İngiltere’nin meşhur The Sun gazetesinden bir muhabir, Ermeni asıllı Amerikalı TV yıldızı Kim Kardashian’ın atalarının izini sürüp Kars’ın Karakale köyüne gider. Köye dair izlenimleri ‘Ortaçağ’dan beri çok az bir değişikliğe uğramış’ düşüncesinde olan muhabir, Kardashian’ın fotoğraflarını köydekilere gösterince ‘Köyümüzün diğer kadınları gibi çok güzelmiş’ yorumunu alır. Karakale köyü için ‘Borat filmi gibi’ diye de çiziktiriveren İngiliz muhabir, bütün bu şakacı(!) yorumların ardından Osmanlı Türkleri’nin Ermeniler’i Suriye çölüne sürdüğünü, binlerce Ermeni’nin katledilerek, açlıktan ve salgın hastalıklardan öldüğünü yazar. Soykırım uzmanlarına göre, hayatını kaybeden Ermeniler’in 1 milyon kişiden fazla olduğunu eklemeyi de ihmal etmez. Türkiye’de kalan Ermeniler’in ise din değiştirmeye yanaşmayıp İslamiyet’i kabul etmeyenlerinin yakılarak öldürüldüğünü belirtir.
Sonra da konuyu büyük bir maharetle yeniden Kim Kardashian’a bağlayıp, onun kısa süren evliliğine, ‘meşhur’ kasetine ve TV şovuna getirir ve yazısını ‘Karakaleli köylüler Kim’in gidip onları ziyaret etmesini istiyor’ diye şirin şirin (!) bitiriverir. Bizim gazeteler haberin sadece başını ve sonunu vermeyi tercih ettiği için bizler ‘Aman da ne hoş’ diye okuruz haberi. Elin İngiliz’inin, Ermeni meselesi gibi esaslı bir konuyu alıp magazin tanrıçası Kim Kardashian’ın ‘kıvrımları’ arasında çikolata gibi erittiğini fark etmeyiz. Eh ne yapalım biz hala ‘Ay ne otantik! Kim’in Karslı hemşerileri’ kafasındayız. Kim bilir belki böyle daha mutluyuz...
Hobi neyimize gerek?
Biraz geç oldu tabii ama daha yeni anlayabildim ‘hobi’ denilen şeyin ‘en çok’ neye yaradığını. Hani şu özgeçmişlerimizde güzel görünsün diye yazdığımız türden hobiler değil bahsettiğim. Birileriyle tanışmak, yeni bir çevre edinmek, sosyalleşmek amacıyla yapılanlar da değil. Benim hobiden anladığım, sadece kendi canınız istediği için yaptığınız herhangi bir şey. Bir ‘getirisi’ olsun ya da ‘şık’ görünsün diye yapılanlar değil kastettiğim. Yaparken sizi içine alan, gündelik hayatın hay huyundan koparan, kafanızı meşgul eden şeyleri unutturan herhangi bir şey olabilir bu. Sergi açmak için değil, fotoğraf çekerken başka hiçbir şey düşünmediğiniz için fotoğraf çekmek...
Milonga gecelerinde boy göstermek için değil, adımlardan ve danstan başka bir şey düşünmeyerek kendinizi unuttuğunuz için tango yapmak... Birileri beğensin diye değil, renklerin arasında kaybolma hissini sevdiğiniz için resim yapmak... Ya da benim son zamanlarda keşfettiğim ‘kolaj’ çalışmaları gibi, fotoğraflardan ve resimlerden parçalar kesip onları ne şekilde yapıştıracağınızı düşünürken saatlerin geçtiğini fark etmeyip soyutlanmak... Bir nevi ‘terapi’ aslında ‘hobi’. Sadece ve sadece kişinin kendi ‘keyfi’ için yapıldığında. Çocukluğunuzda oyun oynarken hissettiğiniz ‘dış dünya’dan kopma duygusunu yaşayabildiğiniz bir hobiniz varsa şanlısınız. Henüz bulamadıysanız, aramaya başlayın, çünkü buna ne kadar ihtiyacınız olduğunu ancak bulduğunuzda anlayacaksınız...
Denizden konserve çıksa yerim!
Hakikaten de oldu. Geçtiğimiz pazar günü Galata Köprüsü’nde huşu içinde balık tutan bazı balıkçılar konserve balıkla dolu fileler tuttular! Suya dalan balıkadamların gizlice oltalara yerleştirdiği fileler balıkçıları çok fena ‘oltaya getirdi’. Türkiye’nin en büyük konserve balık markası Superfresh’in Galata Köprüsü’ndeki etkinliği, güneşli bir havaya da dek gelince, pek bir şenlikli geçti. Çoluk çocuk balık tutmaya gelenler, yolu Karaköy’den geçenler ve benim gibi balık tutmayı beceremeyen ‘hevesli’ler Superfresh’in dağıttığı balık ekmekleri afiyetle yedi.
Horonlar tepildi, balık çorbaları içildi, balık tutma yarışması düzenlendi ve en fazla balık tutan kişi ‘Balıkçı Kral’ seçilerek ödüller kazandı. Etkinliğin amacı, beslenme listemizin ilk sırasında yer alması gereken balığın sağlığımız açısından önemine dikkat çekmekti. Özellikle çocukların haftada en az iki kez balık tüketmesinin beyin gelişimi ve bağışıklık sistemi açısından önemi vurgulanırken, balık tüketiminde dünya ortalamasının çok altında kaldığımızın altı çizildi.
Bir deniz ülkesi olan Türkiye’de balık tüketimini artırmaya çalıştıklarını ifade eden Superfresh’in Genel Müdürü Ergun Akkaya, hazır sebze çorbası pişirirken son beş dakikada çorbanın içine atılan 180 gramlık ton balığıyla nasıl pratik bir şekilde balık çorbası yapabileceğimize dair küçük bir de tüyo vermeyi ihmal etmedi.
Haftanın notları
- Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Küresel Girişimcilik Zirvesi’nde yaptığı konuşmada ‘Avrupa Birliği bir fikirler ve değerler birliği... Ekonomide her açıdan onlardan çok daha iyiyiz. Bize bir örnek değil orası. AB’nin çöktüğü kadar hızla çöken bir kulübe kim üye olmak ister ki?’ demiş. (Hey gidi Avrupa hey! Bugünleri de mi görecektin? Eh, atalarımız ne demiş, düşenin dostu olmaz. Bunca yıl boşuna bağırmışız ‘Avrupa Avrupa duy sesimizi!’ diye, bilseydik çaptan düşeceklerini böyle, o reformları, uyum yasaları vs. yapmayıverirdik boşu boşuna(!)
- Antalya’daki ‘Spice Otel’in de sahibi Diyarbakırlı iş kadını Nadire İçkale, Ayşe Arman’a verdiği röportajda rahmetli eşinin kendisine şiddet uygulayıp uygulamadığına ilişkin soruyu ‘Arada sırada bazı vukuatlar oldu. Ama önemli değil, onlar antrenman sayılır’ şeklinde cevaplamış. (Röportajı okurken çok renkli, dobra, eğlenceli ve güçlü bir kadın olduğunu hissediyorsunuz Nadire İçkale’nin. Yaptığı vakıf, dernek çalışmalarını, içinde bulunduğu sosyal sorumluluk projelerini falan da okuyunca, ‘şiddet’ konusunda ‘Onlar antrenman sayılır’ şeklinde bir tepki beklemiyorsunuz. Oysa kadına karşı şiddet konusunda ‘etkili’ ve ‘önemli’ bir isim olabilirdi İçkale. Biraz bilinçlenme antrenmanı lazım sadece(!)
(11.12.2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)