Her ülkenin başkenti, illa o ülkenin turistik baş kenti de olmak zorunda değildir. Sayalım mı? Sofya, Bern, Madrid, Münih, Washington DC; bunlar ülkelerinin en renkli ve uluslararası turistik şehirleri değil. Hırvatistan’ın başkenti Zagreb de turizm konusunda çok nam salmış değildir. Zagreb’de en fazla yarım gün geçirdim geçirmedim diyebilirim… hissedemediğim, yaşayamadığım yerler konusunda ahkam kesmem. O yüzden bu güzel ülkenin başkentini, İnşallah daha uzun süre kalırsam sonra, sizin için detaylı şekilde anlatırım. Ama derseniz ki “bize Hırvatistan’ın en turistik kentini anlat; gözbebeği Dubrovnik’i anlat…” Hah işte o zaman tam adamına geldiniz! Tarihinde 400 yıl boyunca Osmanlı'ya vergi vermiş olan bu güzel şehir, Hırvatistan’ın dünya turizmi açısından en karakteristik ve en renkli şehri. Eski adı Ragusa’ymış. Bizans döneminde, şehrin etrafındaki Dubrava denen meşe ağaçları sebebiyle, isminin bu şekilde almış. Bir turist için Dubrovnik demek, Old Town yani Eski Şehir demektir. Eski şehrin dışında kalıyorsanız (ki öyle yapın) bir araca “beni Dubrovnik’e götür” derseniz sizi eski şehrin surlarının Pile Kapısı’na bırakacaktır. (Otobüs numarası olarak 1A- 1B burada durur, yeni şehre doğru gidenler de buradan kalkar. Burada bir de taksi durağı vardır. Fiyatları standarttır, oraya buraya 10 Euro’ya gidersiniz, kandırılmazsınız. Nesiniz siz? Taksim’deki Arap turist mi?)
GAME OF THRONES MEKANLARI
Pile Kapısı surların dört kapısının en önemlisidir. Ben bir gidişimde surların içinde, bu kapıya yakın tepedeki ev-otellerden birinde, bir diğer gidişimde ise yeni şehir kısmında daha ucuz bir otelde kalmıştım. “Surların içi” dediniz mi, her zaman daha pahalıdır, haberiniz olsun. İçeride börek veya dilim pizza 8-10 Euro’yken, dışarıda 2Euro’ya bile bulabilirsiniz.
Lüks bir restorana oturmak istemiyorsanız; zaten eliniz mahkum, peynirli börek yiyeceksiniz. Pile Kapısı eski şehrin ana kapısı sayılıyor. Eskiden akşamları kapatılan bu kapı günümüzde devamlı açık. Surların yanına geldiğiniz anda zaten ağzınız da açık kalıyor. Nasıl güzel korunmuşlar, insan inanamıyor. 14. ve 15. yüzyıllarda yaptırılan surlar 17.yüzyılda büyük bir yenilenmeden geçmiş. Çevrenizde kilometrelerce sur, aralarında burçları, top dehlizleri, zindanlarıyla; kendinizi adeta bir film setinde hissediyorsunuz...
Ki Game Of Thrones dizisinin pek çok sahnesinin buralarda çekildiğini biliyoruz. Özellikle eski şehri baştan aşağıya kat eden Stradun Caddesi’nin sonunda, sağ kolda, Dubrovnik Katedrali’ne çıkan Barok merdivenler, bu konunun ilgilisi olan turistler için önemli. Bunlar dizideki ünlü “Utanç Yürüyüşünün” çekildiği merdivenlermiş… Birçok kilise önü ve kale burcu da yine Game of Thrones’a fon olmuş.
STRADUN
Stradun Caddesi’ne girdiğiniz an kalbiniz daha hızlı çarpacaktır; her şey çok bakımlı, eski hali hiç bozulmamış olarak muhafaza edilmiştir çünkü. Yunancada cadde anlamına gelen ‘Pletea’ olarak adlandırılan bu hat, bölgedeki Venedik hakimiyeti sonrasında, büyük cadde anlamına gelen ‘Stradun’ ismiyle anılmaya başlamış… Caddede sağlı sollu alışverişin keyfini çıkarabileceğiniz mağazalar var.
Yalan yok, 300 metrelik bu caddeyi ağzınız açık şekilde dolaşacağınıza eminim. En güzel duygu da işte eğer buranın tepelerinde kalıyorsanız, sabahına sanki bir filmin içinde yaşıyormuşsunuz gibi Stradun’a inmek… Böyle anlık anlık özel hissetmelerin toplamında; insan kendini hayatta özel hisseder. Stradun Caddesi’nin hemen başında duran Büyük Onofrio Çeşmesi; 90’lardaki savaşta yara alan ve restorasyon gören yapılardan biri. Dubrovnik’in sembollerinden… Zamanında şehre su sağlayan çeşme, adını 1438’de inşasına başlayan İtalyan mimarından almış.
Eski kuyulardan gelen su içilebiliyor. Dubrovnik'e gelip yeniden gelmek isteyenlerin, bu sudan içmesi öneriliyor. Çeşmenin 16 bölmesi bulunmakta ve her bir bölmede özel bir rölyef var. Hep düşünmüşümdür; kim derdi ki eski zamanlarda, şehirleri savunmak için yapılmış, pek çok kanlı savaş görmüş bu ve benzeri dev gibi surlar; daha sonra o şehirlere milyonlarca turistin gelmesini sağlayacak?
-Kralım şu top deliğinin yanına bir de turist deliği yaptım, 300 yıl sonra aşağıdaki marinaya da bakarlar?
-Turist ne be mimar!!? Marina ne?
KİMİLERİ DOĞUŞTAN ŞANSLIDIR
Eski şehrin kıyısına yapılmış olan 37 metre yüksekliğindeki Lovrjenac Kalesi; Dubrovnik’in özgürlüğünün simgesi olarak kabul edilmiş. Taş kalenin girişinde Latince “Özgürlük dünyanın hiçbir altınına satılmadı” yazmışlar. Burası günümüzde Dubrovnik Yaz Festivali dâhil; birçok gösteriye de ev sahipliği yapmakta. İşte buradan itibaren Old Town’un öteki ucundaki marinaya kadar, surların içinde yaklaşık 1.000 kişi yaşıyor… Her gidişimde bir burçtan onlara doğru bakar bakar “kimine kavun kimine kelek bu hayatta” diye sayıklarım valla…
Bir de Alaçatı doğumlular için böyle düşünmüşümdür. Stradun Caddesi’nde ilerlerken, solda, aynı zamanda Avrupa'nın en eski eczane binası da olan Franciscan Manastırını göreceksiniz. Girişinden anlaşılmaz ama iç avlu yapısı pek etkileyici pek harikadır… Manastır 13. yy'da inşa edilmiş sonra düşmanların kullanımını engellemek için yıkılmış, sonra yeniden yapılmış. 1347 yılında, manastırın rahipleri tarafından, dünyanın ilk eczanesi kurulmuş.
Durum “tepelerden hatmi çiçeği toplayalım kedi otunu ekleyelim, havanda dövüp yaralarımıza sürelim” şeklinde gelişmiş olabilir, tam emin değilim. 250 metre kadar sonraki St Blaise Kilisesi’nin hemen önünde bulunan Orlondo Sütunu, eskiden beri festivallerin başlangıç törenindeki sembol. Cadde bitince bir kapı daha görüyoruz ki burası şehrin ikinci önemli kapısı olan ve limana açılan “Ploce Gate”. İki kısımdan oluşuyor; iç kapı biraz alçak, ilerisi biraz daha yüksek.
Size tavsiyem bu kapıdan çıkmadan soldaki yoldan parka tırmanın ve kapının bulunduğu kale kısmına tepeden bir bakın. Manzara gibi manzaradır. Dubrovnik’te tabii ki “manzaraya karşı bir şeyler yemek içmek” önemli bir turistik etkinlik. Şehrin surlarına bitişik denize uzanan kayaların arasına oyulmuş – ya da doğal oluşmuş- düzlüklerde açılan mekanlar bu konuda dünyaca popüler. Bunların çok rağbet görenleri; Nautica, Restoran 360, Buza Bar, Restoran Panorama ve Cave Bar More… Siz daha fazlasını da keşfedeceksinizdir mutlaka.
TEPEDEN MUHTEŞEM BİR MANZARA
Ploce Kapısı sizi turistik bir noktaya daha yaklaştırır; şehri tepeden gözlemleyebileceğiniz Dubrovnik Teleferiği. 6 Euro bilet, sonucunda broşürlerde görüp hayran olduğunuz o harika manzara bura. Özellikle de gün batımında. Peki surlarına çıkıp eski şehrin köşelerinde dolaşırken, 500 metre ötenizde gördüğünüz o ada nedir? Bu adanın adı “Lokrum” efendim.
Hikayeye göre 12.yüzyılın sonunda Kral Aslan Yürekli Richard’ın gemisi fırtınaya yakalanır… Kral buraya ayak basarak kurtulduğu için adaya bir kilise yaptırır… Adanın asıl ilginç tarafı; jeolojik çöküntülerden sonra oluşmuş küçük gölcüğü ve etrafında serbestçe dolaşan tavus kuşları… Kafamızı şöyle bir uzatıp Hırvatistan’ın mutfağına bakacak olursak; makarnalı ve soslu biftekleri Pasticada da, birçok sebzenin etle pişirilerek hazırlanmasıyla oluşan ve bizim yahniye benzeyen Zelene Menestra da, hamburgerleri Pljeskavica da, hatta klasik Balkan köftesi Cevapcici de; ekseri domuz etiyle yapılıyor olabilir efendim.
Yemeden önce sormanızda yarar var. Bölge itibariyle boş bulunup Müslüman sanabilirsiniz ama Müslüman kesim sadece kıyının küçük bir toprak parçasında; Bosna Hersek yakınında yaşamaktadır. Bosna Hersek ise zaten malum, yüksek oranda Müslümandır. Tatlı yiyelim tatlı konuşalım…
Hırvatistan’da hemen her evde bulabileceğiniz harika bir şekerleme var; kaldığımız ev otelin işletmecisi kadın her sabah kapımıza birer tabak bırakıyordu sağ olsun. Pek çok hediyelik dükkanında da paketli olarak bulabilirsiniz. Ucuzdur. Çünkü malzemesi sadece taze portakal kabuğu ve toz şekerdir. Evet bu lezzetli şekerlemeyi; basitçe portakal kabuğunu şekerle kurutarak yapıyorlar… Harika bir atıştırmalık.
YAZ TATİLİ İÇİN
Dubrovnik’te yaz tatili düşünüyorsanız; denize girmek için 10 km kadar ötede güzel plajlar varmış ama ben iki gidişimde de burada hiç “havlu ser -kumda vakit geçir” havasına giremedim. O tür tatilin yeri daha yukarı, kıvrıla kıvrıla uzanan Dalmaçya kıyıları… Brela’yı, Split’i, Hvar adasını; başka bir yazımda sizlere anlatırım… Dubrovnik’in yeni şehrine gider misiniz emin değilim?
Eski şehrin tam aksi yönünde, taksi ile 10 dakikada, yürüyerek 45 dakikada gidebileceğiniz düzgün bir bölge burası. İki mahalleden oluşan yeni Dubrovnik için Gruz ve Lapad diye tabelalar göreceksiniz. Yol ayrımında zaten denize tekrar kavuşur, suyu, martıları, güzel tekneleri izler, burayı da keşfetmiş olursunuz. Sol tepenin sırtından aşağıya; eski şehre bakan kıyıya gelirseniz, adı çok bilindik 5 yıldızlı bir oteli ve onun lüks casinosu bulursunuz ki buranın yöneticileri de pek çok Balkan ülkesinde olduğu gibi, yine bizim memleketimizdendir.
Cavtat adlı küçük bir koy kasabası da var ki; varırsanız yine cennetten bir parça sunacaktır size… Burada deniz mahsulü restoranları Dubrovnik’e göre daha ucuzdur. Restoranın adı Konoba Cavtat… Bir aile işletiyor ve pirinçli balık çorbaları harika. Bir de kalamar ızgara; tamamdır.
15 Euro gibi bir ücretle iki kişi büyük lezzet alıp kalkmıştık biz… Hani bahsetmiştim ya, Dubrovnik surlarının Ploce kapısı çıkışında, teleferiğin kalktığı istasyon var, işte tam onun önünden, Cavtat’a giden otobüsleri bulabilirsiniz. Doğayla, denizle ve güzel ucuz yemekle tam bir günü geçirmek için, harika bir kasabadır Cavtat.