Türkiye’nin gündemi, ülkede her gün yaşanan gelişmeler; insanın yaşama sevincini değil örselemek, adeta öldürecek türden.
Bir yandan ekonominin durumu, hayat pahalılığı, diğer yandan sağlıktan eğitime, yargıdan ticarete, spordan siyasete; hemen her alanda ardı arkası kesilmeyen skandal niteliğindeki gelişmeler.
Toplumsal şiddet, kadına/çocuğa taciz /tecavüz, sıradanlaşan cinayetler, sosyal medya fenomeni diye anılan kerameti kendinden menkul kişilerin imza attığı akıl almaz işler ve bunlar gibi birçok alandan onlarca akıl almaz haber geliyor her gün.
*
Eğitimsizlik ve cehalet, toplumsal yozlaşma gerçeğinin temelini oluşturan unsurlardan ikisi.
Bu yozlaşma – farklı boyutlarda – dünyanın neredeyse yüzde 85-90’lık kısmı için geçerli belki ama bizdeki gibi yaygın ve süreğen yaşandığı az sayıda ülke var.
*
Türkiye, tarihin hemen her döneminde ‘güvenlik’ problemleri yaşamış, yaşayan ve dolayısıyla bu sözcüğün gündeminden hiç düşmediği bir ülke. ‘Güvenlik – demokrasi dengesi’ (ya da ikilemi) her dönem bu ülke insanının hayatına yansıyan bir kavram. Bazen daha baskın, bazen nispeten daha hafif ama hep…
*
Bu noktada üzerinde düşünmemiz ve önemsememiz gereken iki kavram var: ‘Siyasal’ ve ‘kültürel’ güvenlik. Bu iki kavram, 2024 Türkiyesinde ‘ulusal güvenlik’ ana başlığının altını dolduruyor.
‘Siyasal güvenlik’ bir devletin siyasi yapısı ve kurumlarıyla birlikte değerlerini de her türlü tehdide karşı korumak demek. Burada sözü edilen sadece silahlı değil, aynı zamanda ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel tehditler.
Korunması gerekenler listesinin başında şunlar var: Devletin bağımsızlığı, demokrasi, cumhuriyet gibi siyasi rejimlerin korunması ve sürekliliğinin sağlanması. İç karışıklıkların, isyanların ve şiddet olaylarının önlenmesi, toplumsal huzurun korunması. Enflasyon, işsizlik gibi ekonomik sorunların çözülüp ekonomik istikrarın sağlanması. Kültürel değerlerin korunması, ulusal kimlik ve kültürel mirasın devamlılığı.
*
Gelelim ‘kültürel güvenlik’ kavramına… Bir bireyin, grubun veya toplumun kültürel kimliğini, değerlerini, geleneklerini ve yaşam tarzını koruyup geliştirmesi için gereken tüm koşulların sağlanması demek ‘kültürel güvenlik’.
Hatta bu unsurların, sadece varlığını sürdürmesi değil, aynı zamanda değişen koşullara uyum sağlayıp zenginleşerek nesilden nesle aktarılması demek.
Dil, din, tarih, gelenekler, sanat, edebiyat gibi unsurlardan oluşan kültürel kimlik, buna bağlı olarak kültürel haklar, kültürel çeşitlilik ve kültürel miras... Kültürel güvenlik, işte bütün bunların korunması için gerekiyor.
*
Küreselleşme, göçler, siyasi baskılar ve ekonomik uçurumlar kültürel güvenliği tehdit eden başlıca faktörler. Bunları biliyoruz.
İşte bu dünya gerçeklerinin bilincinde ‘siyasal ve kültürel güvenlik’ kavramlarını öne çıkartmamız gerekiyor. Önemsememiz, üzerine kafa yormamız, tartışmamız gerekiyor.
Çünkü bu iki başlıkta güvenliği sağlayamayan toplumlar; toplumsal huzurunu kaybediyor. O toplumu oluşturan bireyler kimlik bilincini yitiriyor. O toplumlarda demokrasi gelişmiyor ya da oluşamıyor, sürdürülebilir kalkınma mümkün olmuyor, ekonomide sürekli sorunlar yaşanıyor.
Özetle, siyasal ve kültürel güvenlik, toplumların temel direklerinden ikisi. Yaşama sevincini geri getirmenin, geleceğe dair yitirilen umutları yeniden yeşertmenin yollarından ikisi.