Budapeşte. Macaristan’ın başkenti. Avrupa turizminin de en önemli kentlerinden biri. Tarihinden gelen uygarlıkların şehre kattığı değerler, Tuna’nın getirdiği hayat enerjisi ve zengin ekonomi, ikliminin bitki örtüsünü yemyeşile boyaması ve coğrafi olarak da Avrupa’nın neredeyse tam ortasında yer alması; burayı tam bir turizm cenneti haline getirmiş. Yılda 4,5 milyon turist ağırlayan şehir, Türkiye’den çıkan turların da başta gelen tercihlerinden…
Basından ya da İnternetten tur araştıracak olursanız; birçok tur şirketinin Viyana- Budapeşte- Prag üçlemesinde yoğunlaştığını görürsünüz zaten. Prag’ın romantik, Viyana’nın elit elit gezmelik bir şehir olduğunu varsayarsak; Budapeşte’ye de ”kültür kültür”, hareketli ve sosyallik dolu bir şehir payesi düşecektir. Gençlerin öğrenim için tercih ettiği cıvıl cıvıl bir şehir; sokaklarında kafelerin restoranların her türlüsünü bulabileceğiniz bir şehir burası. Üstelik Euro’dan hallice tutumlu davranabileceğiniz ve “Forint” harcayarak yaşayabileceğiniz nefis bir şehir!
Bu şehir tam bir "turizm cenneti"
Avrupa’nın gerdanlığı Tuna nehriyle, üzerindeki 3 adası 9 köprüsüyle ve muhteşem mimariye sahip binalarıyla inci gibi bir şehir sıfatını hakkediyor Budapeşte. Bizdeki Avrupa-Anadolu yakası misali; Buda ve Peşte olarak ikiye ayrılmış bu güzel şehir… Buda yakasında; Buda Kalesi’nin, Balıkçı Tabyası’nın ve Old Town tabir edilen en eski yerleşim alanının bulunduğu tarihi bölge, şifalı su havuzlarının bulunduğu oteller, Osmanlı döneminden türbeler ve gençlere yönelik bol eğlenceli festival alanlarının bulunduğunu belirtelim. Peşte yakası ise şehrin daha kalabalık; yemek, alışveriş, gece hayatı ve tarihi turistik noktaları ile yoğun bölgesi. Parlamento sarayı, Aziz Stefan Bazilikası, Büyük Market, Kahramanlar Meydanı, gurmelerin mahallesi Gozsdu; hep Peşte yakasında bulunuyor. Şehrin iki yakasını bir araya getiren en önemli köprü ise elbette “Zincir Köprüsü”… Burayı Zincir Köprü, Zincirli Köprü, Aslanlı Köprü ve Szecheny Köprüsü gibi isimleriyle görebilirsiniz. Bana sorarsanız, eğer Chain Bridge ise uluslararası haritalarda yazılışı; bizde de Zincir Köprüsü olmalı. Neyse; öyle ya da böyle şehrin çok önemli simgelerinden biri, Avrupa’nın en özel köprülerinden biridir burası. Buda yakasındaki Clark Adam Meydanı’ndan Peşte’deki Szencheny Meydanı’na ulaşan köprü 375 metre. Kullanıma açıldığı yıl 1849. Efsanesini ise oraya gidenler mutlaka duymuştur: Köprü mühendisi William Clark “eğer şu eserimde bir kusur bulursanız kendimi buradan Tuna’nın sularına atarım” der, akabinde küçük bir çocuk “Aaa, amca amca, köprünün başındaki aslanların dili yok” diye bağırır… “Yavrum onlar sakin aslan; ağzı var dili yok onların” diye bahane bulacağı yerde, bizim mühendis kendisini Tuna’nın serin sularına bırakıverir. “Öldü” diyen var “yüzerek çıktı” diyen var… Benim yorumum ise bunun “köprünün şöhretine şöhret katan bir efsane” olduğu şeklinde… İsteyen işine geldiği gibi anlatır; dileyen inandığı kadarına inanır. Zincir Köprüsü’nü merkez alınız ve şehri buradan öteye-beriye dolaşınız; sonuçta tavsiyem budur.
"Buda" böyle bir güzellik işte
Zincir Köprüden geçtik; ki buradan yürüyerek geçenin bu şehre mutlaka yeniden geleceği söylenir, bu yüzden büyük bir hevesle geçtik! İşte Buda yakasından tüm Peşte’yi; Tuna üzerinde süzülen tekneleri, Zincir Köprüsü’nü, büyük bazilikayı ve muhteşem Parlamento Sarayı’nı izleyeceğiniz mükemmel bir nokta: Balıkçı Tabyası! Bu zevk için seyahatinize, Zincir Köprüsü’nden yürüyerek de devam edebilirsiniz, otobüsle de… Hatta belli bir noktadan sonra fünikülere biner, Budin Kalesi’nin tepesine (Castle Hill) tıngır mıngır çıkarken, oldukça yükselerek şehri seyre dalarsınız. Yürüyüş merdivenleri de füniküler de Holy Trinity Meydanı’nda bulunmaktadır. Şimdi Budin Kalesi’ne vardık. “Budai Varnegyed”. Gezmekten alacağınız zevki tarif edemem; o kadar eminim. Bu eski şehir alanı; sanat galerileriyle, kafeleriyle, çiçekli meydanlarıyla, eski han binaları ve heykelleriyle; gezmek için tam bir tam günü hakkeder. Balıkçı Tabyası’nın konik çatılarını görünce hemen balkonlarına koşun. Etrafınızdaki oya gibi işlenmiş 7 kuleli yapı, 9.yüzyılda Macaristan’a gelip yerleşmiş 7 kabileyi temsil ediyor.
Buraya “balıkçı tabyası” denmesinin sebebi için; ilk savaşlarda kentin savunmasını balıkçılar loncasının üstlenmesi, deniyor… 1902’de tamamlanmış olan bu Neo-Romanesk yapının arkasında, etkileyici çan kulesiyle duran Aziz Matthias Kilisesi’ni mutlaka görmelisiniz. İlk yapımı 1045 olan, sonra Moğol saldırılarında yıkılan ve yenilenen kilisenin başına birtakım yangınlar da gelmiş. Dini yapı 19.yüzyılda son haline getirilmiş. Mohaç Meydan Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın hakim olduğu ülkede çok şey değişirken; burası da camiye çevrilmiş. İçinde ilk namazı 1541 yılında bir Cuma günü, Kanuni Sultan Süleyman kılmış. Ama Budapeşte’de “Osmanlı izi” dediniz mi akla elbette önce “Gül Baba Türbesi” gelecektir. Margit Köprüsü’nün çıkışındaki Margit Caddesi’nden Mecset Sokağına tırmanarak bulacağınız Gül Baba Türbesi’ne “Gul Baba Utca” tabelasını aratarak da ulaşabilirsiniz. Yakın zamanda Türk iş insanlarının da yardımlarıyla restore edilen bu aziz kişinin türbesinin yanında, dönemini anlatan çok şık bir müze de bulunmaktadır. Türk-Macar dostluğuna ve yakınlığına, buraları gözlemleyerek şahit olabilirsiniz. Yemin ediyorum gittiğimde Başbakan Viktor Orban da oradaydı. Siz de kaçırmayın.
Şifalı sular, müthiş manzaralar
Şimdi yine Tuna’ya inelim ve 1894’te Franz Joseph Köprüsü olarak yapılmış olan, günümüzde “Özgürlük Köprüsü” denen yeşil demirden yapıyı bulalım. Bu köprünün Peşte çıkışında şehrin en güzel pazarı olan Büyük Market vardır. Üstü kapalı pazar anlayışının Avrupa’daki en büyük ve en renkli örneğidir burası. Alışveriş yapasınız yoksa bile, ünlü alışveriş caddesi Vaci’nin Özgürlük Köprüsü’ne varan ucunda duran bu dev pazar binasını mutlaka görün! Midemiz boşken gezebilir miyiz? Elbette ki hayır! Bir turist için en sade, en ucuz ve en lezzetli atıştırmalık “Langos” olacaktır. Bizde pişi ya da lokma olarak bilinen hamurun orta pizza boyunda dökülmüş olanını düşünün. Üzerine lor peynir, domates ve çeşitli soslar koydurabilirsiniz. Ya da kıyma. Ya da isterseniz meyveler ve şekerli soslar…
Langos; tuzlu ya da tatlı isteğinizi bastırmak ve karnınızı doyurmak için idealdir. Sırbistan ve Slovakya’da da pek çok halk pazarı çadırında ve büfede Langos’a rastlamıştık; damak tadımıza uygun harika bir öğün. Ve tabii ki “Tavuk Paprika”. Bu da benim damak tadıma fazlasıyla hitap eden; acısıyla, arpa şehriyesiyle, ağır ağır pişirilmiş lezzetiyle, menülerden mutlaka seçilmesi gereken bir yemek. Macar Gulaş’ı ise zaten, bu pazarda ya da yolda; her lokantanın menüsünde bulabilirsiniz. İki türü var; ben çorba gibi olanını değil, daha koyu, eti garnitürü ayrı ayrı olanını seviyorum. Büyük Market’in tam karşısında “Gellert Oteli” durmaktadır. Macaristan şifalı sularıyla da ünlüdür ve Budapeşte’deki en ünlü termal otel, işte bu tarihi Gellert Oteli’dir… Odalarına 1000 Euro’dan aşağıya ulaşamayacağınız otelin en azından lobisini görmeli; şansınız varsa termal su havuzlarına bir göz atmalısınız. Ama bizim gibi bitli turistseniz, kaçırmamanız gereken etkinlik tabii ki; Citadella tabelalarına araştırıp, bulup, Gellert Tepesi’ne tırmanmak olacaktır. Aslında burası da Buda Kalesi bölgesine dahil bir UNESCO koruma alanıdır. Şehri boydan boya kesen Tuna Nehri’nin tümünü gören açıyı, burada bulacaksınız. Tepede sokak müziği etkinlikleri, hediyelik eşyacılar, magnetçiler, Langos’lar ve Churros’lar bolca mevcuttur efendim.
Özgürlük adasında kop kop!
Buda Yakası gezimizi harika bir festivalle noktalayalım mı? Yer üstü tramvayından Flitorigat durağında iniyoruz ve beş-on dakika yürümek suretiyle Margit (Margaret) Adası’nın kuzey ucuna ulaşıyoruz. İşte karşımızda 2 kilometrekarelik bir eğlence alanı duruyor. Özgürlük Adası da denen Obudia Sziget bölgesinde -elbette 2020 yazı hariç olmak üzere- 30 yıla yakın bir süredir Sziget Festivali düzenlenmekte. Genç gezginler için oldukça değerli olan bu etkinlik; Budapeşte’nin turizm etkinlikleri listesinde de çok üstlerde yer alıyor. 500.000 kişi kapasiteli bölgede; 10 ana sahne, konser ve gösteri alanlarıyla beraber toplam 50 sahne bulunmakta. 10’a yakın kamp alanı ve 100’lerce yemek standı düşünün! Biz, bulunduğumuz 2018 etkinliklerinde; Gorillaz, Ezhel, Oasis’ten Liam Gallagher ve Dua Lipa’yı canlı canlı izleme fırsatı bulmuştuk. Festival işine girmek isteyenlerin ders olarak incelemesi gereken bir etkinliktir Sziget Müzik Festivali; hem tıkır tıkır işleyen sistemiyle hem de topladığı zümrenin medeniyetiyle.
Peşte'de daha neler neler...
Haydi Peşte yakasını da keşfedelim hızlıca… İşte Budapeşte’nin bende en çok hayranlık uyandıran binalarından biri: Boscolo Budapeşte! Burası New York Oteli ve kafesi olarak işletiliyor. 1894’teki açılışından sonra aristokrat kesimin uğrak yeri olan artistik yapı, taş, mermer ve bronzun muhteşem bir kombinasyonu. İtalyan bir mimarın eseri; İtalyan Rönesansından etkileyici bir hatıra. Mutlaka uğrayın bir kahve için, bir bol katmanlı Dobos Turta yiyen efendim.… Şehrin en geniş ve en işlek caddesi; Kahramanlar Meydanı’ndan başlayıp Bajcsy Zsilinszky İstasyonu’nda biten (siz onu “büyük dönme dolabın oradaki meydan” diye bilin) Andrassy Caddesi’dir. Orta ayar ve lüks oteller, ünlü markaların şubeleri ve eğlence hayatının – yeme içmenin trend bölgeleri bu cadde üzerinde ve kıyısında yer alır. Cadde üzerinde kaçırmamanız gereken bir mekan; 2002’den beri ziyaretçilerini ağırlayan Terör Evi’dir. Macaristan’a acı dolu zamanlar yaşatan Nazi ve Sovyet işgalleri ile ilgili çarpıcı bilgiler sunulan bina, önümüze ışık olacak niteliktedir. Caddenin Tuna’ya varan ucuna doğru Aziz Stefan Bazilikasını bulacaksınız. Şehrin en önemli dini yapısıdır. 1 Euro gibi bir bağış tutarına biletinizi alırsanız; içini gezdikten sonra çatısına da çıkabilir, tüm Peşte yakasını izleyebilirsiniz.
Parlamento binalarının kralı!
Aziz Stefan civarında şehrin en güzel restoranları bulunur; yiyecek konusunda çeşitleri ve yöreleri saymakla bitmeyen seçenekler mevcuttur… Ama illa tavsiye isterseniz; İtalyan mutfağında pek bir ustalar! Tam bu kilisenin dikine doğru “Da Mario Budapest” açık alanıyla pek neşelidir. Podmaniczky Caddesi’ndeki Ape Regina İtalian ise çok çok renkli ve kaliteli bir ortamdır, pizzaları tadından yenmez. Tamam yine doyduk; son olarak da binaların kralını görelim! Tuna boyuna ulaşıp sakin sakin yürüyerek; kıyıdaki Ayakkabılar Anıtını da kaçırmayarak (bir Türk ve bir Macar sanatçının ortak eseridir, 2.Dünya Savaşında öldürülen Yahudiler anasına yapılmıştır) dev Parlamento Binası’na ulaşalım... Anlatması zor bir yapı! Macaristan Ulusal Meclisi’nin oturumlarına ev sahipliği yapan bu görkemli bina, din ve devlet işleri arasındaki dengeyi sembolize etmesi için, 200 metre yakınındaki Aziz Stefan Bazilikası ile aynı yükseklikte tasarlanmış. Süslemelerde 40-50 kilo kadar altının kullanılan Neo-Gotik binanın 18 bin metrekarelik alanında tam 691 oda var… İçini gezmek için toplanan turlara, binanın hemen yanındaki alt geçitten- ziyaretçi merkezinden katılabilirsiniz. Bu arada, Tuna üzerinden bu Parlamento Binası’nın gece ışıklandırılmış görüntüsünü görmezseniz, çok şey kaçırırsınız efendim!
Al veda ederken, senin için bu satırlar: “Her gelişte her görüşte o ilk anki aşk gibi; içinde kaybolmak istediğim, içimdeki heyecansın Budapeşte.”