Ne zaman ki birbirinden farklı kategorilerde, birbirinden onur verici Nobel Ödülleri’nin verileceği gün gelir; o zaman değil yalnız Stockholm sokakları, tüm dünya birden o büyülü tören anına esir olur, ödül sahiplerini saygıyla ve hayranlık dolu gözlerle selamlar.
Evrensel olarak kabul gören bu ödülü alan bilim insanları ve sanatçılar, bulundukları yıl itibariyle kendilerini yeryüzüne kanıtlamış olmanın haklı gururunu yaşar ve tüm bu başarı ile sevinç duygularının bir bütün olarak vuku bulduğu bronz heykeli coşkuyla havaya kaldırır.
İsveçli kimyager ve mühendis, dinamitin mucidi Alfred Nobel'in 1896'da açıklanan vasiyetnamesiyle kurulan dernek vesilesiyle ortaya çıkan Nobel Ödül Töreni’nin 1901’deki kuruluşuna dayanan ve günümüze kadar ulaşan zaman dilimine kadar bu çoğu kez böyle süregelir.
Elbette, bazen duruma bambaşka bakış açılarıyla yaklaşarak örüntüyü bozan ve ödülü reddeden; yahut kimliği, duruşu ve başarılarıyla ödüle layık görülüp sonunda haksız yere törenden diskalifiye olan, çoğumuzun düşünce ve eserlerine pek yakından aşina olduğu birbirinden değerli isimler de tarih sahnesine büyük harflerle imzasını atmıştır.
Bu kişilerden biri, edebi dehasının yanı sıra alışılmışın dışındaki kişiliğinden ötürü yaşadığı dönemde dünyanın en ünlü insanlarından da biri olan Tolstoy’dur.
TOLSTOY
Başta ödül verilmeyen, akabinde ödülü reddeden yazar olarak birincil bahsedilmesi gereken Tolstoy, Nobel Ödülleri’nin düzenlendiği ilk yıl, Kilise’nin otoritesini reddettiği gerekçesiyle aforoz edilir. Varlıklı ve soylu bir aileden gelen Tolstoy, zorla ele geçirildiğine inandığı için özel mülkiyete ve devlete de karşı çıkar.
Tolstoy’un bu kökten muhalif idealistik tutumu, eserlerinin jüri tarafından “yeterince idealistik” bulunmaması gerekçesiyle onu ilk Nobel’inden eder.
Yarışmanın beşincisi düzenlenirken Rusya Bilimler Akademisi, Tolstoy’u yeniden Nobel’e aday gösterir, yazar ise duruma müdahale eder ve ödülün tarafına ulaştırılmaması için her şeyi yapar; zira, artık kendisini takdir etmek için geç kalınmıştır.
JEAN PAUL SARTRE
Nobel’in bir diğer reddediliş hikayesi, hayatı boyunca tüm resmi ödülleri almayı reddeden Fransız yazar Jean Paul Sartre’ın 1964’te kendisine sunulan Nobel Edebiyat Ödülü'nü komitenin insani tutumunu evrensel etik değerlere aykırı bulduğu gerekçesiyle geri çevirmesi ile şekillenir.
VIRGINIA WOOLF
Ödüllerde son sözü söyleyen İsveç Akademisi, gelmiş geçmiş en iyi roman yazarlarından biri olan Virginia Woolf’u ise “sözde” eserlerinden dolayı fazla deneysel ve karamsar bulduğu gerekçesiyle erkek egemen anlayışın hakim olduğu Nobel Ödülleri’nde adaylıktan men eder.
Fakat, itiraf edelim, bunun asıl nedenini hepimiz ne yazıktır ki gayet iyi biliriz.
Gelelim listenin devamına...
NAZIM HİKMET
Gelmiş geçmiş en büyük şairlerden biri olarak dünyaca kabul görmüş Nazım Hikmet’in Nobel Edebiyat Ödülü alması konusu üzerine daha önce pek çok kez tartışılmış olsa da, Hikmet de tıpkı Tolstoy gibi benimsediği idealist felsefe dolayısıyla bir türlü hak ettiği ödülüne kavuşamaz.
YAŞAR KEMAL
Yaşar Kemal de öyle... “Nobel’e 1973’ten beri adayım, ölene kadar da aday olacağım” diyerek Nobel’e en az 20 kez aday gösterilen Yaşar Kemal, yine benzer sebepler ile ödül alamaz. Üstelik; dünyaca ünlü yazar, bilim insanı, göstergebilimci ve düşünür Umberto Eco’nun bile hayranı olduğu, bu denli usta bir kaleme sahipken!
Son olarak, geçmişte herkesin bildiği fakat kimsenin söyleyemediği, günümüzde ise yavaş yavaş nihai özünü tüm dünyaya göstermiş Nobel algısından bahsetmek ve cümlelerimi ilgili konu aracılığıyla noktalamak istiyorum.
Uzun yıllardır kurucusunun ölüm tarihi olan 10 Aralık’ta düzenlenen Nobel Ödül Töreni hakkında özellikle geçtiğimiz son birkaç yılda çeşitli söylentiler ortaya çıktı.
2009’daki bir habere göre, Nobel Vakfı paralarının silah şirketlerinin hisselerine yatırıldığı ve hatta bir silah şirketinin de ödüllere sponsor olduğu söyleniyor.
Ayrıca, 2018’de akademide yaşanan cinsel taciz skandalından ve son olarak 2019’da savaş suçlarını savunan bir yazara ödül verilmesinden sonra, Sartre’ın bundan seneler önce bahsettiği o “etik değerlere aykırılığı” şimdi gayet iyi anladığımızı düşünüyorum.
Görünen o ki; ne “bir otoriteyi” ne de “edebi bir zevki” temsil eden Nobel’i almayan ya da alamayan tüm bu yazarlar, başta bahsini geçirdiğim o büyük heyecanlar eşliğinde ödülüne kavuştuğu halde şimdi adı dahi anılmayan o diğer “usule uygun görülmüş” yazarlara göre tarihin her anında etkilerini gösterebiliyor, kalplerimizde görüş ve kişilikleriyle her an unutulmaz yerler edinebiliyorlar!