Öyle bir şehir düşünün ki, 60 milyon yıllık coğrafi bir oluşumu sınırları içinde barındırıyor. Üstelik bu oluşumlar, durmadan şekilleniyor; şekillendikçe turist çekiyor. Toprağının altı bir tarih kitabı sanki! Nevşehir, işte böyle şanslı bir şehir! Pers dilinde ‘güzel atlar ülkesi’ anlamını taşıyan ve peribacalarıyla ünlü Kapadokya Bölgesi’yle, Avonos’u, Ürgüp’ü, Göreme’siyle, Akvadi, Uçhisar ve Ortahisar kaleleriyle ve dünya rekortmeni yeraltı şehirleriyle iki hafta boyunca bu bölgede gezeceğiz. Balonlar, içine dolan helyum gazıyla; bizler, içimize dolan mutlulukla uçacağız. Hazırsanız buyurun Türkiye’nin masal diyarına!
TARİH ÖNCESİNDE KONAKLIYORUZ SANKİ
Ürgüp’ü ve çevresini anlatmaya haftaya tekrar döneceğiz. Şimdi merkeze doğru yol alalım ve Nevşehir’i kendi gözümüzden anlatmaya çalışalım. Durun durun, yolda Hallaç Manastırı olarak da bilinen Saint Paul Kilisesi’ne uğramayı sakın unutmayalım. Tabelayı kaçırmayın, merkeze az kilometre kala görürsünüz. Dar kapılarından geçip içinde oyulmuş ibadet alanlarını bulun. Şaşıracaksınız...
Bir kültür molası verdiğinize değecek emin olun... Sonra bir de Zemi Vadisi’nde durun. Siz durmasınız da pembeli beyazlı, penguen görünümlü yumuşak yüzey şekilleri sizi durduracaktır zaten. “Ne güzel bir coğrafyadayım, sanki bir masal kitabının sayfalarındayım” demeye başladınız değil mi? Uzakta, ta ufukta, Ortahisar görünüyor... Not edin orayı, daha sonra uğrayacağız.
NEVŞEHİR MERKEZ ŞAŞIRIYOR HERKES!
O dönemin Strateji Geliştirme Müdürü, bir Nevşehir aşığı olan Mustafa Bey, bize şehrin tarihini ve günümüz özelliklerini detay detay anlatmıştı. O an hiç unutmam şöyle düşünmüştüm: Bir insan, işi her ne olursa olsun önce beyniyle düşünen ve duygularıyla hareket eden bir insan olmalı. Sonra, isminin önüne alacağı titriyle, ne yaparsa yapsın doğru yapacaktır zaten.
Araçları doğru kullanarak ve her canlıya saygı duyarak; güzel işler yapan bürokratların başımızdan eksik olmaması dileğiyle... 2014 yılında bölge temizleme ve rehabilitasyon çalışmalarının başlatıldığı Nevşehir Kalesi Yeraltı Şehri, dünyanın en geniş yeraltı yerleşimine sahip, yeraltı şehri olarak biliniyor. Dev şehre girerken, kalenin atlı süvari birliklerinin atlarını bağladıkları ahır, mağarayı görüyor ve ilk hayretimizi yaşıyoruz.
Milyon yılda katmanlaşmış olan kayaların içine oyulmuş hayvan barınakları, evler, sosyal alanlar, mutfaklar ve dini odalar; gerçekten de gezdikçe hayrete düşürüyor bizi. Eğitim alanlarına giden dar koridorlar, halkın su ihtiyacını karşılayan su yolları, aydınlanma ihtiyacı için duvarlara oyulmuş kandil delikleri... Yedi kilometreyi geçen tünellere sahip burası. İnanamıyorsunuz, değil mi? M.Ö. 6. yüzyıla kadar uzanan yaşam ibareleri olduğunu öğreniyoruz.
Dediğim gibi; toprağı kazdıkça tarih çıkıyor bu bölgede. Tünellerin bir ucundan çıkıp; Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı ilk cami olan Kaya Cami’sine uğruyoruz. Şehre hakim bir manzara. Büyüleniyoruz. Civarda es geçmemeniz gereken üç nokta daha var: Tarihi Hamam, Çan Kulesi ve Meryem Ana Kilisesi. Bizim ziyaretimiz sırasında buralarda yenilenme çalışmaları sürüyordu. Tahminimce bitmiştir. Özellikle hamamın sıcak su tasnif bölmelerini ve banyo odalarını görün derim.
BAZI YERLER BENZERSİZDİR
Çilehane Tepesi, bir günü daha böyle güzel bir yerden batırmak; yorgunluğumuzu unutturuyor bize... Değerli halk ozanlarımızın, sanatçılarımızın, yazar ve çizerlerimizin heykellerine ve büstlerine baka baka, çiçekler arasından sakin sakin yürüyoruz tepeye... Fikret Otyam’a, İlhan Selçuk’a, Turhan Selçuk’a, Aşık Veysel’e selam duruyoruz. Bu benzersiz coğrafyanın şüphesiz ki gezilecek pek çok önemli yeri daha var.
Unutmayın, Kapadokya’nın peribacalarını, Göreme’sini ve benzersiz vadilerini, haftaya hep birlikte gezeceğiz ama ayrılmadan birkaç dip not daha vermek istiyorum. Yerin 85 metre altından başlayan, ismiyle müsemma Derinkuyu Yeraltı Şehri, inanılması güç platformlarıyla unutulmaz anlar yaşatacaktır sizlere. Sekiz katlı bu yeraltı dünyasının sanırım sadece üç katı gezilip görülmeye açıktı.
Derinkuyu, dünyanın da en çok ilgi gören gizli şehir oluşumlarından biri. Burada 20.000 kişi barınabilmektedir, varın siz düşünün. Buradan gayrı; Nevşehir’e 20 kilometre uzaklıkta olan Kaymaklı Yeraltı Şehri, tarihi kalıntılar arasında belki de en dikkat çeken yerlerden biri. Roma ve Bizans dönemlerinin büyük etkilerini taşıyor. Ve ayrıca elbette, Tatlarin Mağaraları...
Ziyaretçilerine kapılarını 1991 yılında açan bu yeraltı şehri, Acıgöl’ün 10 kilometre kuzeyinde kalmaktadır. Haydi, Ürgüp’teki otelimize çekilip biraz dinlenelim biz. Haftaya Pazar günü balonumuz havalanacak ve hep birlikte bütün Kapadokya’yı tepeden izleyeceğiz. Güzel de anlatıyorum bak; yalan yok şimdi.
HAYAL VADİSİ
Hacı Bektaşi Veli yolu üzerindeyiz. Devrent tabelalarını kaçırmayınız. Nevşehir merkeze 15 kilometre var yok. Bir hayal vadisi ile karşılaşacaksınız. Ki diğer adı da zaten “Hayal Vadisi”... Buranın özelliği, şekilli kayaları. Şekilli derken; pek de afilli şeyler... Deveye benzeyeni, Napolyon’un şapkasına benzeyeni, Meryem Ana biblosuna benzeyen... Ve hemen az ötesinde, yolun sağında Saruhan!
Üzerinde 1249 tarihi var. Ender Selçuklu yapılarından biri. Yaptıran han ise Alaaddin Keykubat. Dev kapıları, kemerli çarşısı, göz alıcı taş kubbe ve iç ahşap tavanlarıyla tam bir Selçuklu mimarisi örneği. Odalara yıllar boyu eklenmiş bölmeler, eşyalar; bir müze şeklinde gezilebiliyor. Burak kardeşinizi dinleyin, buraya uğrayıp bir Türk kahvesi içmeden yolunuza devam etmeyin. Hayat her zaman bu kadar tarihin içinde yaşamanızı nasip etmeyebilir...
ALTI ÜSTÜ EFSANE
2015’te ‘Çok Gezenti’ rotamızı Nevşehir’e çevirdiğimizde, elimize bu kadar malzeme geçeceğini biz bile tahmin etmiyorduk. Muşkara adlı 18 haneli köy, 18. yüzyıldan sonra gelişip serpilmeye başlayınca, adını Farsçada ‘yeni’ anlamına gelen ‘nev’den alıyor ve ‘Nevşehir’ oluyor... New York bir, Nevşehir iki gibi düşünün. Neyse… Merkez ilçesinin yanında, Acıgöl, Avanos, Derinkuyu, Gülşehir, Hacıbektaş, Kozaklı ve Ürgüp ilçeleri var Nevşehir’in…
Harita anlatımını baştan yapıyorum; zira sizinle iki hafta boyunca buraları gezerken, kafalarımız karışmasın. Kapadokya ise aslında bir coğrafi alan. Güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan geniş bir bölge olarak tanımlayabiliriz Kapadokya’yı. Bölgenin çoğu Nevşehir ili sınırlarında kaldığı için, şehir ve bölge özdeşleşmiş durumda.
Coğrafya dersi bitti; haydi şimdi hayat bilgisine… Otel tercihimizi Ürgüp’te bir mağara otelden yana kullanmıştık. Kiralık aracımızla Nevşehir havaalanından Ürgüp’e yaptığımız bir saat süren yolculuk, ‘Star Wars’ filminin içinde geçiyordu sanki. Bu coğrafyanın görüntülerinin, ‘Star Wars’ serisinden bir filmin seti için fon olarak kullanıldığını duyunca da şaşırmadık zaten.
Ürgüp’te sayısız taş otel ve mağara otel seçeneği mevcut. Bugüne kadar hiçbirinden şikayet duymadım. İşletmecilerin çoğu yerel halktan ve misafirperver. Dünyaya kucak açan bir ilçedesiniz sonuçta. Siyasete, dine, dile, ırka bakmadan herkesi kucaklamalısınız öyle değil mi?
BİR TATLI HUZUR ALMAYA GELDİK AVANOS’A
Gezmelerden acıkan Burak, elbette bir metrelik bir Nevşehir pidesi yemeden yola devam edemez. Bir tanesi üç kişiyi rahat doyurabilecek olan bu pidelerin üzeri kapalı oluyor. İçinde otu, peyniri, üzerinde yumurtasıyla tadına doyulmuyor. Daha uzun vaktiniz varsa yerel bir restoranda testi kebabı yemeyi unutmayın... Dar kuyularda saatlerce pişen sebzeli etin çömleğini önünüzde kırıyorlar ve afiyetinize sunuyorlar.
Karnımızı doyurduktan sonra Damat İbrahim Paşa’nın asıl ünlü yaptırımı olan külliyesine varıyoruz. İçinde soluklanmak, çamlarının altında serinlemek o kadar huzur verici ki... Günü batırmak için şehrin en romantik ve keyif veren ilçelerinden Avanos’a doğru yola koyuluyoruz. Hep methini duyar, hep merak ederdim; anlatıldığı kadar varmış. Yine taş gibi taş evler, şirin kafeler ve lezzet dolu restoranların arasından geçiyor; Kızılırmak kıyısında servi ağaçları ve salkım söğütler gölgesinde bir cevher daha bulduğumuzu anlıyoruz.
Bir çömlek atölyesine uğruyor; elimizin çamuruyla çömlekçilerin işine karışıyoruz. Avanos’a gelip bir çömlekçiye çömmemek, turizmin olmazsa olmazıdır. Sokaklarından huzur akan bu küçük, şirin ilçeyi görmeden seyahatinizi tamamlamayın sakın. Ne kadar çok yabancı turist olduğuna da şaşıracaksınız... “Kör de bilir Avanos’un yerini. Testi bardak kırığından bellidir.”
HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’Yİ ZİYARET
Haydi hemen yola koyulalım ve bu coğrafyanın yetiştirdiği en önemli fikir insanlarından birinin adını alan; yerel turistler tarafından da en çok ziyaret edilen yerler arasında bulunan Hacıbektaş ilçesine varalım. Soluğu önceden de duyup bildiğimiz, eşraftan önemli bir isim olan Can Baba’nın köfte salonunda alıyoruz. Güzel yüreğiyle bize dostluk yapan, dostluğun bakiliğine inanan kadirşinas bir insan Can Baba.
Siz de gittiğinizde onu bulur, köftesinden lezzetlenir; dilerseniz yöreyle ilgili sorularınıza nezaketle cevap alabilirsiniz. 1248’de Horasan’da doğan Hacı Bektaşi Veli, Arap Yarımadası’nın hemen her yerini gezmiş ve deneyimlemiş değerli bir Türk-İslam düşünürü. Anadolu’ya geldiğinde eski adı Sulucakarahöyük olan bu kasabaya yerleşmiş. 1337’de dünyadan ayrılmış.
Hacı Bektaşi Veli Müzesi, Hacı Bektaşi Veli Külliyesi içinde yer alıyor. Üç avludan oluşan müzenin birinci avlusuna Üçler Çeşmesi, aş evi, at evi ve çamaşırhane yapılmış. İkinci avluda; Aslanlı Çeşme, Baba Köşkü, Tekke Camii, havuz ve Dedebaba Köşkü bulunmakta. Üçüncü avluda ise Atatürk Köşesi’ni, Balım Sultan Türbesi’ni ve hazinesini ziyaret edebilirsiniz.
Ana kapı olan Çatal Kapı’nın yapısı, ahşap tavan mimarisi zevkle dikkatinizi çekecektir. Hacı Bektaşi Veli’nin türbesinin yanında; dergâhın diğer önemli kişilerine ait mezarlar ve onların hayatla ilgili değerli sözleri yer alıyor. “Sevgi saygı üstüne kurulmuştur yapımız. Ta ezelden ebede açık durur kapımız