“Ülkenin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki müstahsil (üretici) olan köylüdür.”
“Milli ekonominin temeli ziraattır” diye boşuna dememiş Mustafa Kemal Atatürk. Temelini attığı Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomisini, tarımı merkeze alarak inşa etmiş. Tarım politikalarını tamamen çiftçinin üretimi üzerine kurmuş. Bu yüzden köylüyü ülkenin gerçek efendisi bellemiş. Neden mi? Çünkü insanoğlunun ilk ve en büyük büyük derdi hep beslenme olmuş. O nedenle dünya üzerinde politikalar bunun üzerine kurulmuş. Tarım hep en öncelikli mesele olagelmiş.
YOK OLAN ALANLAR
Bugün ise bu gerçekliğin çok gerisindeyiz. Zira toprağı elbirliğiyle resmen katlediyoruz! Düşünün; 1970’ten bu yana yerküre üzerindeki toprağın üçte biri yok olmuş. Türkiye’de durum son derece korkutucu: Toprağın yüzde 88’inin organik madde miktarı neredeyse kaybolmuş. Yani “ölüm döşeğinde”. 4.2 milyon hektar alan, verimliliğini ve üretkenliğini kısmen ya da tamamen yitirmiş. Çölleşme Hassasiyet Haritası’na göre, Türkiye’nin yüzde 23’i yüksek çölleşme, yüzde 51’i de orta düzeyde çölleşme hassasiyetine sahip. Bu gidişatın bir sebebi erozyon, bir sebebi iklim krizi, bir sebebi tuzlanma ise, asıl sebebi yanlış tarım uygulamaları. Özellikle yaygın olarak yapılan toprağı sulama ve toprak işleme yöntemleri.
TOPRAK BESİN AĞI
İşte bu gidişata son vermek için WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) son 3 yıldır yoğun bir çalışma içinde. Geçtiğimiz hafta, 5 Aralık Dünya Toprak Günü’nde Tarım ve Orman Bakanlığı ile birlikte Aydın Söke’de yürüttükleri ortak projede toprağı nasıl onardıklarını anlatırlarken, önümüzde uzanan pamuk tarlaları bize şahitlik ediyordu sanki.
“Büyük Menderes Havzası’ndaki çalışmalarımızla amacımız, insanın ve doğanın sağlığını korumak, çiftçinin refahını artırmak. Çalışmalarımızda ‘tek sağlık’ prensibiyle, yani insanın ve doğanın sağlığının bir olduğu prensibiyle ilerliyoruz” diyor WWF-Türkiye Gıda ve Tarım Programı Kıdemli Müdürü Arzu Balkuv.
Bunun için de toprağın sağlığını merkeze alan “onarıcı tarımı” uyguladıklarını anlatıyor. Bu şekilde topraktaki biyolojik çeşitliliğin artırılması ve karbonun toprakta tutulması sağlanıyor. Zira biyoçeşitlilik demek, canlılık demek. Toprağın içindeki mikro-organizmaların toprağın derinliklerindeki besin maddelerinin bitkiye ulaşmasını sağlamaları ve tüm bu canlıların birbirini mucizevi bir sistem içinde beslemeleri demek.
ONARICI TARIM
Onarıcı tarımda kullanılan birkaç başlıca yöntem var. Bunlardan 1’incisi, anaza ekim. Burada; önceden yapılan ekimin anazını, yani sapını çöpünü tarlanın üzerine bir battaniye gibi seriyorsunuz. Bu katman da hem onu aşırı yağıştan, kuraklıktan, sıcaklıktan-soğuktan koruyor. Hem de içindeki canlıları koruyarak biyoçeşitliliği sağlıyor, yani toprağı zenginleştiriyor. Organik madde bakımından muazzam fakirleşmiş olan topraklarımız için bu yaşamsal önemde. Ayrıca zamanla dışarıdan gübre kullanımına da kademeli olarak son veriyor. Bu da çiftçi için maliyetlerin azalması demek.
“Projemiz kapsamında ilk yılda bile brüt maliyetlerde yüzde 20 oranında tasarruf sağlandığını gördük. Yani onarıcı tarımla toprağın sağlığını iyileştirip verimi artırırken, maliyetleri kısarak çiftçinin refahını artırmak da mümkün” diyor Arzu Balkuv.
ÜRÜN ROTASYONU
2’nci onarıcı tarım yöntemi ise, münavebe. Yani ürün rotasyonu. Zira toprağa sürekli aynı ürün ekilirse, o ürün topraktan sürekli aynı mineralleri çekiyor. Bu da toprağı fakirleştiriyor. Bu yüzden aynı yıl içinde ürün alındıktan sonra toprağa -genelde- baklagil ekiliyor. Çünkü baklagiller havadaki azotu toprağa bağlayarak tutuyor. Böylelikle azot miktarı artan toprak hem zenginleşiyor, hem de aynı yılda 2 farklı ürün hasadı yapılmış oluyor.
WWF-Türkiye 3 yıldır Eskişehir’de Eti Burçak’la birlikte toplamda 52 dekarda bu sürdürülebilir toprak yöntemini uyguluyor. “Sağlıklı Toprak Hareketi Projesi”nde şu an 14 gönüllü çiftçi 1293 dekarda ekip biçiyor.
*
Son olarak; bir diğer onarıcı tarım uygulaması da atıklarından hazırlanan kompostun toprağa örtülerek zenginleştirilmesi, böylelikle gübre kullanımının azaltılması.
TOPRAĞI SÜRME!
Toprağa en çok zarar veren şeylerden biri ise, toprağın sık sürülmesi. “Toprağı her sürdüğünüzde alt-üst ediyor, toprak besin ağını parçalıyor ve de sonrasında bu zayıflamış toprağın üstünü açık bırakıyorsunuz. Bu da onu yağmurla akıp gitmeye, rüzgarla uçuşmaya mahkum yani savunmasız bırakıyor” diyor Arzu Balkuv. Dolayısıyla fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliğini yitirmesine, verimliliğin düşmesine neden oluyor.
*
Yani sözün özü şu: Toprağın da canlı olduğunu, içinde sayısız canlı barındırdığını, ihtiyaçlarının bulunduğunu ve bizim sağlığımızla onun sağlığının birbiriyle tamamen bağlantılı olduğunu artık anlamamız gerekiyor. Sağlıklı toprağın sağlıklı bitki, sağlıklı hayvan, sağlıklı insan, sağlıklı hava, sağlıklı dünya demek olduğunu anlamaya başlamak zorundayız artık.