PKK bir terör örgütü, işi kan dökmek...
Ama PKK’nın bugün işlediği cinayetlere bir bakın: Gencecik polisleri uykuda yakalayıp ellerini arkadan bağlayarak ensesinden vurmak, bir binbaşıyı çocuklarının, karısının gözü önünde katletmek, bankada sıra bekleyen askeri sinsice arkasından yaklaşarak infaz etmek...
Terör örgütü, derin devletle kol kola ülkeyi kana buladığı 1990’larda bile böylesine ağır provokatif eylemler yapmamıştı.
PKK, kendi tarihinde ilk kez saldırı stratejisini Türkiye’de daha geniş kitleleri provoke etme hedefi üzerinden kurguluyor.
***
Sadece PKK mı?
Tesadüfe bakın ki tıpkı 1990’larda olduğu gibi PKK ile sözleşmişçesine kendisine “devlet görevlisi” diyen adamlar da bölgede eş zamanlı başka bir terör dalgası başlatıyor.
Özel Harekat şantiye basıyor... İşçileri ellerini arkadan kelepçeleyip yüzüstü yere yatırıyor. “Ne yaptı lan bu devlet size?” diye soruyor. Ve bu anlar videoya kaydedilerek internet üzerinden tüm Türkiye’ye seyrettiriliyor.
Öldürülen bir PKK’lı kadın teröristin cesedini çırılçıplak soyduktan sonra fotoğraflarını çekip basına servis etmenin adı provokasyon değilse nedir?
***
Soru şu: PKK terörüne, Özel Harekat terörüyle cevap vererek nasıl bir sonuç alınacağını 1990’larda acı bir şekilde görmüşken, birileri yeniden Türkiye’yi bu dipsiz kuyuya neden itmeye çalışıyor?
***
Bölgede devlet ve örgüt karşılıklı provokasyonlarla şiddetin dalga boyunu her geçen gün artırırken şehirlerde de provokasyon durmuyor.
Birkaç gün önce ajanslara düşen haberi görmüşsünüzdür: Sakallı bir adam İstanbul’un göbeğinde müzik yapan sokak çalgıcılarına “Yahudi müziği çalıyorlar” bahanesiyle saldırıyor.
***
Bütün bunların üstüne IŞİD, kafa kesme konseptini bir kenara bırakıp ilk kez Türkçe konuşan bir militanı aracılığıyla İstanbul’u fethetmek için çağrıda bulunuyor.
***
Ve son olarak bir zamanlar AK Parti’ye oy verdikleri için kendilerine “bidon kafa”, “göbeğini kaşıyan adam” diyenlere isyan edenler bugün HDP’ye oy verenlere “şerefsiz, hain, katil...” diyerek yangına benzin taşıyor.
***
Türkiye dört bir yandan esen böylesine ağır tahrik rüzgarlarının etkisiyle savrulurken “memleket sevdalısı” siyasi parti liderlerinin bırak uzlaşmayı, bir masa etrafında oturup -seçimi tekrarlamaktan başka- çözüm üretmekten aciz olmaları acınacak bir haldir.
Faydası olur mu bilmem ama hatırlatalım: “Memleket sevdası senin memleketi ele geçirmen değil, memleketin senin yüreğini ele geçirmesiyle başlar.”
*Nazım Hikmet Ran