Burak AkkulÇağırıyor Konya: Gel

HABERİ PAYLAŞ

Çağırıyor Konya: Gel

Konya deyince hem ruhumu hem midemi doyuran o kadim şehir gelir aklıma… Huzurunu Mevlana’dan ve Selçuklu ile Osmanlı döneminin muhteşem yapılarından; tadını bamya çorbalı, fırın kebaplı, etli ekmekli, misafire izzet-i ikramları eksik olmayan sofralarından alan Konya… Hem bütçesi hem gönlü zengin insanların şehri Konya... Zaman geçirecek pek çok yer; geniş yollar, temiz alanlar ve mekanlar bulacaksın Konya’da. Eski çarşılarda pek çok özel, taze tüketim malı… Sağlam bir ekonominin şehri burası. Ne olursan ol “gel”, çağırıyor seni Konya!

Haberin Devamı

Çağırıyor Konya: Gel

GEZ DÜNYAYI, GÖR KONYA’YI

Konya’yı gezmeye başlayacağımız merkez, elbette Alaaddin Tepesi. Konum olarak da şehrin ortasıdır burası. Yapımı Selçuklu Sultanı 1.Mesud tarafından başlatılan, 2.Kılıçarslan döneminde devam eden ve Alaaddin Keykubat döneminde tamamlanan Alaaddin Cami’nin içinde, son derece değerli bir ahşap minber bulunur… Minberin üzerinde sultanların ve ustasının isimleri ile “1155” tarihi tespit edilmiştir ki; bu kadar eski bir zamandan günümüze orijinal haliyle kalan ahşap eser, azdır.

Resmi kaynaklara göre 8, tahminlere göre 11 Selçuklu hükümdarı burada gömülü bulunmaktadır. Neredeyse tüm Anadolu Selçuklu tarihi bu tepede yatmaktadır. Caminin arkasındaki alanda, son derece düzgün bir peyzaj anlaşışıyla, parklar, banklar ve çiçek bahçeleri vardır. Türkiye’de gittiğim yerlerde, parkta çalışan bu kadar çok temizlik görevlisini ve bakım elemanını bir arada görmemiştim… İnşallah hepsinin gerçek görevi vardır da gerçek işsizlerin hakkını yemiyorlardır; diye dua ettim. Duyulmuştur tahminim; Konya sonuçta.

“Mizahçıya zeval olmaz” diyor, Alaaddin Tepesinin ve ötesinin, Konya’nın şehircilik anlayışını, tramvay kolaylığını, geniş yollarını; tüm şehrin düzen ve intizamından sorumlu olanları tek tek kutluyorum.

SEN OL DA İSTER “YAR” OL İSTER “YARA”

Söylenen o ki Konya’da Mevlana’ya gitmeden, usulen önce Şems Cami’ne gidilir, Şems-i Tebrizi türbesi ziyaret edilirmiş… Şemseddin yani “dinin güneşi”… Ben de ilk gittiğimde öyle yaptım, soluğu zaten hayatını pek merakla okuduğum Şems’in orada aldım… Durun; neden ilk gittiğimde dedim ve neden en az on kez gittim, önce ondan bahsedeyim…

Haberin Devamı

Çünkü karım Seda ortaokulunu ve lisesini, sevgili babası Ali Bey’in PTT görevlisi olarak geldiği Konya’da okumuş; ailesi de 20 yıldan fazladır Konya’da yaşamaktaydı… Bu sene taşındılar gerçi ama benim için evlendiğimizden beri “Hanımköy” hep Konya olmuştur. Bizim nikah, onun düğünü, bunun mezuniyeti derken; her gidişimde vakit buldukça; karış karış gezmiş oldum Konya’yı üzerinize afiyet. Evet en çok da “ruh ve beden nasıl doyurulur” kısmına yoğunlaşarak… Koni biçimli çinko damıyla dikkati çeken Şems-i Tebrizi türbesi; Alaaddin Tepesinden Mevlana’ya doğru giderken yolun yarısında, sol tarafta kalır.

Türbenin içi bir meditasyon odasıdır sanki. Biraz geniştir ama sessiz ve huzurludur… AŞK’ı satır satır gözlerinizin önünden geçirirsiniz… Denilen odur ki İran doğumlu Şems, birkaç yerde yaşamını sürdürdükten sonra, bir rüyası üzerine Konya’ya Mevlana’yı bulmaya gelir. Sadece üç buçuk yılını burada onunla geçirir… Etkili bir üç buçuk yıldır ki Mevlana, Şems’den sonra hayatta sadece aşkı söyler, aşkı arar…

Haberin Devamı

Türbe bahçesinde biraz soluklanır, yürüyerek 15 dakikalık bir mesafedeki Mevlana’ya yönelirsiniz. Unutmadan; karşınızda şu an İplikçi Camii vardır ki, efsaneye göre 13.yüzyılda hayırsever bir kumaşçı, parası bitince yaptırmaya başladığı camisinin duvarlarını ipliklerinden harç karıp bitirmiştir. Fatih de Konya’ya geldiğinde, kalmış namazını burada kılmıştır.

Çarşı içindeki Aziziye Camisi ise, hani camiler arasında bir mimari tercih yap derseniz; Türkiye’deki en sevdiğim camidir… 17.yüzyıl Osmanlı mimarisinin örneği olan cami, restorasyonu Sultan Abdülaziz’in annesi tarafından yaptırıldığı için “Aziziye” olarak anılmaktadır. Ama nasıl bir Barok eserdir o öyle… Nasıl yakışmıştır o iki minaresinin üzerine kibarca kondurulmuş, sütunlu, balkonlu şerefeler… Fas’taki camileri hatırlattı bana.

Çağırıyor Konya: Gel

Mevlana’ya daha varamadan, görülmesi ve deneyimlenmesi gereken pek çok noktanın olduğu Aziziye Caddesi’ne geldik. Mevlana Caddesi’nden bu caddeye yürürken sağ kolunuzda kalacak olan Tiritçi Mithat, Kebapçı Hüseyin ve Kadınlar Pazarı; yiyecek duraklarınız olmalıdır. Tirit pahalıydı diye hatırlıyorum ama lezzetliydi. Herkes orada yiyor sonuçta. Kadınlar Pazarı’nın ise üzeri kapalı o dev alanı kadar olanını herhalde bir tek Budapeşte’de görmüştüm. Yok yoktur Kadınlar Pazarı’nda… Her satıcı da kadın değil bu arada. Tarihi Melike Hatun Çarşısı’dır burası. Adı böyle kalmış, yadigar.

Mevlana caddesine geri çıktık, yürüdük yolu bitirdik, Mevlana’nın meydanına geldik. Sağınızda Sultan Selim Camii’ni, arkasında Üçler Mezarlığını göreceksiniz. Buradaki Mevlevi ustaların mezarlarının bir “dilek dileme türbesi” haline gelmesinin doğru bulunmadığını, çok değerli İlahiyat hocalarımızın kendi ağzından, orada bizzat dinledik… Siz yine de onları, gönlünüzden ne niyetle geçiyorsa, ziyaret edebilirsiniz. Sonuçta bütün inançlar ve ibadetler, bireysel ruh sağlığımız için değil midir?

KONYA’NIN EN KIYMETLİSİ

Çekim için gittiğimiz sene, tarihin en önemli düşünür ve yazarlarından Mevlana’yı, 22.kuşaktan torunu olan Esin Bayru Çelebi hanımefendinin ağzından dinleme fırsatı bulmuştuk. “İnsanı insana anlatan en büyük düşünür” olarak tanımladı büyük büyük ve 20 defa daha büyük dedesini Esin Hanım… Mevlana Vakfı Başkan Vekili olan Esin Bayru Çelebi, Mevlana Hazretlerinin tarihten bugüne gelen eserlerini ve vakfın etkinliklerini anlattı bizlere…

Rumi’nin ölüm yıldönümü haftası denk getirilen- Aralık ayı içinde yapılan- Şeb-i Arus törenlerinde Konya’nın yoğun bir turist akınına uğradığını biliyoruz. Bir diğer not da Mevlana Türbesi’nin, 3,5 milyon kişiyle, Ayasofya’dan sonra Türkiye’nin en çok turist ağırlayan tarihi mekanı olması…

Biz de Rumi’nin ve oğlu Sultan Veled’in sandukalarını ve değerli el yazması eserlerini görüp; türbeyi Mevlevi usulüne uygun, geri geri çıkarak terk ediyoruz. Mesnevi’yi görmek… Düşünebiliyor musunuz? Mesnevi’yi… Divan-ı Kebir’i…

Konya, şu an Afganistan toprakları olan Belh şehrinde 1207’de doğan Celaleddin Rumi’nin hayatına nasıl girmiş; kısaca bahsetmek gerekir: O zamanlar Selçuklu egemenliğinde olan Anadolu toprakları, Konya’dan yönetiliyormuş. Döneminin Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat, Rumi’nin babası Bahaaddin Veled’i danışmanlık ve eğitmenlik vazifesiyle Konya’ya davet etmiş. Adına bir medrese dahi yaptırmış… Mevlana, 1231’de babasının vefatı sebebiyle Konya’ya gelmiş ve bu medresede ders vermeye başlamış…

13.yüzyılda oğlu Sultan Veled’in izniyle yapımına başlanan Mevlana türbesi daha sonra; okuma ve ders odaları, ihtiyaç sahiplerine aş pişirilen mutfakları, hat yazısı odaları, müzik odaları ve sergi alanlarıyla 17 ayrı hücresi olan “Mevlana Dergahı” olarak hizmet vermeye başlıyor. Dergah 1926’da çıkan kararla Konya Asar-ı Atika Müzesi, 1956’dan sonra da Mevlana Müzesi olarak ziyarete açılıyor.

Mevlana Müze alanının arkası bolca hediyelik eşya mağazası ve turistlere yönelik lokum- şeker yiyecek içecek dükkanları ile dolu diyebilirim… Mevlana Kültür Merkezi (tören salonu) ve Panorama Konya Müzesi de bu bölgede yer alır. Konya’da güzel yemek bulmak elbette kolay. Asıl sorun bunların arasından seçim yapabilmeniz. Peynirli börek, bıçak arası ve etli ekmek; Konya’nın muhteşem üçlüsüdür… Uzun pide hamurlarına gömülen taze iç, bu yiyeceklerin – pideden ve lahmacundan- ayırıcı özellikleridir.

Uzun olacak. İlla uzun. Alacaklar o hamuru fırından, kaç metre istiyorsanız, tahtadan özel sehpası üzerinde masanıza koyacaklar… Biz Havzan Etli Ekmek’te yiyoruz genelde, ağabeylerimizden memnunuz. Az ileride Cemo’da yiyen de çoktur. Nerede olursa olsun, üzerine de sac arası tatlısı yenir. Tirit yediyseniz de üzerine zerde! 1976’da Kırklareli’ndeki sünnetimden sonraki ilk zerdeyi 2016’da Konya’da buldum yedim. Fırın kebabı benim favorim. Löp et çünkü. Azcık da pide altında. Ama bolca et…

Yeni Meram yolunun sonundaki Hacı Şükrü’nün ustaları bizzat, o etleri sabah 06:00’da tepsiye koyduklarını, akşam biz yiyesiye kadar tıkır tıkır kaynattıklarını anlattılar… Tabi dökülür öyle lime lime… Ah ne lezzettir fırın kebabı! Yine Yeni Meram’da, beş kuşaktır bu işi yapan Gazyağcı Furun Kebabı restoranı da turistlerin çokça tercih ettiği, lezzetiyle ön planda olan bir seçenek. Yeni Meram Caddesi’nin yeni ve modern dizayn kafeleri dikkat çekicidir. İstanbul’un Bağdat Caddesi’nin Konya muadilini bu caddede oluşturmuş gençler…

Spor arabayla dönüp duranlar ve her tür içecekli kafeler, sadece bu caddede desem yeridir… Fırın Kebap mı diyorduk? Tandır mı istersiniz? Karatay çarşıda, daha bir esnaf işi olan Kuzucu Ali de çok iyidir. Ve kuru bamya çorbası… Konya’nın bu en bilindik yemeğini, yine burada Kuzucu Ali’de veya bir iki lezzet durağında daha bulabilirsiniz: Lokmahane Çarşı ve Karatay’da Efe Çorba. Her birinden zaman içinde tatmışlığımız vardır. Lezzetlidir. Ağız yakar, cep yakmaz.

Ve Konya’nın beni şaşırtan yiyeceği… Biz dededen babadan peynirciyizdir; mandırada büyüdük. Sonra dünyanın pek çok ülkesinde ilk tattığım hep peynir türleri olmuştur. Kırklareli eski kaşarı, İtalyan parmigiano ve Hollanda keçi gouda’sı en favori peynirlerimdir. En hayret ettiğim peynir ise Konya’daki küflü peynir.

Ne yalan söyleyeyim Rokfor’un alasının Konya’da yapıldığını 2016’ya kadar bilmiyordum. Çok sevdik, çok da aldık ondan sonra tabii… Efendim? Mevlana şekeri mi? Hayır maalesef, kime sorduysak “O Konya’mıza özgü bir lezzet değildir- peynir şekerine turistik olsun diye o ad vermişler” diyorlar. Kaldı ki tek yiyemediğim şekerli üründür herhalde.

Aaa durun durun, bir de şu “Konya’mız” meselesi var… Çok ilginç bir özelliği var Konyalıların. Şehri “Konya’mız”, yemeği “etli ekmeğimiz”, türbeyi “Mevlana’mız” diye anlatıyorlar… Yemin ediyorum sokakta bizi tanıyıp durduran bir kadın “Alaaddin’imizi” gördünüz mü? dedi. Ben dedim “oğlunuzu mu?” yok dedi “tepemizi”.

İNCE MİNARESİ, KELEBEK BAHÇESİ VE SİLLESİ

Zafer’de sokak arasında, Kurucu Kazım Ağa’dan kuru pilav yediniz mi? Biz yedik, bugün böyle doyduk, çok da memnun olduk… Sonra Alaaddin yönüne doğru gidelim; son günün gezilecek yerleri bunlar, haydi… Selçuklu ve Karamanoğulları döneminin yapı malzemelerini, taş parçalarını ve ahşap yapı aksamlarını, neredeyse o günkü halleriyle görebileceğiniz bir yere “İnce Minare Taş ve Ahşep Eserleri Müzesi”ne uğrayalım… Zaten çok zarif olan bir cami yapısı içinde, kubbelerin altında muhteşem dizilmiş ve ışıklandırılmış parçalar…

İçinde bulunmaktan büyük zevk aldım. Sonra efendim elbette “Konya Arkeoloji Müzesi”. Anadolu’daki Asur, Frig, Urartu, Roma gibi önemli medeniyetlerden en önemli bulguları barındırıyor burası. 1962’den beri burada; Eski Larende Caddesi’ndeki Sahib-i Ata Camii’nin yanında yer alıyor. Kesinlikle uğranmalı. Hele hele Sahib-i Ata’nın geniş kapısı, ön cephesi, sanki bir masal binası… Kesinlikle fotoğraflanmalı!

Ve Tropikal Kelebek Bahçesi: Konya’mızın gurur duyulan yeni yerlerinden ilk akla geleni... Tam bir “aile eğlencesi” burası. Selçuklu İsmail Kaya Caddesi’nin üzerinde yer alıyor. Dev kelebek yapıyı görmemeniz mümkün değil zaten. Halkla İlişkiler Sorumlusu Ali Bey çok detaylı anlatmıştı; Çok Gezenti Bizim Ora Konya bölümünden izleyiniz lütfen. Onlarca çeşit kelebeğin; kozalı, kanatlı, uçan, kaçan her halinin bulunduğu 1600 metrekarelik Avrupa’nın en büyük kelebek koruma alanı burası. Şimdi yani… itiraf etmem gerekiyor ki Konya’da belgesel tadında gördüğüm bu tırtılları, Bangkok’ta soya soslu tadında… Neyse neyse, midenizi şey etmeyeyim şimdi…

Şehrimize döneceğimiz günün sabahı mesela, Konya’dan bir 30 kilometre kuzey batıya çıkıp, şirin tarihi mahalle Sille’de mükellef bir kahvaltı yaparız değil mi? El işi eşya dükkanları, sanat galerileri ve zengin kahvaltı sunan kafeleriyle meşhurdur Sille. Aya Elena Kilisesi (ve içinde muhteşem korunmuş ikonları) kaya mezarları (ve üzerinde kırmızı boyayla SEN DE SEVECEKSİN BİR GÜN yazıları) ünlü taş köprüsü ve tok karınla dolaşan sevimli uysal kedileri… Sille’de hoş saatler geçireceksiniz, güvenin bana. Türkiye’de böyle çeşitli kahvaltı sofrası da az bulunur. Ara sıcaklar arasında kaybolursunuz, yemin ediyorum.

Müslüman aleminde bir aşçı için yapılmış tek türbe, işte anlattığım bu güzel ilde... Tüm dünyada bir yemek pişiricisi için yapılmış tek özel kabir bu efendim. Mevlana ailesinin aşçısı Ateşbaz-ı Veli’nin (Şemseddin Yusuf) türbesi, Meram’da yer almakta ve yoğunca ziyaret edilmektedir.

Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, Konya’da ya da İstanbul’da, her kültüre, her dile her dine her ırka saygı gösterilmesi ve değer verilmesi; tıpkı zamanında buralarda verilmiş değerler gibi olmalı değil midir? İnsanların bu dünyadan geçip giderken, gelecek nesiller için yapabilecekleri en önemli şey; var olana sevgi ve saygı duymak değil midir?

Sıradaki haber yükleniyor...
holder