Bu ayın yazılarından birinde, 10 Kasım haftasında, Yunanistan’ın renkli ve hareketli kenti Selanik’i gezmiştik sizlerle. Başkentine bakmadan bir ülkeyi tam manasıyla tanıyamazsınız. Yakın ve nispeten ucuz gezi rotalarına ihtiyacımız olan şu günlerde; Atina makul bir seçenek gibi duruyor. Gelin bu hafta da komşunun tarih kokan başkenti Atina’yı gezelim. Akropolis’e çıkalım… Akşamına da mezelere gömülürüz.
ŞEHRİN ORTASINDAN YÜKSELEN AKROPOLİS
Takvimler 2014’ü gösteriyordu. Çok Gezenti programımızın ikinci bölümünü “Atina” olarak çekebiliriz fikri, özel bir doğum günü kutlamasıyla geldi. Atina’ya çocukluk arkadaşım Deniz’in doğum günü için gitmiştik… Hayır, Deniz Atinalı değil. Hiçbirimiz değildik. Ama böyle farklı, sade, tarih kokan bir şehirde sevdiğim arkadaşlarımla buluşmak ve dolaşmak; beni tarifsiz mutlu etmişti. Kahvesi güzeldi Atina’nın.
Güne, köşe başındaki küçük kafelerde birer double espresso atarak başlıyorlardı. Sonra ne yapıyorlardı peki? Hiç. İnanın pek bir şey yapmıyorlar. Bu kesinlikle bir milletle dalga geçmek, eleştirmek için değil; tamamen objektif bir gözlemdir. Atina’da dolaştığımız ve çekim yaptığımız 4-5 gün boyunca; işyerlerinin sakinliğine ve iş saatlerinin azlığına dikkat kesilmiştik. Sabah 10:00- 12:00 arası bir açıyorlar dükkanlarını (yerel halk için olanlar), öğlen iki saat dinlenme, akşam üstü de bir iki saat açıp; hoop eve ya da bir restorana koşuyorlar.
Plaka bölgesi ve Kerameikos, başkentin sosyallik mekanlarını toplamış bulunuyor. Tavernalardan buzuki sesleri, uzo kokuları… Damaklarda otlu, zeytinyağlı mezelerin, deniz mahsullerinin en güzel tatları… Kendi aralarında muhabbet sohbet gırla ama yabancıyla pek fazla konuştukları söylenemez Yunanlıların. Kapalı bir toplum. Turizm temel geçim kaynakları; turist için her imkan sunuluyor tabii. Şehir içinde Yunan tapınakları, sürüsüne bereket mitolojik iz…
Olimpian Zeus Tapınağının geniş alanına ve binlerce yıldır dimdik ayakta duran uzun sütunlarına bakan Central Athens Oteli’nde kalıyoruz. Şu an baktım; geceliği 100 Euro. Sabah perdelerinizi açtığınızda sisler arasında yükselen bir Zeus Tapınağı görmek, anlatılır gibi bir his değil… Tarihinin Atina’ya bıraktığı en önemli yapı ise elbette ki Akropolis. Şehrin merkezinde Akropoli durağı turistlerin buluşma noktasıdır.
Akropolis Müzesi’nin içinde, kafanızı kaldırdığınızda yukarıda göreceğiniz muhteşem antik kentin bulgularını ve Yunan tarihinden pek çok değerli eseri görebilirsiniz. Yine buradan kalkan minik shuttle trenlerden birine atlayın ve tıngır mıngır tırmanın yukarıya... Geçerken duvarlarda Karagöz ile Hacivat’ın grafittilerini, kuklalarını falan görürseniz şaşırmayın. Baklava, döner, sarma gibi; hala iki ülke arasındaki bir “aidiyet” tartışmasıdır bu da… Akropolis, malumunuz, tüm Avrupa’nın en önemli tarihi alanı belki de.
Milattan Önce 437 yılına kadar uzanan bir yapım tarihi olan Parthenon Tapınağı ise türünün en önemli örneği. Yunanistan’ın ve Yunan tarihinin simgesi hatta. Dor sütunlu yapı tarzının ağababası. 70 metre uzunluğundaki bu devin etrafında; Propylaiyon, Erekhtheion ve Athena tapınakları ve de yakın tepedeki Filopapapos anıtı (M.Ö. 2.yüzyıl) Akropolis’in diğer önemli yapıları… Dionysos Tiyatrosu ise gösteri sanatlarının başlangıç yeri kabul ediliyor.
“Trajik düşüş” yaşayan oyun kahramanı sahnede acı çekerken, izleyen fakir insanlar “ohh, bak, bizden kötü durumda olanlar da varmış” deyip, rahatlamış olarak çıkarlar taş tiyatrodan… Ah siyasi manipülasyon! Neyseee. Zaten gittiğinizde ilk durağınız ve en uzun süre vakit geçirecek durağınız buralar olacak. Tepeden 360 derece Atina manzarası da cabası. Şehir merkezindeki Atina Ulusal Müzesi ise, geri kalan Yunan kültürü anekdotlarını incelemeniz için, kaçırmamanız gereken bir yer. Bu ikisi tam bir gününüzü alacaktır.
EN TURİSTİK NÖBET DEĞİŞİMİ
Şehirdeki ikinci günümüz. Atina Ulusal Müzesi ile bitişik diyebileceğim yakınlıktaki bahçeli bir kafeye oturuyor, günü planlamaya koyuluyorum. Metropol Katedrali (Rum Ortodoks Kilise) tarihi çan kulesiyle, turistlerin çokça ilgisini çeken bir yapı. Çalan çanlar ise resmen bir şarkı, bir türkü… İstek çan isteyecek oluyorum; Seda vazgeçiriyor… Kafedeki masamızın etrafında ünlü heykellerin replikaları ile tabiri caiz ise “tam havasına giriyoruz” Atina’nın…
İlk hedefimizi “asker değişimi” olarak belirledim. Pek çok belgeselde ve fotoğrafta gördüğümüz, pilili etekli Yunan askerlerinin ayaklarını alınlarına değdirircesine kaldırıp yürüyerek nöbet değiştirmeleri, pek ünlü olmuş bir Atina sekansıdır. Bir tören mangası, baştaki sert yüzlü komutanlarının yüksek sesli ritim emirleriyle, yaklaşıyor… Önlerine geçen turistlere aldırmadan, çeneleri yukarıda, nöbet kulübelerine kadar geliyorlar.
Bir dizi militar hareketten sonra, nöbet değişimi tamamlanıyor. Bizler de tabii olayı, kameralarla, fotoğraf makineleriyle tespit etme derdindeyiz… Yunan askerlerinin ponponlu ayakkabılı, pilili etekli bu tören birliğine Evzon deniyor. Fustanella denen eteklerindeki 400 adet katlamanın- yani pilinin- ise Osmanlı imparatorluğunun 400 yıllık hakimiyetini simgelediği söyleniyor. Net midir değil midir; ben bilemem… Akropolis’in batı inişinden şehre kavuşurken, yol kenarında yine, turistik restoranlar ve hediyelik eşya dükkanları göreceksiniz.
Şehirdeki tek (kapalı olan) caminin bulunduğu Monastraki bölgesine ve Büyük Agora Meydanı’na gelmeden, solunuzda Attolas Stoası bulunuyor. Burasının önemi, uzun, simetrik pencereli binaların, tarihin bilinen ilk kamu binaları olması… Tapu Kadastro falan herhalde, diye düşünüyorum. Bu kadar sütunun, heykelin bir yapım izni olmalı çünkü! Monastraki, tam tamına bizim Kadıköy. Renkli, yoğun, müzikli, insan sesli, şarkılı türkülü, çıfıtlı dükkanlarla dolu sokakların oluşturduğu bir çarşı mahallesi burası.
Kesinlikle yarım gününüzü ayırın Monastraki’ye. Roma Agorasını ve içindeki efsanevi Rüzgar Kulesi’ni de mutlaka detaylıca görün. Game of Thrones canlı canlı karşınızda duruyor sanki. Karın doyurmak denince de etrafta bol bol restoranlar – onların canlı müzikli olanları “tavernalar”- menülerinde musakkalar, ahtapot salatalar ve Grek salatalar; sizleri bekliyorlar. Şiş köfte de hemen her yerde var. “Cow” yazıyorsa danadır, “Lamb” yazıyorsa kuzudur.
ATİNA’DA ÇARŞI PAZAR VE DENİZ
Başkentte ulaşım çok kolay. Tepeden çok büyük bir şehir gibi görünse de Atina, Akropolis etrafına kurulmuş olan; neresi nerede belli olan, gezmesi kolay bir şehirdir. Syntagma Meydanı bizim Taksim’in muadili. Toplanma, gösteri ve ulaşıma başlama yeri Syntagma’dır aklınızda olsun.
Tarihi turistik yerler de merkezde gruplanmış zaten. Ama siz metroya atlar, keşfetmek için lalettayin bir mahallede ineyim, maceracı tarafımla gezeyim derseniz; bundan da memnun kalacağınıza eminim. Evlerinin düzeni, sokakların ve çarşı pazarın düzeni, alışık olduğumuz bir düzen. Çok zengin değiller. Çok pahalı da değiller. Sadece taksi fiyatları bayağı pahalı gelmişti bize.
Atinalı yazın, tatile gidemiyorsa Pire’ye gider. Belediye otobüsü ve taksi ile de ulaşılabilecek yakınlıkta, yarım saat mesafede olan Pire, tarihi olarak da pek çok şey vadeder ziyaretçisine… Sahip olduğu ılık Akdeniz iklimiyle, ucuz otelleriyle ve kıyı boyu uzanan – bizim Urla, Foça tarzı- uygun fiyatlı sıra sıra balık lokantalarıyla, keyifli bir kaç de Pire de geçirirsiniz… Tatlı Atina’nın kaymağı gibidir Pire.