Zülfü Livaneli, yeni romanı ‘Kaplanın Sırtında-İstibdat ve Hürriyet’i okuyucusuyla buluşturdu. İkinci Abdülhamid, 33 yıllık bir saltanattan sonra bir gece kendini Selanik’te, sürgünde buluyor. Roman da tam burada başlıyor. Pek çok çevrede şimdiden tartışmalara yol açan roman, sırtını tamamen gerçeğe yaslıyor ama aynı zamanda zengin bir kurgu dünyasının içine davet ediyor okuyucusunu. Zülfü Livaneli ile yeni romanını ve daha fazlasını konuştuk.
Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
Yeni romanınız ‘Kaplanın Sırtında-İstibdat ve Hürriyet’, alışık olduğumuz Livaneli romanlarından farklı bir yerde duruyor. “Usta, üreten değil, ürettiği eserdir” cümlenizden yola çıkarsak, bu eser, okuyucusunun yanı sıra üretenine neler öğretti?
Beş yıllık bir hazırlık süreci oldu bu romanın. Hem Türkiye hem dünya arşivlerinde araştırmalar yaparken hanedan üyelerinden kimileriyle de uzun sohbetler yapma imkanım oldu. Daha önce de tarihi bir roman kaleme almıştım. Tarihin ve kurgunun iç içe geçtiği eserler yazmak, buna kafa yormak beni mutlu eden süreçlerden.
Okurken bana şu duygu geçti. Osmanlı’nın son dönemi, en azından saraydaki hayat Cumhuriyet’in hazırlık süreciydi. Yüzü batıya dönük; opera dinlenen, piyano dersleri alınan, Fransız modasını takip eden bir Osmanlı var. Doğru bir tespit mi?
600 yıl var olmuş, üç kıtada hüküm sürmüş bir imparatorluğu tek bir kalıba sığdırmaya çalışmak temelden yanlış düşüncelere sürüklüyor insanları. Oysa o altı asrın kendi içerisinde pek çok farklı devri, kavgaları, mücadeleleri mevcut. İkinci Abdülhamid Fransızca bilen, alaturka müzikten hoşlanmayan, piyano çalan, sarayında özel bir opera sahnesi ve ekibi bulunan bir padişah. Ayrıca rakı ve bira fabrikaları açtırmış kendi döneminde.
PADİŞAHLAR ULEMADAN ÇOK ÇEKMİŞ, BUGÜN ULEMA YOK AMA ONU TEMSİL EDEN ZİHNİYET YİNE VAR
Bunlar çok az bilinen şeyler…
Evet, bunlar pek bilinmez. Osmanlı’da, İkinci Mahmud’dan itibaren başlayan bir Batılılaşma çabası var. İmparatorluğun çökmekte olduğunu görüyorlar ve buna uygun tedbirler düşünüyorlar. Fakat tüm bu çabanın karşısında ‘ulema’nın direnci belirleyici oluyor. Padişahlar ulemadan çok çekmiş. Hanedanın son büyük ismi Ertuğrul Osman Efendi, “Benim ailem en çok ulemadan çekmiştir.” der. Şimdi Osmanlı yok, Cumhuriyet var ama o dönemin ulemasını temsil eden zihniyete hayatın her alanında tesadüf edebiliyoruz. Mücadele devam ediyor yani.
İkinci Abdülhamid hem çok güçlü bir karakter hem çok insani zaafları var. Bitmeyen ölüm vesveseleri, kendi gölgesinden bile korkması, suyunu mühürlenmiş şişelerden içmesi… Romanı yazarken bu ayrıntıların birilerini rahatsız edeceğini düşünerek çekinceler yaşadınız mı?
Bu romanı yazmaya koyulduğumda alacağım tepkileri de tahmin ediyordum. Burada kesin bir şekilde ayrışmış iki kutup var. Ben bu konunun daha entelektüel bir temelde tartışılmasına da zemin hazırlamak istedim elbette. Bu konuda başarılı olduğunu görüyorum romanın. Fakat meseleyi kişiselleştiren, sloganlar üzerinden tepki gösterenler de oldu tabii ki. Ancak kitabı okuyanların büyük kısmı olumlu mesajlarla beni mutlu ediyor.
BİRİLERİNİ RAHATSIZ ETMEKTEN HAYATIM BOYUNCA ÇEKİNMEDİM
Romanı yazarken özellikle birilerini rahatsız etmek, sarsmak istediniz mi?
Bir roman yazarı olarak okurlarıma edebi bir tat sunmayı amaçlıyorum öncelikle. Birilerini rahatsız etmekten de hayatım boyunca pek çekinmedim doğrusunu isterseniz. Bu dönemi ele almanın tartışmaya neden olacağını biliyordum. Fakat çok tartışmalı bir şahsiyet hakkında süren ideolojik kamplaşmanın örttüğü gerçekleri ortaya çıkarabilmek önemliydi benim için.
“Aristotales’i okurken İbn-i Rüşd’ü ihmal etmesek iyi olacak” diyorsunuz. Bilgiyi edinme konusunda bile kutuplaşmamız size ne hissettiriyor?
Doğulu muyuz Batılı mıyız? Buna kendi içimizde bir yanıt bulabilsek pek çok sorunu çözme yolunda önemli bir adım atmış olacağız aslında. Yukarıdaki cümlede zenginliğimize vurgu yapmak istiyorum. “Hem Batılıyız hem de Doğulu” diyebilsek bu bölünmüşlük hali de ortadan kalkacak belki de.
BUGÜNKÜ SİYASİLERİMİZ DE BATI’YI ÜST MEDENİYET OLARAK GÖRÜYOR
İkinci Abdülhamid için “Siyaseti İslami ama şahsiyeti Avrupai” diyorsunuz. Bugünkü siyasetçilerimizin çoğunun da çocuklarına yurt dışında eğitim aldırdığını düşünürsek, bu tespitiniz bugünkü siyasetçilerimiz için de geçerli mi?
Osmanlı hanedanı yurt dışına gitmeleri istenince nereye gitti? Ezici bir çoğunluğu Avrupa’ya gitti. Doğu’ya giden olduysa da tek tük oldu. Hiçbiri bir İslam ülkesine gideyim demedi. Bugün de eline para geçen insanların hemen Londra’da ev aldıklarını, Amerika’ya gittiklerini, çocuklarını orada okuttuklarını görüyoruz dediğiniz gibi. Demek ki onlar da bir üst medeniyet olarak Batı’yı görüyor. O bakımdan bir benzerlik var ama kendi yaşam biçimleri Batılı değil.
BUGÜNKÜ SİYASİLER ARASINDA ÜZERİNE ROMAN YAZMAYA DEĞER BİRİNİ GÖREMİYORUM
İkinci Abdülhamid bu romanı okusa severdi hissi geçti bana. Hiç karikatürize edilmemiş. Sizce ne hissederdi?
Abdülhamid okusa sever miydi bilmiyorum. Aslında Abdülhamid’in kişiliğine, düşüncelerine, hislerine yaklaşmaya çalıştım. Kendisi anı bırakmadığı için onun civarındaki insanların sahih anılarından yararlandım. Bazı sivri unsurları ben dile getiremezdim, onların anılarından alarak koydum. Şimdi bazı sözüm ona, bu lafı da sevmiyorum ama böyle de demek gerekiyor; tarih bildiğini düşünen bazı kişiler çıkmış, “Şu söz olur mu, bunu padişah söyler mi, böyle davranır mı?” diye yazıyorlar. Ben de kaynakça verdim. Alın Ömer Faiz Efendi’nin anılarını okuyun, orada ne demiş? Evet tarih tekerrür ediyor ama Abdülhamid farklı bir kişilik. Onun çelişkileri çok daha derin.
Türkiye siyasilerine bakınca, üzerine roman yazma hissi uyandıracak bir isim var mı sizin için?
Pek öyle bir isim göremiyorum.
Biraz gündelik hayata, günümüz gerçeklerine dönersek… Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Kendimi iyi hissediyorum çünkü roman, okuruna kavuştu. Yabancı dillere çevirileri başladı. Dünyada 41 ülkede çıkıyor kitaplarım. Bu da çoğunda çıkar herhalde. Önce İngilizcesi başladı. Yunancası başlıyor. İyi hissediyorum, iyiyim. Çalışmalar çok…
Gündemin, memleket meselelerinin tamamen dışındaki anlarınızda neler yapıyorsunuz?
Hep yaptığım işi yapıyorum. Çocukluğumdan beri sanatla, müzikle uğraşıyorum. 20’den fazla Nazım şiiri bestelemiştim, biliyorsunuz. Bunlar bir senfonik müzikal ve bale oluyor. Böyle bir Nazım müzikalinin yaratılması için kendi alanının çok saygın isimleri çalışıyor. Çok büyük bir kadro… Bir aksilik olmazsa 20 Eylül’de, İstanbul’da Açıkhava Tiyatrosu’nda gala var. Ben de izliyorum, gerçekten çok görkemli bir çalışma oluyor.
BEN SAHNE İNSANI DEĞİLİM, KENDİ PARÇALARINI MIRILDANAN BİRİYİM
Sahnede mi yoksa yazarken mi kendinizi daha özgür hissediyorsunuz?
Garip gelecek ama ben sahne insanı değilim. Bunu başından beri söyledim. Ben kendi yaptığı parçaları mırıldanan bir insanım. Türkiye’de şöyle bir sorun var; bir kere eğlence müziği ile bizim yaptığımız gibi daha kültüre dayalı müziği ayıramıyor insanlar. Sonra da besteciyle, şarkı yazarıyla da şarkıcıyı ayıramıyor ve herkesi aynı potaya koyup, “Onun mu sesi güzel, bunun mu sesi güzel?” diyor. Bu ilkel toplumlarda böyle.
Bu bakış açısı size ne hissettiriyor?
Ben 400 şarkı bıraktım bu ülkeye. Bir takım orkestra eserleri, 40’tan fazla film müziği, oyun müziği, bale müziği… Ben, besteci olarak tatmin olmuş durumdayım. Zaten sahneyi, şarkı söylemeyi sevmem. Yıllardır da yapmıyorum.
- Köyceğiz'de hasadı başladı! Zorlu mesai sabahtan akşama sürüyor: En güçlü antioksidan kaynaklarından biri
- Karıştırıp göz altına sürün! Damarları daraltarak morlukları gideriyor: Canlandırıp ışıl ışıl parlatıyor
- Bağırsak temizliği reçetesi! Sindirim sistemini 5 kat hızlı çalıştırıyor: Kabızlığı bitiriyor
- Sabah aç karna tüketen zayıflıyor: Depolanmış yağları parçalıyor: Adeta iğne ipliğe döndürüyor
- Kolajen üretimini 10 kat hızlandırıyor! Gençlik iğnesinden farkı yok: Kırışıklıkları milim milim açıyor