MagazinTiyatroda hiçbir zaman Lale Devri olmadı

Tiyatroda hiçbir zaman Lale Devri olmadı

Paylaş
Tiyatroda hiçbir zaman Lale Devri olmadı

Sahneleri de muhabbetleri de doyumsuz. İki usta sanatçı, Çiçek Dilligil ve Nedim Saban neredeyse çocuk yaştan beri birlikte üretiyorlar. Yeni oyunları ‘Annem Hep Derdi Ki’ vesilesiyle buluştuk.

Televizyonda bu kadar büyük paralardan söz edilirken siz asla doyamıyorsunuz tiyatronun tozuna. Şimdi de yeni oyununuz başlıyor. Aşk mı bu, kara sevda mı?

Haberin Devamı

Nedim Saban: Geçenlerde bindiğim bir taksinin şoförü, ‘Nasılsınız Nedim Bey, nerelerdesiniz?’ dedi. ‘Sahnedeyim, tiyatroya devam ediyorum’ dedim. ‘Tabii artık emeklilik sizinki, televizyon daha gençlerin işi’ dedi. Ben hemen telefona sarıl, buna sıfır puanları bir bas… (Gülüyor) Bunun bir tercih olduğunu düşünemiyor bile bakın. Elbette aşk, elbette sevda ama şunu da söylemek isterim, bu meslekten para kazanan da birçok insan var, tam karşılığını özellikle şu dönemde almak mümkün değil ama bunun sebepleri ayrıca tartışılır.

Çiçek Dilligil: Aşk olmadan, sevda olmadan mümkün değil ama benim için aynı zamanda bir görev bu. Aileden gelen bu misyonu taşımak gibi de düşünüyorum. Mesleğiniz adına sizi var eden, besleyen bir antrenman gibi. Ben dizi yaparken de tiyatroyu hiç bırakmadım. Bu bir seçim aynı zamanda.

Haberin Devamı

Bu işe gönül veren gençlere öneriyor musunuz peki yoksa, ‘Ne işin var burada, git paranı kazan’ dediğiniz de oluyor mu?

N.S.: Onların hayat bakışına bağlı, o ne istiyor, bu önemli. Tiyatroyu basamak olarak görüp oradan hızla televizyona geçmek istediğini fark edersem cevabım ona göre değişiyor.

Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı’nın, ‘Lale Devri bitti. Çalışmadan yıllardır para alan oyuncular var’ eleştirisine ne diyorsunuz?

N.S.: Tiyatroda hiçbir zaman Lale Devri olmadı, tiyatrocunun Lale Devri olmaz. Evet, ödenekli tiyatrolar bize göre bir tık daha ‘Lale’ ama orada oynamayanların bir kısmının zaten sağlık problemi var. Ya da şu oluyor mesela; bazı yönetmenler bazı oyuncularla çalışmak istemiyor. Belki yüzde 5’lik bir kısmında haklılık payı vardır o eleştirinin ama jargon olarak da çok yanlış ve kırıcı bir ifade.

Ç.D.: Sistem yanlış işliyor zaten, bu kurumların dönüp baştan sıfırlaması gerekiyor bazı şeyleri. Herkesi bir havuza atıp oradan her oyuncuyu aynı şekilde değerlendirmek ve itham etmek çok yanlış ve çok kırıcı. Tabii ki devletin tiyatrosu olmalı ama o zaman niye üç kişilik oyunlar yapıyorlar, bırakın bunları özel tiyatrolar yapsın. Siz büyük işler yapın. O kadar çok boyutu var ki bu konunun.

Haberin Devamı

Tiyatroda hiçbir zaman Lale Devri olmadı

‘Annem Hep Derdi Ki’ 21 Ekim Torium AVM de, 26 Ekim’de Kadıköy Eğitim sahnesinde izlenebilir.

ANNEM HEP DERDİ Kİ: SALATALIĞIM VAR DİYENE TUZUM VAR DİYE KOŞUYORSUN

Yeni oyununuzun adı ‘Annem Hep Derdi Ki’. Nasıl bir oyun izleyecek seyirci?

N.S.: Okuduğumda fikrine vurulduğum bir oyun. Tamamen iyilik üzerine bir komedi. Artık komedi neredeyse sadece kara komedi olarak yapılıyor. Burada tamamen iyilik değerlerini öne çıkaran bir hikaye var.

Ç.D.: Yurt dışında yaşayan iki bekar çiftin tekrar İstanbul’a dönmesi ve yaşadıkları o yabancılaşma, tekrar uyum sağlamaktaki zorlanmaları var. Ben erkek olanın annesini oynuyorum. Bir temizlik hastasıyım. (Gülüyor) Ama kötü bir kaynana değilim asla. Tam bir yurdum annesi aslında.

Sizin kulağınıza küpe olan, ‘Annem hep der ki’ diye başlayan cümleleriniz neler?

Ç.D.: ‘Salatalığım var diyene tuzum var diye koşuyorsun’ derdi. Her şeye yardım ederim onu da yapalım, ben yardım diye koşardım çünkü. Annem de öyle bir kadındı zaten. Kendi deneyimi üzerinden herhalde, kendi ağzı yandığı için benim yoğurdu üflememi istiyordu belki de.

Haberin Devamı

N.S.: Benim daha çok babaannemin öğütleri kulağımdadır. Babaannem hep, ‘Hayatta seni ne mutlu ediyorsa o işi yap’ derdi. Dediğini yaptım ben de.

Tiyatroda hiçbir zaman Lale Devri olmadı

GENÇLER ÇOK GÜVENSİZ SÜREKLİ KAZIK YEMEKTEN KORKUYORLAR

İşleri güçleri bir yana koyarsak, ruh haliniz nasıl?

Ç.D.: Ülkenin, dünyanın hali nasılsa biz de öyleyiz. İstediğin kadar kendi halin vaktin yerinde olsun, dünya bu haldeyken mutlu olmak mümkün değil. Öyle dertler var ki asıl dertleri konuşmaya, çözüm üretmeye de sıra gelmiyor. Herkesi genel olarak mutsuz görüyorum maalesef.

N.S.: Beni bir de gençlerde gördüğüm güvensizlik çok üzüyor. Sürekli bir kazık mı yiyeceğim tedirginliği içindeler. Herhalde başka alanlarda gördükleri, yaşadıkları deneyimlerden kaynaklı ama sanat güvenli bir ortamda yapılabilir ancak. İnsanlarda güven kalmadı.

Geriye bakıp bir hayat muhasebesi yaptığınızda içinizde nasıl duygular yükseliyor?

Ç.D.: Aslında inanılmaz hüzünlü, çok kayıplarla dolu bir yaşantım var. Erken yaşta baba kaybı, anne kaybı. Epey dramatik bir hikayem var bakarsanız ama bende yansıması hiç büyük bir hüzün değil. Hayat sanki kayıpların karşısına bana hep bir armağan vermiş gibi hissediyorum. Bu belki benim iyimserliğimden, belki kaderciliğimden, bilemiyorum. Ne yaşanmışsa demek ki öyle olması gerekiyormuş diye bakarım hep.

Haberin Devamı

N.S.: Ben geçmişe bakınca içimde hüzün baskın geliyor ama kaba nostaljiyi de sevmiyorum hiç. Büyük tabloya da bakarsam, beni en hüzünlendirecek şey bugün tiyatro yapamayışım olurdu herhalde. O yüzden özünde mutluyum.

Tiyatroda hiçbir zaman Lale Devri olmadı

NEDİM SABAN: GERÇEK ARİSTOKRAT YEDİĞİNİN FİŞİNİ PAYLAŞMAZ BU, KÜÇÜK BURJUVANIN SIKICILIĞIDIR

Nedim Bey, sizinle eski röportajımızı okudum. ‘Küçük burjuva lafından korkarım, hani o küçüktür gerçekten, küçük bir dünyadır’ demişsiniz. Bir an kahkaha attım. Bunu biraz açar mısınız?

Bütün yaz duyduğumuz hikaye işte; Bodrum’da efendim şuraya gittik, iki karides yedik, şunu içtik, şunu ödedik. Sürekli bir fiş paylaşmalar… Gerçek aristokratın ne yediğini ne içtiğini ne kadar para harcadığını biz asla bilmeyiz. İşte küçük burjuvanın sıkıcılığını anlatan iyi bir örnek. O kendini burjuva zanneder sorsan ama gerçek burjuva evinde hiç yemek pişmese, üç çeşit yemeği var gibi davranır. Ruh olarak budur aristokrasi.

Çiçek Hanım, siz de kültürel olarak çok az insana nasip olacak bir aileye doğmuşsunuz. Avni Dilligil, Aliye Rona, Enis Fosforoğlu… Böyle bakınca, sanat üretenin tuzu biraz kuru olmalı algısına katılıyor musunuz?

Ç.D.: Şöyle söyleyeyim; babamın vefatından üç hafta sonra tiyatronun levhası vergi borcu yüzünden indirilmişti. Eve haciz gelmişti. Haciz memuru buzdolabını ağlayarak çıkarmış evden, koskoca Avni Dilligil’in evinden eşya kaldırıyoruz diye. Özellikle bizden öncekiler için hele hiç geçerli değil. Aksine cefasını da sonuna kadar çekmişler ama üretmekten hiç vazgeçmemişler. Bu bakış açısı büyük bir kolaycılık bence.