Damakçıl, taarruz eden kuvvetleri Kocaçimentepe’ye ulaştıracak ara hedef konumundaydı. Bu nedenle 9 Ağustos I. Anafarta ve 27 Ağustos Kayacık Ağılı muharebeleri, Kocaçimentepe’nin ele geçirilmesi için Damakçıl Bayırı’nda cereyan etmiş, bu muharebelerde 9. İngiliz Kolordusu’nun 4-5 bin kişiyi bulan ağır zayiatına karşılık 7. Tümen’e mensup birlikler 2 bin 350 şehit vermişti. Damakçıl, düşmanın her an elimizden ne pahasına olursa olsun almak istediği mevkide bir mevziydi. İngiliz General Kitchener, buraya sahip olmak için çok uğraştı, bol cephane israf etti ve çok kan döktü. Lakin düşman ordusu Kayacık Ağıl siperlerine 50 metre mesafeden fazla yanaşamadı. 1915 yılının kasım ayında Kitchener, şahsen Gelibolu’yu ziyaret etti. Takviyelere rağmen bir adım öteye bile gidemeyen birliklerinin artık Gelibolu’yu bırakma zamanının geldiğini fark etti. Kayacık Ağılı, süngü hücumuyla geri alındı. Bu kahramanlar, düşmanın karadan ve denizden ateş kusan toplarına, Yeni Zelandalı, Avustralyalı, Hintli kıtalarının süngülerine fütursuzca göğüslerini gerdiler, canlarını feda ettiler ve son güne kadar oraya düşman ayağı bastırmadılar. Yeni Zelandalı ve Avustralyalıların çetin taarruzları, zor şartlar altında durdurulmaya çalışılıyordu. Durmak bilmeyen taarruzlar, 7. Tümen’e nefes alma olanağı vermiyordu. Bu sıkı temas erlerimizin sıkıntılarını, ihtiyaçlarını gidermeye fırsat bırakmıyordu. Fakat bizim zeki askerimiz nefes aldırmayan ateş kasırgalarının önüne “güzel ses” ile geçti! Kasımpaşalı Kara Küçük Ahmet namında bir erimiz, tabura geri planda hizmet ediyordu. Ahmet’in sesi büyüleyiciydi. Ahmet ses talimini gramofon plaklarından talim etmişti. Yanlış kelimelerle bellediği şarkı ve gazelleri bile düşman kıtalarının ateşlerini kesmeye kafi geliyordu. Ahmet’in başlayan gür ve güzel sesiyle iki taraf muharebeye ara veriyor ve muharebenin devamı Ahmet’in gırtlağının kuvvetine bağlı kalıyordu. Ahmet geri planda görevliydi, silahsızdı. Fakat bölüğüne yaptığı hizmetin farkında olan kumandanı, Ahmet’in bu vazifesinden uzaklaşmasını istemiyordu. 1916 yılı ilkbaharında Atatürk, teftiş etme istikameti olan Lice-Hani-Hızra yolu üzerinde yürüyüşte bulunan bir kıtaya tesadüf etti. Kıta kumandanı Atatürk’e vazifesini ve kıtasının mevcudunu söyledi. Huzurundan geçenler arasında sevimli Ahmet, Atatürk’ün nazarı dikkatini çekti, zaten onun hakkında daha önce bilgisi vardı. Kıta kumandanından Ahmet hakkında bilgi aldı. Ahmet, “Paşam, elimde silahım yok. Sesim yüzünden doğrusu kurban olmak istemezdim. Fakat arkadaşlarımın bir müddet sesimle istirahate ihtiyaçları, ürkekliğime üstün gelirdi. Artık hiçbir şey düşünmeden okumaya başlardım. Sesimin Hintlilere ateşkes kumandası gibi tesir ettiğini gördükten sonra açılır, rahat bir nefes alır ve bölüğümüzün mütarekesini uzatmak azmiyle aralıksız denecek surette okurdum.” Atatürk, gülümseyerek: “Bu vaziyete ne kadar dayanabiliyordun?” Ahmet, “Bazen bir saat, bazen de birkaç dakika daha fazla sürerdi. Bölük arkadaşlarım ihtiyaçlarını görürler, toplanırlar, sesim kısılmaya başlayınca erler ateş yerlerine geçer ve ben mazgaldan bitkin bir halde çekilirdim, Paşam.” Şirin yüzlü Ahmet’i dinleyen Atatürk: “Bu cephede siper muharebeleri olmadığı için bölüğünün artık sana ihtiyacı kalmadı. Seni karargâhıma alayım, fakat önce bir gazel oku!” dedi. Kilometrelerce yayan yürüyen yorgun Ahmet “Mehitaba bakamam, yar gelir hatırıma” gazelini okumaya koyuldu. Bu gazel, askerlerin kaybolan tatlı hayallerini yaşattı, gönüllerini neşelendirdi…
31 Temmuz 2024, Çarşamba 07:00
Haberin Devamı