7 milyon 300 binlik Bulgaristan’ın 1 milyon 300 binlik başkenti Sofya, şüphesiz Bulgaristan’ın en özel turistik noktasıdır … Ancak bir de Plovdiv gerçeği vardır ki- bizim eski Filibe- kendisi 2019’un “Avrupa Kültür Başkentidir” ve sınırları içinde bu özelliğini ona getiren pek çok tarihi turistik yer bulunmaktadır. Burgas - Varna hattı ise bir yaz efsanesidir ki, hatırlatın oraları da yaza doğru yazayım size… Sofya pek çok Balkan şehrinin aksine, tarihi açıdan fazla bir şey vadetmez ancak bünyesindeki Aleksandr Nevski Katedrali, on adet görülecek mekan gücündedir.
İşte bu yazımızda “Balkanların Paris’i” lakaplı Sofya’yı ve bize daha yakın daha şirin şehir Plovdiv’i gezerek komşu Bulgaristan’ın turistik lezzetinden bir kuple alacağız efendim… Şehirlerdeki yeme-içme fiyatlarının, özellikle de etlerin ve kebapların; Türkiye’deki kaliteli ete göre daha ucuz olduğunu belirtelim. Onlar bizim Edirne’ye Kırklareli’ne deterjan, sebze meyve almaya gelirken; biz de pekala onlara şişte et yemeye gidebiliriz. Komşuluk böyle günlerde belli olur sonuçta.
SVİLENGRAD VE PLOVDİV
Bulgaristan’a yapılan turizmin pek çok Türk için önde gelen sebebi; eğlence hayatı ve şans oyunları salonlarıdır… Sınırımıza yakın olan Svilengrad (eski Cisri Mustafapaşa) bir nevi Balkanların küçük Las Vegas’ı haline gelmiştir… AB ülkesi olmanın avantajını da kullanarak, aldığı yardımları eğlence sektörüne yönlendiren Bulgaristan’da, pek çok mekanın işletmesini Türkler yapmakta. Edirne’den çıkış yapıp 35 kilometre giderseniz; Svilengrad’ın serbest dünyasına gelirsiniz zaten.
Meriç üzerindeki 1528 yapımı Mustafa Paşa Köprüsü, şehrin tarihinin ne kadar Osmanlı olduğunu gözler önüne sermektedir… Svilengrad’dan (artık ne kadar oyalandıysanız) Sofya yönüne bir 150 kilometre daha yol alırsanız, şirin şehir Plovdiv’e varacaksınız.
Burası kesinlikle iki günü hakkedecek bir seyahat noktasıdır. Şehrin Roma döneminden kalma stadyumu ve dev antik tiyatrosu, yıl içinde pek çok turisti ağırlar. Sokak aralarında hem Roma tarihinden hem Osmanlı’dan izler bulmak; Old Town’da kiliseleri – camileri dolaşmak, Sahat Tepe’ye çıkıp rengarenk evleriyle ünlü bu şehri izlemek harika olur…
Kapana bölgesindeki kafeler çok keyiflidir. Bir aşağı bir yukarı yürümek için alışveriş caddesi Knyaz Alexander, vallahi pek çekicidir. Et lokantaları, özellikle şehirde 4-5 şubesi olan Dayana’nın Dondukov Caddesi’ndeki bahçeli şubesinde ne varsa; çok lezzetlidir. Not düşeyim; Filibe köftesi hadisesi artık yok. İstanbul’da 4-5 tane buldum ama Filibe’de hiç bulamadım!
Filibe’nin bu Dayana Restoran gibi mekanlarında öyle bir şişte barbekü et yapıyorlar ki; ben arada parmaklarımı Filibe Köfte niyetine yedim! Şopska salata zaten muhteşem. Bir de dondurmacılar var şehirde; öfff! Özellikle o en hareketli cadde “1.Kynaz Alexander”in başındaki yer. Zaten önündeki kuyruktan popülaritesini anlarsınız. Biz mangoluya doyamamıştık. Gördüğünüz her dondurmayı deneyebilirsiniz; Balkan sütüdür, pişman olmazsınız.
‘CİDDİ BAŞKENT’ SOFYA
Bir şehre bakıp, ona bir insanmış gibi sıfat verebilir miyiz? Bence verebiliriz. Evet, Sofya “ciddi” bir şehirdir… Şehre yansımıştır sanki Bulgar insanının hafif asık yüzlü, sert sesli, ciddi ifadesi… Metro jetonları tek yön 1 Levadır ve şehrin her yerine tramvay, metro, otobüs; rahatlıkla vardır… Durak isimlerinde Bulgarca ile birlikte Latin Alfabesi de kullanıldığı için ineceğiniz durağı bulmak sorun olmaz.
İki tam gün Sofya’yı da gezmeye yetecektir… Bulgaristan, yaklaşık 500 yıl Osmanlı egemenliğinde yaşamış. Balkan Harbi’nden sonra şehirde Osmanlı’dan kalan hemen her şey yıkılmış. O dönemde Sofya’da; 32 cami ve mescit, 8 medrese, 2 türbe, 7 kervansaray, 13 han ve 170 adet vakıf eseri olduğu not düşülmüş. Şu an ise geride, faal durumda olan tek camimiz var.
Banyabaşı (Kadı Seyfullah Efendi) Camii; Mimar Sinan tarafından tasarlanmış ve 1567 yılında yaptırılmış. Türk iş adamları ve vakıflar tarafından caminin bakım ve onarımı üstlenilmekte… Sofya halkı caminin “şehrin tam merkezinde” olmasından pek memnun değilmiş. Caminin etrafında yok yok bu arada; Ulusal Arkeoloji Müzesi, 1474 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Büyük Camii’nin binasında yer alıyor.
Burası Sofya’da yapılan en eski ve en büyük cami olma özelliğini taşıyor. Osmanlı’nın bu topraklardan çekilmesinin ardından, 1893 yılında müzeye çevrilmiş burası. İçerisinde tarih öncesi çağlar dahil pek çok dönemden kalma eser ve bulgu var. Central Market Hall denilen “Tsentralni Hali” Sofya’nın merkez pazarıdır.
Yeşil çatılı dev pazar yeri Bulgarların günlük sebze, meyve ve et gibi ihtiyaçlarını karşıladıkları alandır. Daha ötedeki Saint Sofia Church/ Ayasofya Kilisesi ise Bulgaristan’ın en eski kiliselerindendir. Kilisenin hemen yanında Bulgaristan’ın özgürlüğü için savaşmış olan askerlerin anısına bir anıt bulunmaktadır.
NEREDE ‘VİTOSHA’ ORADA HAREKET
Vitosha Caddesi “hiçbir şey yok, gitmeyin boşuna” denilen Sofya’nın, en hareketli yerlerinden biridir. Laf aramızda, bugüne kadar bana gelen yorumlar arasında tek anlam veremediğim “abi orada bir şey yok ki, neden gittiniz” ana fikirli yorum. Çok rica edeceğim; göbeğimi eleştirsinler, gittiğim yeri eleştirmesinler! Bence, seyahate, var olan bir yeri görmek için değil de orayı başka yerlerle karşılaştırma yapmak için çıkanlar, tatillerini “şurası iyi, burası kötü” diyerek yaşayanlar; paralarını da zamanlarını da boşa harcamış olurlar.
Gittiğimiz her yerden benliğimize bir şeyler katabilir, o şeyin üzerine bir şey daha koyarak, en azından iyiyi kötüyü daha iyi tecrübe edebilecek hale adım atabiliriz. Gidip “bir şey olmayan bir başkent nasıldır” diye görmek bile; bir şeydir yahu! Kaldı ki Sofya’da çok şey var… Özellikle yine bir “Osmanlı korkusundan sonra rahatlama” etkisiyle yaptıkları ve 1912’de hizmete açtıkları “Aleksandr Nevski Katedrali” var ki... Aleksandr Nevski dünyanın en büyük Ortodoks Katedrallerinden biri.
53 metredeki kubbelerinin altın kaplama olduğu bu dev Ortodoks Katedrali; 93 Harbi de denen (1877-1878) Osmanlı-Rus savaşından sonraki zaferin rüzgarıyla yaptırılmış. İçinde fotoğraf çekmenin yasak olduğu bu katedralde ve benzeri hassas mekanlarda, benim nasıl gizlice TV kayıtları bile aldığım, ayrı bir kitap konusudur… Yeşil devi mutlaka görün!
Katedralden çıkıp 1.Aleksandr Caddesi’nden 10-15 dakika kadar batı yönüne yürürseniz, şehrin en hareketli “günlük yaşam” caddesi olan Vitosha’ya gelirsiniz… Trafiğe kapalı iki kısımdan oluşan bu caddedeki sağlı sollu sıralanmış restoranlar size, her milletten yemeğin, Bulgar işletmeciler tarafından yapılanlarını sunacaktır.
YAŞLI KADIN VE GÜVERCİNLER
Vitosha Caddesi’nde dinleniyor, Bulgar İtalyan’ı Margarita pizzamızı afiyetle yiyoruz… Bir yandan da üzerimizden ordu gibi geçen güvercinleri seyrediyor ve o güvercinler neden havada büyük bir daire çizip geri gelip tekrar ileride belli bir yere konduklarını merak ediyoruz…
Meğer yediklerini sindirmek içinmiş! Gri çuhasının altında belli belirsiz gülümsediğini gördüğüm tatlı ablam, her gün aynı saatte kaldırımın aynı yerine oturuyor, sırtını aynı ağacın gövdesine dayıyor; getirdiği ekmek kırıntılarını vesaireyi şehrin güvercinlerine sunuyor... Her birini çocukları gibi, yavruları gibi, sevgilisi- aşkı gibi kucaklıyor, öpüyor; en az 70 yıllık gönlünün sevgisini, kuşların sevgisine katıyor. İşin ilginci, para teklif edenden de o parayı almıyor tatlı kadın…
Elini hayır manasında kaldırırken, yüzüne “ben dilenci değilim” manasında hoş bir gülüş, yumuşak bir bakış konduruyor. Eliyle ekmek kırıntılarını, yemleri gösteriyor. Sen de güvercin değilsin ya, durumu anlıyor; gidiyor o paraya poğaça- börek alıyor, bir kısmını yiyip, bir kısmını kırıntı yaparak kuşlara atıyorsun…
İŞİN MUTFAĞI VE EN ÖZEL MANASTIRI
Çok şaşırtıcı değildir ki Bulgaristan Mutfağı ile Türk Mutfağı arasında oldukça büyük benzerlikler bulunur. Bu yüzden Sofya’da da yemek seçimi konusunda çekinceniz olmasın. Banitsa (Baniçka) fırınlarda ve büfelerde bolca olan, Bulgar böreğinin peynirlisidir. Balkan ülkelerinde, ta Dubrovnik’e kadar hatta, peynirli börek en büyük “turist kurtarıcısıdır” zaten…
Sırbistan, Slovenya, orta Avrupa’ya kadar gittiğiniz her yerde şöyle sıcak yağlı yufkadan peynirli börek bulabilirsiniz. En geç kapanan dükkanlar da onlardır hatta. Üzerlerinde Burek, Borek; benzer kelimeler yazacaktır… Tarator; Bulgarların soğuk çorbasıdır ve cacıktan esinlenilerek yapılmıştır. Özellikle yaz aylarında sıklıkla tercih edilir. Bulgarların işkembe çorbaları, sebze çorbaları da mevcuttur…
Shopska salatasından zaten bahsettim; üzerindeki o rende nefis beyaz peyniriyle, ben üç öğün yerim, istisnasız. Kebaplar, köfteler, turşular, sarmalar; komşu tabağınızı boş bırakmayacaktır… Sofya’ya gelirken üşenmeden yolunuzu değiştirmeniz gereken bir yerle veda edelim yazımıza… Balkanların en önemli dini yapılarından birini görmek için hazırlanıyoruz…
Hafta sonu hayli kalabalık olacağını tahmin ettiğimiz Bachkovo Manastırı, Bulgaristan’ın ikinci büyük dini alanıdır. Aracınızı -biraz dar- park yerine bırakıp, hediyelik eşya tezgahları arasından 20 dakika tırmanarak Manastır alanına gelirsiniz. Büyük kapının ardındaki okul binalarının içinde, duvarlarında ve kilisesinin (sıkış tepiş girebileceğiniz) iç mekanında; çarpıcı ortaçağ simgeleri, freskler ve altın kaplama ikonalar göreceksiniz. İlk yapım 1083 kadar eski burada…
Havası tamamen mistik; o yıllardaki gibi korunmuş bir atmosfer… Dönerken Asenovgrad’taki “Asenova Fortress” tabelasından sapın ve Rodop Dağları’nın panoramik manzarasının keyfini sürün… Tam fotoğraflık bir tepenin üzerinde bulunan Kral Ivan Asen’in 13. yüzyıldan kalma Asen Kalesi; doğanın içinde bir mucizedir. İnanın Bulgaristan’dan çok memnun ayrılacaksınız.
Unutmayın, kimine göre “hiçbir şey yok” denen bir yerde, sizin için çok şey olabilir. Ya da belki o “hiçbir şey”, size çok şey katacak bir hiçbir şeydir.