Cüneyt Arkın, Türk sinemasının efsane ismi. Salon filmlerinde de çok sevdik, tarihi avantür filmlerde de. Levent'teki evlerinde 44 yıllık eşi Betül Hanım bizi karşıladı. “Fahrettin” diye seslendi; Cüneyt Arkın geldi. Gerçek ve hayal içiçe geçti bir anda. Efsane aktör, “Gerçek olan Fahrettin, Cüneyt yalancı olan!” dedi ve 76 yıllık hayat hikayesini anlattı...
RÖPORTAJ: SERAL CUMALI
İsmim Fahrettin Cüreklibatır. Çocukluğum, köyde altında uyuduğum zerdali ağacı, kırmızı gelincikler, köpeklerim, kedilerim, sıpam, arkadaşlarım, gençliğim, bütün hatıralarım o isimde. Sonradan gelen Cüneyt Arkın bunların yanında çok yabancı, çok yalancı, çok basit, beyazperdede bir hayal. İsmim film çevirdiğim İran’da Fahrettin, Avrupa’da George Arkin, İtalya’da Steve Arkin oldu.
Ama gerçek olan sadece Fahrettin! Eskişehir- Karaçay Köyü’nde doğdum (8 Eylül 1937). Annem (Salise Hanım), “Ben seni tarlada doğurdum” der. Köyün üstüne öğleden sonra sivrisinek bulutu gelirdi. Herkes sıtmaydı; ben de. Kıtlık gelirdi perişan olurduk. Sofradan doyarak kalktığımı hatırlamam. Oyuncağımız yoktu, topraktan askerler yapar onları dövüştürürdüm. Bilyelerimiz topraktandı. Ama sıpam vardı. Ona değil, eşeğe biner dolaşırdım. Radyo yoktu, tandır ateşinin etrafında babama (Yakup Bey) Hazreti Ali’nin cenklerini okurdum. Bisikletim yoktu, çocuklarım büyürken ben de onlarla bisiklete binmeyi öğrendim. Yazları aileme katkı olsun diye bostan bekçiliği yapardım. Koca bozkırda tek başıma, yanımda sıpam, köpeklerim yaz boyunca ailemden uzak kalırdım. Gece yatınca yıldızlar yüzüme yağardı; hepsine bir isim takmıştım. En güzel uykularımı orada uyudum. Sonra kuş tüyü yataklarda o kadar derin uyuyamadım. Koyun güderdim, duyduğum tek müzik koyunların geviş getirme sesiydi. Tabiatla yapayalnız kaldığım o günler öyle bir iç zenginliği yarattı ki, bunu Cüneyt Arkın’lığım boyunca kullandım.
“Tahta bir bavulla İstanbul’a geldim”
Necatibey Okulu’nda öğretmenim Naime Coşkuner bana kitaplar verdi. Okumayı ve yazmayı sevdim. Şiir de yazdım. Abi gibi gördüğüm amcamın oğlu Fikret Cüreklibatır doktordu. Anadolu’da; ailede okumuş biri varsa, küçüklere “Sen de öyle ol” derler. Annem ve iki ablam iki kuruş denkleştirdi, eski tahta bavulla babamdan gizli İstanbul’a geldim. Haydarpaşa’ya indim; şaşırdım. Sirkeci’de, köyden gelmiş hiç tanımadığım 3 kişinin kaldığı bir odada 4. kişi olarak kaldım. Ucuza geliyordu. Tıp fakültesine üçüncü girdim, hem çalıştım, hem okudum. Bir an önce para kazanmak için 6 yıllık fakülteyi 5.5 senede bitirdim. Doktor olarak Adana’nın bir köyüne düştüm. Çocuk istemeyen kadınların rahmindeki cenini kocakarılar çubukla zedeliyordu. Delinen rahim enfekte oluyor, kadın ölüyordu. Kadınlar kirli elleriyle doğum yaptırıyordu. Engelemek istediğimde, gebe kadının babası ve kocası ellerindeki çifteleri bana doğrultuyordu. O kadın da çocuğu da ölüyordu, erkek olduğum için bana müdahale ettirmiyorlardı. Kadınlara şalvar üstünden iğne yapabiliyordum. İlaç yoktu, kızamıktan 10 günde 20 çocuk öldü. “Ben ne işe yarıyorum” diye düşündüm ama hayatını kurtardıklarım da oldu. 3 sene orada, sonra Eskişehir’de doktorluk yaptım. Çok iyi doktordum. Doktorluk hayata, insana bakışımı değiştirdi. Sonradan doktorluğu bırakıp artist olunca da film çektiğimiz mahrumiyet bölgelerinde doktor olmadığı için hasta baktım. İyileştirdiğim çok hasta oldu.
“Para kazanmak için artist oldum”
Nöroşirurji ihtisası yapmak için kadro bekliyordum. Beyoğlu’nda Halit Abi (Refiğ) ile karşılaştım. Ortak dostlarımız vardı; “Ne yapıyorsun doktor?” dedi. “Sürünüyoruz” dedim. “Bir film yapacağım oynar mısın?” diye sordu. İlk aklıma gelen “Ne kadar alacağım” oldu. “500 lira” dedi. Beni bir yıl geçindirirdi! “Kadro beklerken oynarım” dedim. “Gurbet Kuşları’ ile 1964’te sinemaya adım attım. Atış o atış! Filmin oynadığı gün üç film teklifi geldi, bu sefer 500 oldu 1000 lira. Bir baktım Cüneyt Arkın olmuşum. Gurbet Kuşları’nın prodüktörü ve rejisörü, “İsmini değiştirelim” dedi. Babam, bir Türk kahramanı olan Cüneyt’i çok severdi. Üniversitede Arkın Kitabevi’nin sahibi bize bedava kitap verirdi. Ona vefa borcumu ödemek için soyadım da Arkın oldu. İlk filmlerim romantikti. Ama piyano çalmaktan, kör olup gözlerimin açılmasından çok sıkıldım, kahraman oldum! “Briyantinli saçlı, piyano çalan salon oğlanı nasıl o filmlerde oynayacak?” dediler. Bense salon filmleri çekerken, hareketli filmlerde yaptığım o akrobasileri öğrenmek için bir yıl Medrano Sirki’nde çalıştım. Sonra Kazak Sirki geldi; orada da at üstünde akrobasiyi öğrendim. İlk Malkoçoğlu’nda sirkte öğrendiklerimi uyguladım, herkes şaşırdı. Sinemada görsel bir şov seyrettiler. Çok tuttu; ardından Kara Murat, Battal Gazi geldi. Muhteşem Yüzyıl’daki Malkoçoğlu, meyhanede içip meyhane kadınlarıyla yatıyor, sokakta kız peşinde koşuyor. Öyle Malkoçoğlu olur mu? Malkoçoğlu ömrü boyunca at sırtında koşan orada yiyip içen bir akıncı. Büyük masraflarla Karaoğlan çekildi, tutmadı. Çünkü benim filmimdeki kahramanlar çok sıcaktı.
“İlk görüşte aşk diye bir şey yok”
Aşk konusunda bir şiir yazdım; “Aşk bir eşkıyadır/ Dağ ateşleri yakar yüreklerde” diye. İlk görüşte aşk diye bir şey yok. Çok yalnızlık çekiyordum. Malkoçoğlu atıyla konuşurdu, ben arabamla konuşuyordum. Sonra Betül’ü tanıdım; ondan öncesini hatırlamıyorum. Bir toplantıda gördüm Betül’ü. O da çok yalnızdı. Hemen hissediliyordu. Yalnızlığımız birbirimize yaklaştırdı. Öylece ilişkimiz başladı. Sonraki dönemde özellikle evliliğimizde bir sabır taşıydı. Bana katlandı, zorluklar çekti. Sabah evden çıkarken; “Akşam yemeğe gidelim” derdim, sabaha karşı gelirdim. Mevsimlerin bile farkına varmadan çalışıyordum. Neler yaşadığının farkında bile değildim. İki oğlumuz Murat ve Kaan’ı çok iyi yetiştirdim. Murat oyuncu oldu; bana “Cüneyt Arkın olur mu?” diye soruyorlar. Artık kimse Cüneyt Arkın olamaz! Çünkü ben kanlar kustum, süründüm, haykırdım, çığlıklar attım kimse duymadı. Kavga hareketlerini bir ay figüranlarla çalışırdım, Betül karavanalar pişirirdi. Benim her kazandığım kuruşta alın terim değil kanım var. Ben öyle başardım!
(02 .06.2013 tarihli Posta Gazetesi'nin Karnaval ekinden alınmıştır.)
- Fazla kilolardan anında kurtarıyor! Sadece 2 malzemeyle hazırlanıyor: Bel, basen ve gıdıdaki yağları şıpır şıpır eritiyor
- Botoksa para dökmeye hiç gerek yok! Uyumadan 1 damla süren sabah 10 yaş gençleşiyor
- Tahinin içine 1 kaşık ekleyin! Damarları çamaşır suyuyla temizlenmiş gibi yapıyor, hastalıklardan koruyor, kemikleri beton gibi yapıyor, C vitamini kralı
- Kahvaltıda 1 kaşık yiyen 30 yıl hastalanmıyor! Ömrü uzatıyor, bağırsakları harıl harıl çalıştırıyor, tam bir mineral deposu, doğal antibiyotik
- Bağırsakları motor gibi çalıştırıyor! Sabahları 1 kaşık yemek yetiyor, lavabo gibi tıkalı bağırsakları açıyor!