Geçen gün en yakın arkadaşımla da konuştuk bu konuyu; keşke dedik iğneler işe yarasa…
“Yani” dedi arkadaşım, “Nicole Kidman’ın doktoru muhtemelen en iyi botoks uygulayıcılarından biridir. Onda bile olmayan botoks, olmuyor galiba işte”.
Yoksa fikir şahane…
Neden şahane aslında, değil mi?
Şahane bulduğum şey kırışıklıklardan kansız, çilesiz bir uygulama ile kurtulabileceğimiz. İlk duyduğumda çok heyecanlanmıştım.
Otuzlu yaşlarımda göz kenarlarımın kırışmaya başladığını fark ettiğimde sanki bana o an elektrik verilmiş gibi olmuştum.
Kırışmaya başlamış olmam sanki hayatın ötesine atılma düdüğümün öttürülmesi gibi gelmişti bana.
“Evet Çağla, oyundan çık artık, her şey buraya kadar, saha kenarında bekleyeceksin bundan böyle.”
İnsan kendinde yaşlanma emareleri gördüğünde her konuda oyun dışı kaldığını düşünüyor.
Kırışmak yaşlanmaktan beter bir durum sanki. Kırışmadığın sürece yaşlandığını saklayabiliyorsun. Tabii bir de beyaz saç sorunsalı var, o meseleyi de birkaç fırça darbesi ile bertaraf etmek kolay.
Yaşlanmak herkesin başına geliyor. Peki herkesin başına gelen bir şey, neden saklanması gereken bir şeye dönüşüyor?
Hepimiz birbirimizin yaşını başını biliyoruz, bir saç ortalama kaç yaşından itibaren beyazlama başlar, cilt kaç yaşında kırışır kestirebiliyoruz ama işte bunlar bizim başımıza gelmemiş gibi davranıyoruz.
Herkesin yaşadığı ve bildiği süreçlerini, belirtilerini birbirimizden itina ile saklıyoruz.
Yaşlanmamak için (daha doğrusu yaşlı görünmemek için) verilen emekler de pek o kadar iyi sonuç vermiyor bazılarımız için.
En azından bende vermedi.
Saçlarım boyadan gerçek anlamda perişan oldu. Çok büyük umutlarla koşa koşa gittim kırışık giderici iğneler ise
kırışıklıklarla beraber ifadeyi de aldı götürdü.
Şimdi diyebilirsiniz ki çok iyi doktorlar var. Benimki de çok iyiydi ve başta söylediğim gibi muhtemelen Nicole Kidman’ınki de çok iyidir.
Enerjiyi diyorum hafiften başka yönlere kaydırsak…
Çünkü bunlarla başa çıkmak çok zor.
“Doğanın akışını kabul etme” diyeceğim ama siz de (içten içe ben de) “Bırak Allah aşkına” diyeceksiniz.
Haklısınız… Haklıyız…
Mantığımız ne derse desin kalbimizin derinliklerinde istiyoruz ki genç kalalım. Üçe beşe bakmadan, ortaya çıkan sonuç ne olursa genç görünelim. Yeter ki…
Ama neden?
Tam olarak neden bu çaba?
Gerçekten, sadece soruyorum.
Şöyle bir sebepten dolayı olabilir mi?
Piyasadaki değerimiz azalmasın diye mesela..
İş piyasası olsun, flört piyasası olsun, değerimizden bir şey kaybetmeyelim, talep görebilelim, hala “Buradayım” diyebilelim.
Bu dünyadaki hikayemiz anlamını, değerini kaybetmesin, görünür kalabilelim.
İşi kurcaladığımızda karşımıza elbette dev bir cinsiyetçilik çıkıyor.
“Searching for Debra Winger” isimli çok güzel bir belgesel var.
Debra Winger 80’lerin 90’ların çok gözde bir aktristi. Birden artık hiç teklif almadığını fark ediyor. Bıçakla kesilmiş gibi kesiliyor teklifler. Eğlence, film sektöründe pek çok kadının ömrü kelebekler kadar.
Film işte kadın oyuncuların belli bir yaştan sonra nasıl görünmez olduğu ile ilgili.
Orta yaşlı kadın oyuncular görünmez oluyor, çünkü onların hikayeleri anlatılmıyor, orta yaşlı kadınların hikayeleri ilginç bulunmuyor. Oysa alım gücü yüksek olan ve sanat tüketicisi olan grup ağırlıkla orta yaş kadın grubu.
Matrix’in göz kamaştırıcı Trinity’si Carrie Ann Moss’un dedikleri de çok önemli:
--- Kırkımdan sonra başrolden yan rollere kaymaya başladım. Başrol teklifleri birden kesildi.
Genç görünmek bazı sektörler için kelimenin tam anlamıyla ekmek parası.
Gençlik kıymetli olduğu için, bu evreden uzaklaşmaya başladığınızda işte hayatın merkezinden de uzaklaşmış gibi hissediyorsunuz.
En azından benim hikayemde, ben böyle hissettim.
Bu yüzden işte yaşlılık işaretleri ile uğraşmayan kadınlar çok kıymetli ve güçlendirici.
Kendi doğal akışında yaşlanmaya evet dediği için neredeyse yarı deli gözüyle, acınarak bakılan Brigitte Bardot mesela…
Yani bu kadının bize güzellik borcumu vardı Allah aşkına?
“Ömür boyu güzel ve genç kalacağım” diye senet mi imzaladı?
Neydi o yıllardır “Brigitte Bardot son hali ile yürek burktu, şaşkınlık yarattı”, diye basında çıkan haberler?
Oscar törenine bile makyajsız çıkan ve Hollywood’un “Genç kal, güzel ol” kuralını yıkan Frances McDormand da gerçek bir ilham perisi, öyle değil mi?
Böyle kadınlar bilerek ya da bilmeyerek üstümüzdeki genç kalma baskısını azaltıyorlar.
Genç kalmayarak, bu amaçta “bedel ödemeyerek” olduğundan bir tık farklı görünmeye çalışmayarak müthiş bir alan açıyorlar; hayatı bu anlamda normalleştiriyorlar.
İstiyorsak hobi olarak yine yiyelim o iğneleri ama bu kadınların da hakkını verelim.
Bizim genç kalmaya değil yeminle kasmamaya ihtiyacımız var çünkü. Doğanın ritmine kendimizi bırakmaya…
Ne kadar çok kadın yaşlanmakla mücadele etmekten vazgeçtiğinde, yaşlanmak yaygın bir biçimde görünür, normal ve sağlıklı olacak.
Hazır yoğurtları hiç bozulmuyorlar diye lanetliyoruz ya, e biz neden kendimizi mumyaya çeviriyoruz? Hiç değişmeden kalmaya gayret ediyoruz?
Kadın olma labirentimde gücümü ve ilhamımı sonsuza kadar kırışıksız bir yüz ve fit bir bedenle yaşamanın mümkün olduğunu söyleyen kadınlardan alamıyorum bir türlü.
Onlara baktıkça bir yorgunluk çöküyor üstüme.
Frances’imle ben iyiyiz.