15 Temmuz kahrolası FETÖ kalkışması sonucu sokağa çıkarılan ve kendilerini komplonun içinde bulup hayatları kararan er, öğrenci, çavuş, emre karşı çıkmayı akıl bile edemeyecek yüzlerce genç hakkında mahkemelerden bazen de iyi haberler geliyor. Bunlardan biri Serkan Kılıç. Siirt komanda taburunda uzman çavuş. O gece zırhlı araç şöförü olarak valiliğin yazılı talebiyle görev yapmak üzere sokağa çıkmış, sonra gözaltına alınıp tutuklanmış. 93 gün yattıktan sonra nasıl olduysa tahliye oluyor. Bir işe girip çalışıyor. Nişanlısıyla evleniyor. Mahkemesi 29 Mayıs’ta sonuçlanıyor. Serkan Kılıç da arkadaşları gibi BERAAT etmiştir. Ama, bundan kendisinin haberi olmayacağı gibi hamile eşine bile söyleyemiyorlar. Çünkü mahkeme sürecinde savcı, tahliye olanlar hakkında da müebbet istemiş; Serkan Kılıç, tekrar hapse girmek, bütün hayatının yok olması düşüncesine dayanamamış kendini asarak intihar etmiştir! Bu öyle bir süreç ki, kimisi Teğmen Çelebi gibi, “Bu da bir görev, yatacağız ve haklılığımız anlaşılacak, çıkacağız” diye bıçak gibi durur. Kimi bunu onur kırıcı bulur Yarbay Ali Tatar gibi intihar eder.
Müşterek fail
Daha önce yazdığım 5 günlük er Ahmet Özdemir’i hatırlıyorsunuz. Gönüllü avukatı Gül Önder, onun nasıl 14 kez müebbet aldığını da şöyle anlatıyor: “15 Temmuz davalarında söz konusu olay yerinde ölü veya yaralı varsa “müşterek fail” ilkesi uygulanıyor. Balistik inceleme, swap izi aranmıyor, video kayıtları incelenmiyor, sadece müşteki ve tanık ifadeleriyle karar verildiğini öğreniyoruz. Örneğin o davada kaç şehit varsa sanıklara o kadar müebbet cezası veriliyor. Bunun için tanıklardan birinin “Ateş eden 1.75 boyunda zayıftı” demesi yetiyor, o tanıma uyan beş ere 14 kez müebbet veriliyor!” Söylenecek tek şey var: “Adalet geç de olsa gelir, pes etmeden, ölümü seçmeden mücadeleye devam.”
Doğu Demirkol ve Murat Cemcir rol aldıkları ‘AhlatAğacı’ filminde baba oğulu başarıyla canlandırıyorlar
Ahlat Ağacı ve kuyunun dibi!
Türkiye’nin yüz akı sinemacılarından biri Nuri Bilge Ceylan. ‘2014’te Kış Uykusu’yla Cannes’da Altın Palmiye kazanarak “yalnız ve güzel ülkemize” bir mutluluk armağan etmişti. Ne var ki filmlerinde anlattığı mutluluk değil, aile içi krizler, bunalımlar, taşra sıkıntısı. Son filmi ‘Ahlat Ağacı’, Cannes’da eleştirmenler gecesinde 15 dakika ayakta alkışlandı. Ama hiç ödül alamadı. Film, bu hafta 197 salonda birden vizyona girdi. Yolu açık olsun diyorum. Üç saat sekiz dakikalık ve hayli ağır tempolu bir filmin gişede başarılı olması kolay değil. Benim de birlikte seyrettiğim gazeteci ve eleştirmen arkadaşlarım ikiye ayrıldı, ayakta alkışlayanlar ve “Görsel eşliğinde felsefi roman gibi olmuş, bu nasıl sinema” diyenler. Ben Nuri Bilge Ceylan’ın, taşra sıkıntısını bire bir bize de yaşatmasına ve asıl, oyuncu yönetimine hayranım. Haluk Bilginer gibi ustası da, Doğu Demirkol gibi sadece ikinci filmini çeviren genç bir sanatçı da şahane oynuyor. Doğu’nun canlandırdığı Sinan, filmi başından sonuna alıp götürüyor. Babası gibi sınıf öğretmeni olarak mezun olup kasabasına dönen Sinan, “Hem köylüyüm, hem işsiz, hem parasız, nasıl kız arkadaşım olacak ki” diye kahrediyor kaderine, hem de okul sıralarında yazdığı denemeyi ‘Ahlat Ağacı’nı bastırıp kitapçı raflarında görmek için bütün kapıları tırmalıyor, babasının canını yakmayı bile göze alıyor. Baba oğul çatışmasının dantel gibi örüldüğü filmde Ceylan’ın sinemasında şaşılmayacak bir “taşra sıkıntısı” hakim. Murat Cemcir’in başarıyla çizdiği Baba ise, şansını kuyunun dibinde arıyor. Oysa taşrada şans ne arar