Giriş
"Hangi çağdayım?" dedirten, Avrupa’nın belki en iyi korunmuş, tarihi ve mimarisi ile hayran bırakan, zamanı durduran şehri; Prag…
Eğer bir gezginseniz; yurt dışı seyahat deneyimlerinizde, bir sonraki rotada, hatta belki aynı şehri ya da ülkeyi ikinci kez ziyaret edişinizde kendinize şu soruyu sorarken bulabiliyorsunuz: “Bir önceki gezimi, hak ettiği gibi yaşayabilmiş miydim?”
Bunun nedeni kuşkusuz, seyyahın her rotada seyahatlerle ilgili biraz daha deneyim kazanmış olması. Çünkü her yeni şehir, her yeni ülke, "Bir sonrakinde şuna dikkat etmelisin" dedirtiyor, ruhunuza ve düşüncelerinize sayısız kazanç sağlıyor… Daha doğru araştırma, daha çok tarihi bilgi, "Paramı en doğru nasıl yönetirim?", "Nerelerde ne kadar lazım olacak?", ülke halkının değerleri…
Gideceğiniz ülkeyi gerçekten yaşamak istiyorsanız, deneyimleriniz size doğru rotayı çizecek… Tabii seyahatten neyi beklediğiniz de önemli bu nokta da. Eğer “Gittik, yedik, aldık, gördük, geldik” mantığındaysanız bütün bunlar sizin için fazla bilgi olabilir.
Ortak noktası seyahat olanlar, âşık olduğum tarih kokulu şehir “Prag” yazıma hoş geldiniz.
“Hadi beni yaşa” diyen bir şehir
Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’a gidecek ve "Buraya neden geldim?" diyecek, pişman olacak bir insan olduğuna inanmıyorum. Kendinize ilk sorduğunuz soru, “Şu an hangi yüzyıldayız, hangi yıllardayız?” olabilir. Dokusu neredeyse hiç zarar görmemiş, gotik mimarisi ve tarihi yapıları ile “Hadi beni yaşa” diyen bir şehir.
Şehrin tarihine değinecek olursak... 14'üncü yüzyılda IV. Charles’ın Kutsal Roma imparatoru ve Bohemya kralı unvanı aldığı dönem, şehrin altın çağları. Prag, bu dönemde imparatorluk başkentine dönüşüyor, Roma ve İstanbul’dan sonra Avrupa’nın üçüncü büyük kenti haline geliyor. 1848’de tüm Avrupa’yı etkileyen devrim hareketleri sonucu milliyetçi akımlarla yükselişe geçen Prag, I. Dünya Savaşı sonrası yıkılan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yerine kurulan Çekoslavakya’nın başkenti oluyor. 1989’daki Kadife Devrim, Çekoslavakya’yı parçalayınca, Prag bu kez Çek Cumhuriyeti’nin başkenti oluyor. Yerel dil Çekçe, din yapıları karma diyebiliriz ama halkın büyük bir kesimi Hıristiyan.
Eğlence ve alışveriş ağırlıklı 'Prague1', şehrin merkezi
İlk olarak seyahat planı yapacaklara şunu söylemeliyim: Prag gezisi Orta Avrupa rotasına eklenebiliyor. Yani Budapeşte, Viyana, hatta Slovakya ile birlikte planlanabiliyor. Bu bizim ailece, son bu tarz seyahat planımızdı. Çünkü yazımın başında da belirttiğim o seyahat tecrübeleriyle ulaştığınız nokta; bir ülkeyi, ya da bir şehri yaşayıp hissedebilmek için en az 4-5 güne ihtiyacınız olduğunu öğretti.
3 günlük tadı damakta kalmış bir Prag ile ilgili ilk söyleyeceğim; şehrin bölümlere ayrılmış olması. 'Prague1', 'Prague 2' gibi şeyler gördüğünüzde bilmelisiniz ki; idaresi farklı belediyelere verilmiş, farklı bir yönetim şekliyle yönetiliyor şehir. Eğlence ve alışveriş ağırlıklı 'Prague1' şehrin merkezi sayılabilir. Ama her bölgeyi gezmeniz gerektiğini unutmayın.
Avrupa Birliği ülkesi olmasına rağmen para birimi Euro değil, CZK. Yani kron. Kron temin edebilmek için şehrin her noktasında döviz büroları var. Burada Euro’dan Kron’a geçerken dikkat edeceğiniz detay, satış ve alış fiyatları. Bu fiyatlar neredeyse her döviz bürosunda farklı. Dolayısıyla uygun fiyatlı olan yerde işlem yapmanızı tavsiye ederim.
'Hop on Hop off' otobüsleriyle "Nereyi gezeceğim?" derdi olmaksızın 24 ya da 48 saatlik turlar satın alarak, şehrin tüm önemli noktalarını görebilirsiniz.
Prag'tan ne alınır, ne yenir?
Prague Card, satın alarak otobüs gezileri, müze gezileri, hatta havalimanı shuttle hizmeti bile temin edebilirsiniz. Fiyatı yaklaşık 60 Euro civarı olan bu kartı gitmeden internetten de alabilir, Prag’da büfelerden de temin edebilirisiniz.
Alışveriş için en büyük AVM Centrum Chodou’yu tercih edebileceğiniz gibi, bizim gibi açık ve kapalı pazarları, dükkanları da tercih edebilirsiniz. "Prag'tan ne alınır?" derseniz; eğer çocuğunuz varsa, kuklalarının çok şahane olduğunu söyleyebilirim. Hatta geleneksel kukla gösterisine de gidebilirsiniz. Bunun dışında seramik, meyve ve çanta çok güzel hediyelikler olabilir.
Prag'ın meşhur tatlısı 'trdelnik'.
"Prag'ta ne yenir?" derseniz, biz Türk mutfağına âşık bir aile olduğumuzdan mıdır bilmem dünya mutfağına bir türlü ısınamadık. Avrupa’da ki birçok yerin aksine geniş bir mutfak kültürü olduğunu, gittiğinizde yakından görebileceğiniz bu şehirde yemek tavsiyem, meşhur tatlısı Trdelnik olacak. Eğer yemeden dönerseniz hayatınızda bir şey hep eksik kalır ve asla tamam olmayabilir. O kızarmış şekerli tarçın tadı, çıtır çıtır hamuru ve kokusu hala bazen hissedebildiğim bir yerde durur.
Bunun dışında 'gulas'ı Rüzgar çok beğendi, 'svickova’ya ise Selim bayıldı. Tavsiyem bu üç lezzeti tatmadan dönmeyin.
Prag'a hangi mevsimde gitmeli?
"Prag'a hangi mevsimde gitmeli?" derseniz, biz yazın gittik ve şansımıza da ülke tarihinin en sıcak günlerine denk geldik. Hatta bir gün, halkın sokağa çıkmama konusunda uyarılmış olduğunu öğrendik. Biz her şeye rağmen çok keyifle gezsek de, kışın da karasal iklime sahip olduğunu ve soğuk olduğunu öğrendiğimiz bu şehir için sanırım en ideal gezi zamanları, özellikle bizim gibi küçük bir çocukla seyahat edecekler için bahar ayları olabilir.
Her köşede yere secde etmiş şekilde yatan dilenciler göreceksiniz. Şehirle ilgili sizi en çok üzen detay muhtemelen bu olacak. O sıcakta secde pozisyonunda akşama kadar dilenen insanların karşısında, serin kafede oturup dondurmalarını yiyen insanlar, size dünyanın da iki farklı yüzünü gösterecek.
Prag gecelerinin o ışıl ışıl, eğlenceli dakikalarını akşam yemeklerimiz sırasında yaşama fırsatı da bulduk. Gece hayatının, özellikle haziran ve ağustos ayları arasında dünya çapında bir üne sahip olduğunu da bir sohbet sırasında öğrendik. Double Trouble ve John Lennon Pub konuştuğumuz Çek’in tavsiye ettiği mekânlardı. Gece hayatı sevenler için bu notu da bırakmış olayım. Bu arada yemek yediğiniz her yerde işini aşkla yapan garsonlar göreceksiniz, bunu temin edebilirim. Çok eğlenceli, hoş sohbet bu insanlar yemek zevkinizi daha da artıracak.
Prag'ta gezilecek yerler
Prag için yazar Franz Kafka çok önemli bir simge. 20'nci yüzyılın önde gelen yazarlarından Kafka’nın müzesi, heykeli… Adını şehirde birçok noktada duyacak ve bir eserini okuma ihtiyacı hissedeceksiniz. 'Milena’ya Mektuplar' tavsiyemdir.
Beni en çok etkileyen ise; müzesinin önündeki Piss adı verilen açık hava heykeli odu. Yerde bir harita ve üzerinde işeyen iki adam... Sanatçı eserinde, ülkesini pislettiğini düşündüğü siyasetçilere atıfta bulunmuş.
Prag'ta gezilecek yerleri merak edenlere vereceğim cevap oldukça uzun. İlk olarak Vlata Nehri'ne gidip şehri en doğru noktadan hissetmeye başlamanızı tavsiye ederim. Ardından dünyanın en önemli ikonik köprüleri arasında gösterilen Charles ve Karl Köprüsü'nü gezmenizi, heykelleri ve sokak sanatçılarının o muhteşem müziklerini, hatta sokak satıcılarının hoş hediyeliklerini deneyimleme, harika resimler çekme fırsatını kaçırmayın.
Dans Eden Ev, Eski Belediye Sarayı, Klementinum, Aziz Vitus Kilisesi, Tyn Kilisesi, Sigmund Freud heykeli görmeden dönerseniz pişman olacağınız yerler arasında.
Şehrin en önemli simgesi: Prag Kalesi
Prag Kalesi, bence şehrin en önemli bir diğer simgesi. Unesco Dünya Kültür mirası listesinde yer alıyor. Dünyanın en büyük antik kalesi olması nedeniyle de Guinness Rekorlar Kitabı'nda olduğunu söylersem, görmek için daha çok sabırsızlanmanızı sağlar mıyım?
Astronomik saat kulesi ise benim en hayran kaldığım yer. Her saat başı çalarken insanların akın ettiği o koca meydanı yaşamanızı çok isterim. Üzerindeki her figürün bir anlamı var. Ayna, iskelet, mandolin çalan Osmanlı, 12 havari… Tüm bunların anlamlarını gitmeden okumanızı, bakarken de hissetmenizi isterim. Old Town üzerindeki bu yer rotalarınızdan biri olsun, ayrıca tam karşısındaki otelin terası ise şehri hissedeceğiniz ve harika tatlılar yiyeceğiniz bir yer.
Petrin Gözlem Evi, Prag manzarasını en doğru hissedeceğiniz, yüzlerce merdiven sonrası kavuşabileceğiniz ama kavuştuğunuz o manzara için değer diyeceğiniz bir başka önemli nokta. Mevsimlerden yaz olması sebebiyle burada bir belediye arabası merdiven çıkıp yorulmuş ve aşırı terlemiş insanları, fıskiyelerle bekliyordu.
Son olarak John Lennon Duvarı… Gidene kadar görmem gereken bir yer olmaktan öte gitmemiş bu yeri orada çok daha duygu dolu hissetme fırsatı buldum. Hikâyesi dokunaklı olan bu duvar, üzerindeki onlarca grafiti ve sözle sizi bekliyor. Hikâyesini gitmeden okursanız, neden duygulandırabileceğini de anlamış olacaksınız.
Şehirle ilgili söylemek istediğim son şey ise şu: Biz hiçbir şekilde, otobüs, metro, tren vs kullanmadık. Her yere yürüdük. Şehir öyle sandığınız gibi küçük değil ama her yere dokunmak, hissetmek, yorulmak bizim için seyahatin en önemli detaylarından biri. Her yere yürüyerek, yemek yiyerek, alışveriş yaparak gittiğimiz bu şehirde sadece iki kez, otel ulaşımı için Uber kullandık.
Bu arada biz bu seyahatteyken Çekya’da bulunan bir şehir olan Cesky Krumlov’a da gittik. Dünya mirasları listesinde yer alan, masallardan fırlamış yeri bu yazıya sıkıştırmaya kıyamadığım için ayrıca bir yazımda değinme sözü veriyorum.
Dünyada görülmesi gereken şehirler listesi yapsam ilk 10’um da kesin yer alacak bu şehri en yakın zamanda yaşamanızı tavsiye ediyorum.
Yolculuk, önce seni sözsüz bırakır, sonra da iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürür. - Ibn Battuta
