bir çeşit sadakatsizlik olarak görür ama bu yanlıştır.
Bu davranış sadece türün erkek erkeğe avlanma eğiliminin çağdaş ifadesidir. Saldırganlığın amacı yok etmek değil hakim olmaktır ve bu konuda diğer türlerden temel bir farklılık gösterdiğimiz söylenemez. Karı koca kavgalarında, kadının yere atıp kırdığı vazo aslında kuşkusuz, kocanın paramparça edilmiş kafasıdır. Şempanze ve goriller de, çevrelerindeki dalları ve bitkileri kopararak benzeri bir gösteri yapar. Aslında bu, önemli görsel etkisi olan bir harekettir. Biz nasıl et yiyiciye dönüşmüş ot yiyiciysek, panda da sonradan ot yiyici olmuş bir et yiyicidir ve tıpkı bizim gibi birçok bakımdan olağanüstü hatta eşsiz bir yaratıktır.
Kafese kapatılmış bir et yiyiciyi canlı hayvan değil de kesilmiş etle beslersek onun avlanma ihtiyacını gidermiş olmayız. Yine bir av köpeği, sahibiyle dışarıda dolaşırken fırlatılan bir sopayı yakalayıp geri getirdiği vakit, bu onun içindeki avlanma özlemini, önüne sürülen yemekten çok daha fazla giderir. İnsanları futbol gibi önemsiz bir olayda canları pahasına kavga etmeye sürükleyen nedir? Futbol sahalarındaki rekabet, insanın ilkel içgüdülerine dayanıyor. Futbol sadece bir spor değil, insanın tarih öncesinden gelen kabilecilik içgüdülerinin modern bir yansımasıdır. Her futbol kulübü bir kabile gibidir. Bu olgu evrimsel bir içgüdünün modern bir yansımasıdır.