Önceki gün 4 Ekim’di. Yani Dünya Hayvanları Koruma Günü. İlk kez 1931’de Floransa’da yapılan bir konferansta kutlanmaya başlanan bu günün amacı, hayvanların haklarını hatırlatmak elbette. Ama ne yazık ki bizler “hayvan hakları” denilince sadece sokak hayvanlarını esas alıyoruz. Veya evimizde hayvan besleyerek hayvanların haklarını gözettiğimizi varsayıyoruz. Oysa bir yandan kafeslere tıkılan tavukların yumurtalarını satın alıp yiyerek o tavuklara yapılan zulmü onaylıyoruz. Veya tüm ömürlerini fabrikada geçirip bir kez bile gökyüzünü göremeyen ineklerin sütünü, koyunların etini tüketerek bu sistemi sessizce onaylıyoruz.
DOĞASINA UYGUN
Şunu anlamak zorundayız: Nasıl ki biz insanların insanca yaşama hakkı varsa, hayvanların da “hayvanca” yaşama hakkı var. Her canlı temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeli. Yediğimiz ve ürünlerinden (yumurta, süt, yün gibi) faydalandığımız hayvanlar dâhil; hepsi ömrü boyunca nefes almalı, eziyet çekmemeli, hareket edebilmeli, gökyüzünü görmeli. İşte bu anlayışa tüm dünyada ‘hayvan refahı’ deniyor (animal welfare). Bundan kasıt ise şu: Yün kazak giymesine giyelim ama yününden yararlandığımız koyunu tıraş ederken kan revan içinde bırakmayalım. Et yiyelim ama o kuzu yaşamını açık merada otlayarak, özgürce nefes alarak geçirsin. Yani her hayvan kendi doğasına uygun şekilde yaşasın.
A4 KAĞITLIK HAYAT
Oysaki bugün bir hayvana bu hak verilmiyor. Mesela bizler yumurta yiyelim diye Türkiye’de yumurtası için yetiştirilen 120 milyon tavuktan sadece 20 milyonu kafessiz (kümeste veya açık alanda) yaşıyor. Kafesteki bir tavuk ise A4 kâğıdından daha küçük bir alana hapsediliyor ve ömrü boyunca o kafesten hiç çıkarılmıyor. Güneşi hiç görmüyor. Toprağa hiç basmıyor. Kanatlarını bir kez olsun açamıyor. Kafeste çevrili olduğu tellere sürekli takılıp kan revan içinde yaşıyor. Hadi hayvanı düşünmüyoruz… O zaman kendinizi düşünün. Zira bu şartlarda yetişen bir hayvanın salgıladığı stres hormonları tabii ki biz tükettiğimizde bizim vücudumuza da giriyor. Dolayısıyla hayvan hayvanca yaşamayınca, insan da insanca yaşayamıyor. Tüm bu toplu eziyete bir son vermek için ise; ihtiyaçlarımızı karşılamak adına yarattığımız, hayvanların doğal yaşam hakkını gasp eden kitlesel/endüstriyel hayvancılığı sonlandırmak, hayvanların “hayvanca” yaşamalarına imkân veren hayvancılık modeline geçmekten başka çaremiz yok.
YASALAR YAPTIRIM GETİRİYOR
Zaten geçmesek de dünyada bu düzen yasal zorunluluk haline geldiği için çok şükür çok yakında mecbur kalacağız. Bugün Avrupa Birliği (AB) imzaladığı Yeşil Mutabakat çerçevesinde, Hayvan Sağlığı Stratejisi’ni öncelikli hedef haline getirmiş durumda. Mesela 2027’de tüm AB üyeleri ‘kafessiz üretime’ geçmek, yani kümeste yumurta üretimine son vermek zorunda olacak. Pratikte ise bugün çoktan Avrupa’da ve ABD’de kafes sistemi büyük ölçüde ortadan kalktı. “Çekya’da, Romanya’da şu an raflarda tek bir kafes yumurtası bulamazsınız. Sadece Avrupa değil, mesela bir Güney Amerika ülkesi olan Brezilya da çoktan kafessiz üretime geçti” diyor Kafessiz Türkiye’nin Kampanya Direktörü Emre Kaplan. Kafessiz Türkiye, hayvan refahı konusunda üreticilerde ve tüketicilerde farkındalık yaratmak için tavuklara işkence etmeden yumurta üretilmesi için çok önemli bir kampanya yürütüyor. Emre Kaplan, ülkemizde yumurtası için yetiştirilen 120 milyon tavuk olduğunu, bunlardan sadece 20 milyonunun kafessiz yaşadığını ve kafestekilerin ömrünün 1-2 yıla kadar inmiş olduğunu söylüyor.
SERBEST GEZEN ORGANİK VE KÜMES
Peki kafes yerine nasıl üretim olabilir? 1’incisi; serbest gezen tavuklarla. 2’ncisi; kümes tavuklarıyla. 3’üncü olarak da organik üretimle. Zira bu tavuklar organik yem yiyor, serbest dolaşabiliyor. Aldığınız yumurtanın hangi tür olduğunu ise yumurta üzerindeki barkoddan anlayabilirsiniz. Ambalajlarda organik yumurta 0, gezen tavuk yumurtası 1, kümes yumurtası 2 koduyla gösteriliyor.
KAFESSİZ ÜRETİM BÜTÜN NÜFUSA YETER
Peki son soru: Endüstriyel üretim yerine yapılacak kafessiz üretimle yumurtalar tüm nüfusa yeter mi? Yeter! “Dönüşüm 1-2 yılda gerçekleşebilir. Şu an kafes yumurtası ile kafessiz yumurta arasında yüzde 30 gibi bir fiyat farkı var. Kafessiz yumurta için talep arttıkça, bu fiyat farkı hızla azalacak. Avrupa’da kafessiz sistem nüfusun tamamının ihtiyacını karşılıyor. Türkiye’de de farklı olmayacaktır” diye yanıtlıyor Emre Kaplan. Kısacası işin ucu yine bize dayanıyor. Ne yediğimizin ve yediğimiz şeylerle sadece kendimize değil diğer canlılara ve tabiata da zarar verdiğimizin farkına varmamız gerekiyor. Acilen!