Ankara’da bir plazanın 20’nci katından şüpheli bir şekilde düşerek hayatını kaybeden üniversite öğrencisi Şule Çet ile ilgili dün ikinci duruşma görüldü.
Şule’nin o gece intihar etmediğine, öldürüldüğüne dair çok kuvvetli şüpheler var. Bu şüpheler kadar mide bulandırıcı bir başka sahne yaşandı dün duruşmada.
Sanıklardan Çağatay Aksu, Şule’nin ailesine dönerek “Kızına sahip çıksaydın” dedi.
Aksu ve diğer sanık Berk Akand suçlu mu değil mi mahkeme karar verecek. Lakin bu aymazlık, bu hadsizlik, bu utanmazlık sadece Şule Çet davasının değil Türkiye’de utanç verici bir zihniyetin geldiği noktayı göstermesi açısından ibret vesikasıdır.
Eline, beline, hastalıklı beynine sahip çıkıp çıkamadıkları “şüpheli” kişilerin mahkeme salonunda evlat acısıyla yanıp tutuşan bir aileye akıl verebilecek cesareti kendilerinde bulmaları korkunç bir hadisedir. İnsanın haykırası geliyor: “Ahlaksız herif, o acılı aileye akıl verene kadar sen önce çık gencecik bir kıza tecavüze yeltenmediğini, o kızın senin şiddetinden kaçmaya çalışırken ölmediğini ya da bizzat senin tarafından öldürülmediğini ispatla!” diye...
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
Başakşehir’de bir sitenin istinat duvarı çöktü. 1 vatandaş hayatını kaybetti. 1 vatandaş da yaralı. Bu site, taş çatlasın 1-2 sene öne yapılmış. Kaldı ki o semtin tamamı en fazla 5 yıllık. İstinat duvarı dediğin şey belirli zemin analizleri ve mühendislik hesaplarından sonra yapılır.
Öyle kafana göre istediğin yere istediğin gibi bir istinat duvarı yapamazsın. Yani yapamıyor olman gerek! Dolayısıyla ortada savcılık soruşturması kapsamına alınması gereken büyük bir ihmal var. Bu duvarın yapımından sorumlu müteahhit, mühendis, mimar kimse bunun hesabı sorulmalı. Daha da vahim olan ne biliyor musunuz? O son model sitelerde hepimiz “güvenli” diye oturuyoruz.
İstanbul’u bekleyen büyük depreme bu binalar dayanır diye biliyoruz. Şimdi gel de şu soruyu sorma, doğru düzgün bir istinat duvarı olmayan durduk yere yıkılan bir binanın 7 küsurluk bir depremde ayakta kalacağını kim garanti edebilir?
YENİDEN BAŞLAYANLAR İÇİN TWITTER GÖZLEMLERİ...
3 yıl önce Beşiktaş’ın iletişim departmanın başına geçtiğimde Türkiye’de kişisel iletişimle, kurumsal iletişimin ayrı ayrı yürüyemediğini gördüm. Hele ki sosyal medya gibi bir mecrada gazeteci olarak paylaştığım bir yorum, görüş sanki Beşiktaş’ın resmi görüşüymüş gibi algılanıyordu.
Hal böyle olunca 700 küsur bin takipçili Twitter hesabımı kapatmak zorunda kalmıştım. Beşiktaş’taki görevimi bırakınca dün yeni bir hesap açtım. Aradan geçen 3 yılda Twitter ahalisine dair bazı gözlemlerim var.
Bir: İnanılmaz ağır bir paranoya iklimi mevcut. Bir yerde okuyup beğendiğin ve paylaştığın bir cümle, tavsiye ettiğin bir kitap ya da film hemen gündemle eşleştiriliyor. Gündeme dair bir mesaj verdiğin düşünülüyor. Özetle kimsenin dümdüz bir paylaşım yapma hakkı yok.
İki: Takip etmeyen ve senden haz etmeyenler, takip edip beğenenlerden daha çok dikkatini çekme peşinde. Patolojik bir ruh hali.
Üç: Bir kere Twitter’a dahil olunca hastalıklı bir şekilde sürekli gündemle ilgili yorum yapman bekleniyor. Yorum yazmayınca önce “Korktun mu”, ardından fırça, ardından küfür ve hakarete varan bir şiddet dalgası başlıyor. Her konuda fikrini beyan etme zorlamasıyla karşı karşıyasın.
Dört: Ben henüz yeniyim diye üstüme varmıyorlar sanırım. Şimdilik hep güzel şeyler yazıyorlar. Ama ahali arasındaki konuşmalarda gördüğüm şu, bu gezegende Türkiye’deki Twitter kadar bir başkasına rahat iftira atabildiğin, dilediğince küfür edebildiğin, gönlünce hakaret savurabildiğin bir yer daha yok. Bir tür dingonun ahırı da demek mümkün.