Dr.Sualp Tansarı sadece Türkiye de değil,dünya çapında kanserle savaşın önemli isimlerinden. 1959''da İstanbul''da doğan ünlü onkolog, Çerkez asıllı bir aileden geliyor. Bugün hayatta olmayan babası Türkiye Eczacılar Birliği ve Talebe Birliği Eski Başkanlarından Aydın Tansan. Kadıköy Maarif Koleji''nde yatılı okuyup ardından İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi''ne devam ediyor Dr.Sualp Tansan. Okul bitince mecburi hizmeti tamamlayıp ABD''nin tıp alanındaki en gelişmiş şehrine, Boston''a gidiyor, Boston Üniversitesi Kemoterapi Kliniği Direktörlüğü ve Üst İhtisas Eğitim Koordinatörlüğü yapıyor.Hastanenin en çok hasta bakan onkoloğu oluyor, ödüller alıyor. 1995''te Türkiye''ye dönerek kendi kliniğini kuruyor.Bugün sadece Türkiye''nin en önemli kişilerinin değil, yurt dışından da hastaların tedavi olmak için tercih ettiği birkaç isimden biri. Zorla ikna olduğu röportajı yapmak için kliniğe gittiğimde karşımda spor ayakkabılarıyla koşar adım odalar arasında mekik dokuyan,enerji dolu biriyle karşılaştım. Fazla ciddi ve asık suratlı olduğuysa külliyen yalan. Son derece güleryüzlü, olgunlaştıkça sadece yakınlarına değil herkese karşı içinden sevgi dolup taştığını anlatan birini tanıdım.Ama en önemlisi en yetkin ağızdan korkulu rüyamız kanserle ilgili yenilikleri
Kanserin adı hastalığın kendisinden daha korku verici. Artık küçük çocuklar bile bu hastalığı bilerek ve hatta korkarak büyüyorlar. Bu kadar korkmakta haklı mıyız?
Birincisi kanser hakkında çok az şey biliyoruz. Bilinçsizliğimiz, hurafeler vs. bu korkuyu yaratıyor. Kanserin ne olduğunu tam olarak bilmeden bu konuda söylenenleri doğru anlamamız mümkün değil.
Kanseri en doğru şekilde tarif etseniz o halde?
Vücudumuzdaki bir hücrenin kontrol dışına çıkarak, kendi görevini yapmaktan çok, büyüyüp çoğalmaya başlamasıyla ortaya çıkan bir süreç bu. Organları oluşturan hücrelerin iki görevi vardır. Birincisi o organa ait görevi yerine getirmektir. Bu hücre çekirdeğinde gen dediğimiz sistem sayesinde kontrol ediliyor. İşte bu hücreler kontrol dışı kalarak büyüyüp çoğalmaya başlarsa ortaya çıkan olaya kanser diyoruz.
Nasıl öldürücü oluyor?
Bu büyüyüp çoğalan hücreler bir milimetrelik büyüklüğe geldiği zaman vücut ona ‘dur sen yabancısın, ben sana besin vermem’ diyor. O zaman kanserli hücreler bir takım maddeler salgılayarak damar yapan normal hücreleri kendileri için damar yapmaya kandırıyorlar. Bu sağlıklı hücreler kanarak tümörler için gerçek damarlardan farklı olan, biraz uyduruk damarlar yapıyorlar. Ve tümör hücreleri bu damarları normal damarlara bağlayıp besin almaya devam ediyor. Bir de o damarlar sayesinde başka organlara giderek tümör oluşturuyor ve yer kaplayarak o organların görevlerini yapmasına engel olup ölüme yol açıyor.
“Kanser tedavisinde çok büyük gelişmeler var”
Kanserle mücadelede neredeyiz?
Bugün gelinen noktada amaç; ya bu kanserli hücreleri besleyip vücuda dağılmasını sağlayan damarların oluşumunu önlemek ya da bağışıklık sistemini aktive ederek kanserli hücreleri yok etmesini sağlamak.
Yeni nesil akıllı ilaçlar bunu sağlamaya yönelik çalışıyor ve başarılı da oluyor.Henüz bilmediğimiz ama yakında kullanılmaya başlayacak ne tür yöntemler yolda?
Kemoterapi ilaçları dediğimiz zaman kastettiğimiz şey 1970’den beri kullandığımız ilaçlar. Bu ilaçlarda bir takım yenilikler var ama bu ilaçların en büyük problemi hızlı büyüyüp çoğalan her hücreye zarar vermesi. Bunun içinde saç hücreleri var, kemik iliği hücreleri var... Ancak kanserli hücreler zarar gördükten sonra kendini yenileyip tamir edemiyor. Dolayısıyla bu ilaçlar belli aralıklarla uygulanarak vücuttaki zarar gören sağlıklı hücrelerin kendini yenilemesine fırsat veriliyor. Fakat bu şekilde kanserin sonunu getirmek zor. Mutlaka dirençli kanser hücreleri çıkıyor ve hastalık devam ediyor. Onun için son yıllarda biyolojik tedavi dediğimiz, kanseri normal dokulardan ayıran özelliklerine yönelik tedaviler ön plana çıkmaya başladı. Genlerdeki farklılıklara göre, hastalığın bulunduğu organa göre geliştirilen bu yeni ilaçlarla tedaviler son derece iyi sonuç veriyor. Tamamen hedefe yönelik bir tedavi uygulanan.
Tıpta bireyselleşme giderek önem kazanıyor. Kişiye özel tedaviye doğru gidiliyor mu kanserde de?
Aynen. Birincisi hedefe yönelik tedavi dedik, ikincisi de kesinlikle kişiye, o kişinin kendi kanserine özel tedavi. Herkesin kanseri aslında biyolojik olarak birbirinden farklı. Aynı tip bile olsa! Zaten artık bugüne kadar var olan kategorize edilmiş vaka tanımlamalarından uzaklaşmaya başladık. Daha çok kişiye özgü genetik ve biyolojik özellikler belirleyici oluyor bugün gelinen noktada. Her bir hedefe ayrı bir ilaç verilecek ve bu şekilde çok yönlü bir tedaviyle hasta iyileştirilecek.
Siz bildiğim kadarıyla bu türlü bir tedavi uyguluyorsunuz hastalarınıza?
Şu anda o devir başladı zaten. Ve hızla artan bir şekilde bu yeni yöntemleri uyguluyoruz, çok da iyi sonuçlar alıyoruz. Tümörün molekül profili çıkarılıyor. Bu henüz yurt dışında yapılabiliyor maalesef.
Yurt dışındaki merkezlerle bağlantı kurup hastalarınızda bu imkandan yararlanıyor musunuz?
Tabii çok. Bazı klasik genlere burada da bakılıyor. İşte bu moleküler profil sayesinde kişinin kanserinin hangi ilaçlara nasıl cevap vereceğini anlayabiliyoruz. Yüzde yüz değil ama büyük ölçüde sonuç alınıyor. Umutsuz görülen vakalarda bile bu türlü bir yaklaşımla uzun süreli yaşam imkanı görüyoruz. Yeni nesil ilaçlar eskiden hayal bile edemediğimiz şeyleri sağlıyor artık. Ve üstelik araştırmaları bitmiş, yeni kullanıma girmiş ilaçlar da var, onları da çok yakında kullanabileceğiz.
Bu ilaçları doğru şekilde kullanmayı bilmek tedavinin en önemli yönü gibi görünüyor?
Tabii takip etmek gerekiyor. Bilmek, öğrenmek gerekiyor. Bu ilaçların hazırlanışı bile özel. Ülkemizdeki onkologlar yurt dışı kongrelere gidiyorlar, takip ediyorlar, orada sıkıntı yok ama sorun şu ki Türkiye’de yeterli sayıda onkolog yok!
Kanser bu kadar geleceğimizi tehdit eden bir haldeyken?
Evet aynen öyle ve önümüzdeki yıllarda çok ciddi bir sıkıntı bekliyor hepimizi. Çünkü bu ilaçlar daha karmaşık bir hal aldıkça bu işi çok iyi bilen, çok sayıda onkoloğa ihtiyaç var. Ama yeni onkologlar yetiştirmiyoruz. Şimdi başlasak 10 sene sürer. Ve bu da önümüzdeki 10 sene Türkiye’de kanser tedavisi yetersiz yapılacak demek. 100 küsur onkolog var çalışan. Amerika’da bir milyon nüfusa bu sayıda onkolog düşüyor dersem durumun vahametini anlatmış olurum herhalde. Bu bir acil durumdur, hemen bir şeyler yapılması gerekir!
Sizin böyle bir isteğiniz olduğunu biliyorum. Yeni onkologlar yetiştirmek istiyorsunuz ama izin verilmiyor?
18 senedir bunu söylüyorum ama akademik bir kurum olmadığım gerekçesiyle onkolog çalıştırmama izin verilmiyor. Elimden geldiğince diğer onkolog arkadaşlarımla haberleşerek bilgimi paylaşmaya çalışıyorum ama bu iş böyle gitmez!
İyi bir onkoloğa ulaşmaya çalışan herkes bu ülkede çok az sayıda isim olduğunu biliyor. İmkanı olanlar onlara ulaşıyor ya olmayanlar ne olacak?
Elimizden geldiğince onlara da yardım etmeye çalışıyoruz. Ama dediğim gibi benim de bir günde bakabileceğim hasta sayısı belli. Daha fazlasını yüklenmem işimi de doğru yapamamam anlamına gelir.
Nasıl hasta kabul ediyorsunuz? Her kapınızı çalanı tedavi ediyor musunuz?
O hastaya gerçekten yardımcı olabileceğimizi düşünürsek tedavisini üstleniyoruz.
Sizin için ‘Çok iyi doktor ama eline düşmeye gör, perişan eder. Çok ağır tedavi uyguluyor’ diyorlar!
Olabilecek en yeni ve gelişmiş tedavileri uyguluyoruz. Bu tedaviler son derece etkili ve yumuşak. Bir tane perişan olmuş hasta göremezsiniz burada. Aksine hasta kesinlikle yaşam kalitesinden olmuyor. Eskiden benim için ‘deneysel tedavi uyguluyor’ lafları edilirdi. Halbuki bunu söyleyenlere göre deneyseldi. Bilimin kabul ettiği en son tedavileri uyguluyoruz. Bunların hepsi de geliştirildikleri yerde normal kullanıma sokulmuş, gerekli araştırmaları yapılmış tedaviler.
Yeni nesil kanser ilaçlarına ulaşmayla ilgili durum ne olacak?
Türkiye’de bütün ülkelerden farklı olarak devlet kanser ilaçlarını çok iyi fiyata alıyor ve vatandaşın kullanımına sunuyor. Bu önemli bir başarı ama böyle devam etmesi imkansız. Yeni nesil yolda olan ilaçlar çok ama çok pahalı.
Bir gün çocukluğumuzda olduğumuz diğer aşılar gibi kanser aşısı olabileceğimizi düşünüyor musunuz?
İnşallah. Aşı da olabilir ama önleyici yöntemler geliştirilecek, o kesin! Kanser çok komplike bir hastalık. İleride moleküler profili çıkardıktan sonra duruma göre farklı ve pek çok tedavinin birleştiği yöntemler izlenecek. Hastalar kanseri, kontrol altında tutulan bir hastalık olarak yaşayacak.
“K anser olsam güvendiğim birine emanet olur, tedaviyi kontrol ederim”
Beslenmenize dikkat ediyorsunuz, kontrollerinizi yaptırıyorsunuz ama sizin de aile hikayenizde kanser var. Bir gün o kontrollerde bu kez size kanser olduğunuz söylense ne yapacağınızı hiç düşündünüz mü?
Tabii bu kadar sene ölümle iç içe bir iş yaparken insanın ölümle barışması gerekiyor. Aslında bunu herkesin yapması gerekiyor. Ölüm, doğum kadar doğal bir şey. Ama bizim toplumumuzda ölüme karşı her yerde görülenden daha büyük bir reaksiyon ve korku var. Ölümle barışmazsanız onkolog olarak çalışmanız psikolojik açıdan mümkün değil. Delirirsiniz. Ben bu konuda dini kitaplar okudum, araştırdım, düşündüm ve sonunda bir karara vardım. Ölümden korkmaya gerek yok çünkü sonrasında ne olduğunu kimse bilmiyor. Kaliteli yaşamak ve bu dünyadan giderken acısız sızısız, şeker gibi gitmek lazım!
Peki yine soracağım siz kanser olsanız ne yaparsınız?
Güvendiğim birine emanet ederim kendimi. Tabii kendim de çok işin içinde olduğum için çok ukalalık etmeden takip ederim durumu. Gerisi Tanrı’ya kalmış bir şey...
Türkler’in ölümle barış sağlayamamasının sebebinin ne olabileceğini düşünüyorsunuz?
Birçok faktörün etkili olduğu kesin. Bilinmezlik var, cehennem korkusu var. Ama bence en çok buradaki hayatın iyi ve istendiği gibi yaşanamamış olması var. Bir şeyleri ıskalamış olmak, pişmanlıklar... Bu durumla karşılaştıklarında ‘daha doğru dürüst bir şey yaşamadım ki!’ oluyorlar. Ama biz İslam’ı doğru dürüst anlayabilsek korkmaya gerek olmadığını anlayacağız. Bu dünyada doğru dürüst yaşamak lazım.
Kanserde en önemli sorunlardan biri de hastanın psikolojik durumu. Karşınızdaki hastayla konuşurken onu anlamaya ve psikolojik yapısına göre konuşmaya çalışır mısınız?
Ben psikiyatrist değilim ama Türkiye’de en önemli problem hasta yakınlarının gerçeği hastadan saklama çabası. Ve bu entelektüel düzeye göre de değişmiyor. Bazı hasta her şeyi bilmek istiyor, bazıları da bilmek istediği kadar soruyor. Ben kesinlikle hastaya yalan söylenmesine karşıyım. Mesela Amerikalılar hasta duymak istesin istemesin durumu olduğu gibi söylerler. Bu da çok doğru olmayabilir. Birçok hasta aslında durumu biliyor ama çok fazla da öğrenmek istemiyor. Ona da saygı göstermek lazım.
“Sigarayı bırakın gece uykusu uyuyun!”
Kanserle beslenme arasındaki bağ için ne düşünüyorsunuz?
Sizce kansere yakalanmamak için mutlaka yapmamız ve kesinlikle yapmamamız gereken şeyler ne? ‘Şunu ye kanser olma, ya da bunu yeme kanser olursun!’ Bunca yıl sonra şöyle düşünüyorum; yok böyle bir şey!
Sigara da mı?
Hayır tabii, sigaranın zararı çok ortada. Hep söylüyorum, girdiği yerden itibaren bütün vücudu dolaşıyor ve her yere zarar vererek dışarı çıkıyor o duman! ¦ Sigara içtiği halde kanser olmayan bir sürü insan da var? Evet nüfusun yüzde yirmilik bir bölümü sigaraya karşı daha dirençli bir vücut yapısına sahip. Ama onlar da sigaraya bağlı başka ciddi akciğer hastalıklarıyla savaşmak zorunda kalıyor. Kansere dönecek olursak; hiçbir şeyin doğrudan kansere sebep olmadığını ya da önleyici gücü olmadığını artık biliyoruz.
D vitaminini öneriyorsunuz ama...
Evet o çok önemli. Eskiden Afrika’daki insanların yeşillik yedikleri, stresli bir hayat yaşamadıkları için kansere daha az yakalandığını düşünüyorduk. Alakası olmadığı artık biliniyor. Güneşten dolayı D vitamini seviyeleri çok yüksek. Tam tersine İskandinav ülkelerine doğru gittikçe kanser görülme sıklığı ciddi olarak artıyor. Çünkü orada da güneş yok. Yakın zamanda bunun sebebi anlaşıldı. D vitamini vücutta yüksekse, hücreler kanserleşmeye giderken o yolu kesiyor ve kanseri önlüyor.
D vitamini almanın en iyi yolu ne?
Artık güneş eskisi gibi değil, o da zararlı. Bu yüzden doğrudan güneşe çıkmayı asla tavsiye etmiyorum. Tavsiyem şu: Eğer çok sık böbrek taşı düşüren biri değilseniz, her ay bir ampul D vitaminini bir çorba kaşığı zeytinyağına koyuyorsunuz. Yarısını siz içiyorsunuz, diğer yarısını da yanınızdaki yakınınız. Bunu ayda bir gün yapmanız yeterli, üstelik inanılmaz ucuz. Enfeksiyonlara ve kansere karşı koruyucu etkisi var D vitamininin. Alzheimer riski bile D vitaminiyle alakalı. D vitamini çok ucuz olduğu için öksüz bir madde. Kimse ondan kar etmiyor, bu yüzden yararı bilindiği halde, özellikle önerilmiyor. D vitaminiyle ilgili araştırmaları yapanlar da Ruslar. Biz onlardan tercüme ederek araştırma sonuçlarından haberdar olduk!
“Şeker pek çok hastalığın sebebi”
Sigara içenlerin doğal olmayan yollarla A, E ve C vitamini almamaları gerektiği söyleniyor?
Hiç alakası yok. Sigara içenlerde C vitamini eksikliği olabilir ama bunun da neye yol açtığı bilinmiyor. Ama C vitaminini doğal yollarla alın, en iyisi o.
Şeker eşittir zehir olarak görülüyor. Siz de kesinlikle kullanmadığınızı söylüyorsunuz. O kadar fena mı durum? Küçük çocukları nasıl uzak tutacak aileler?
Şeker çok ama çok zararlı. Küçük çocuklarda büyüme hızı çok yüksek ve enerjiye ihtiyaç var, onun için daha makul olabilir ama ergenliğe ulaştıkça bilinçlendirerek onları bu alışkanlıktan kurtarmak lazım. Yoksa obezite, şişmanlık dünyadaki en büyük sorunlardan.
Şekerin zararlı tarafı bu mu, yoksa kanserle doğrudan ilişkisi de olduğu için mi zararlı?
Obez olanların kanser riski yüksek zaten. Her türlü hastalığa zemin hazırlayan bir madde şeker. İnsanlık yakın zamana kadar böyle bir madde kullanmıyordu. 500 senedir hayatımızda bu. Buğdaya karşı da bir reaksiyon var artık insan vücudunda. Onu da sınırlı kullanmak lazım. Ama asıl şeker! Mutlaka kesmeli. 12 yaşındaki kızımı ikna ettim bu konuda, artık kullanmıyor.
Peki hiç mi dayanamadığınız şekerli bir gıda yok?
Bakın hiçbir şeyin mutlak yasağı yok. Çok canınız mı çekti, tabii tadacaksınız. Ama makul miktarlarda ve sıklıkla değil. Ben Taş Devri Diyeti’ne inanıyorum. İnsanların elinde listeyle dolaşması gerekmiyor. Temel şey şu; bundan binlerce yıl önce ne varmış, ne yenirmiş? Et, taze sebze, taze yemiş. Bunların dışında hiçbir şey yok! Konserve edilmiş ya da pakete girmiş her şey zararlı.
Taze besinlerin güvenilirliği de tartışmalı...
Evet başımızda böyle bir dert var. Bu sebzeler yetiştirilirken kullanılan ilaçlar sağlığa son derece zararlı. Benim içinde 40 metrekarelik taş kulübem olan bir zeytinliğim var. Bizzat ilgileniyorum bu işle ve zeytinler için bir Japon’un geliştirdiği özel solüsyonu kullanıyorum mesela. Hem zararlı her şeyi öldürüyor hem de sağlığa zararlı değil. Son derece de ucuz. Böyle çözümler kullanılmalı. Bu arada zeytinyağı tüketimini mutlaka artırmalıyız. Her şeye yararlı ve pek çok hastalığı önleyici etkisi var.
Uykunun bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi ne kadar?
7 saat mutlaka uyumak lazım. Gece uykusu sağlık için çok önemli. Mesela gece çalışanlar kanser riski daha yüksektir.
“Hayat bir tek iş yapmak için çok uzun!”
Siz nasıl yaşıyorsunuz?
En çok tabiatta yalnız olmayı seviyorum. Ailemle birlikte, kalabalıklara pek girmeden yaşamayı tercih ediyorum. Deniz kenarında bir yerde çok ilkel şartlarda bir iki hafta kalabiliyorum. Denizin üstünde olmayı da seviyorum, ciddi anlamda uzun mesafe yelken yapıyorum, dinlendirici geliyor. Fotoğrafa merak sardım. Şimdi zeytinciliği öğrenmek çok istiyorum, zeytini çok seviyorum. Hayat bir tek iş yapmak için çok uzun. İnsanın ilgilendiği, keyif duyduğu başka şeyleri de yapması lazım. Hafta arası ise rutin bir hayatım var.
Bir gün içinde neler yaparsınız?
Sabah 9 gibi evden çıkıyorum, hastaneleri dolaşıp buraya geliyorum. Akşamları geç saate kadar çalışmıyorum. Çoğu zaman çıkıp kızımı görmeye giderim. Bana yakın oturuyor. Onunla vakit geçiririm. Bir de 2,5 yaşında oğlum var, onunla da oynarım, öper okşarım çocuklarımı. Bir de geceleri okumayı çok seviyorum ama en az 9 saat uyuyorum. Çok fazla sosyalleşmeye ihtiyaç duymuyorum.
Hep merak ediyorum. Bir yere gittiğinizde herkesin size sormak istedikleri oluyordur. Bununla nasıl baş ediyorsunuz?
Artık alıştım bunlara, ama zaten ‘aman artık yeter’ diyeceğim bir durumda da bırakılmadım. Biraz da çekiniyorlar galiba... Ama son derece insan canlısı ve samimi bir yapım vardır tanıdığınızda. Egom da hiç yoktur! İnsanın egosunu en iyi bu iş terbiye ediyor. ‘Aman ben ne büyük doktorum’ dediğiniz anda hastanız gidebilir ve kalakalırsınız!
Bu ego durumu daha çok cerrahların tek elinde galiba?
Evet kesinlikle onlar aşamıyor bu duyguyu! Ben her gün dünyada nasıl bir pirinç tanesi kadar küçük olduğumu hatırlıyorum. Her gün Allah beni terbiye ediyor. Bu iş gurur kaldırmaz.
Kendiniz için nasıl bir emeklilik hayal ediyorsunuz?
Tabiatın, denizin içinde olmak istiyorum. Ama her zaman bu işle bağlantım sürecek. Çünkü bu artık hayatımın organik bir parçası. Gelişmeleri her gün çok yakından takip ediyorum ve bunu hiç bırakmayacağımdan eminim.
(20.07.2014 tarihli ekten alınmıştır)
- 'Bugün ne pişirsem' diyenlere günün menüsü (17 Aralık 2024)
- Günlük burç yorumları! Filiz Özkol yazdı: Terazi, Boğa, Koç ve diğer burç yorumları
- Temizlik suyuna 1 kaşık eklemek yetiyor! Parkeleri ve fayansları ışıl ışıl yapıyor
- Yeni yıla girmeden iğne ipliğe döndürüyor! Her gün 1 kaşık yetiyor: Metabolizmayı makine gibi çalıştırıyor, adeta yağları akıtıyor
- Tahini yıllarca yanlış yemişiz! Kalsiyum ve demir deposu karışım: Kemikleri taş gibi yapıyor, bağırsakları makine gibi çalıştırıyor