‘Kayıp Şehir Z’, efsane film serisi ‘Indiana Jones’a esin kaynağı olmuş bir adamın 1. Dünya Savaşı öncesinde geçen gerçek yaşam öyküsünü anlatıyor. Film boyunca İngiliz kaşif Percy Fawcett, Amazon’un balta girmemiş ormanlarında ölüm ve yaşam arasında bulunan ince çizgide ilerliyor. Amazon’a yolculuk, başta macera içerdiği için kulağa hoş/güzel geliyor. Ama filmi izlediğinizde ne tür zorluklar içerdiğini görüyorsunuz. Percy Fawcett, kayıp ve keşif edilmemiş bir medeniyetin peşine düşüyor. Hatta keşfetme amacı bir süre sonra saplantı haline geliyor. Öyle ki, bu uğurda ölümü bile göze alacak kadar. Film macera tutkunlarının severek izleyeceği bir yapım. Ama uzun süresi izleyiciyi yer yer sıkabiliyor. Amazon ormanında ve nehrinde geçen sahneler 1979 yapımı Francis Ford Coppola’nın Kıyamet/Apocalypse Now filmini anımsatıyor.
5 milyon dolar bütçeyle çekilen korku filmi ‘Kapan’ vizyondaki yerini aldı. ‘Kapan’, yönetmen Jordan Peele’in ilk uzun metraj film çalışması. Buna rağmen çok büyük bir başarı elde etti. Şöyle ki; Jordan Peele, ‘Kapan’ın 100 milyon dolar gişe hasılatını (ilk uzun metraj filmiyle) aşan başarısı sayesinde ilk Afro-Amerikalı yazar/yönetmen oldu.
Oscar ödüllü yönetmen Martin Scorsese’nin son filmi ‘Sessizlik/Silence’ vizyondaki yerini aldı. Japon yazar Shusaku Endo’nun çok satan romanından uyarlanan yapım 46 milyon dolar bütçeyle çekildi. Film başladığı an, adının neden ‘Sessizlik’ olduğunu anlıyorsunuz. Scorsese, izleyiciyi öyle bir ruh durumuna sokuyor ki, izlerken kıpırdasanız sanki Japonlar sizin burada olduğunuzu anlayacak ve saldıracak/ yakalayacak hissi yaşatıyor. Baştan söyleyeyim film fazlasıyla ağır ilerleyen bir yapım.
Film Hristiyanlığın yasak olduğu dönemde, Japonya’ya Hristiyanlığı tanıtmak için giden 2 cizvit papazını anlatıyor. Burada yaşadıkları zorluk, eziyet ve işkenceleri çok derin bir şekilde işliyor. Filmde Cizvit papazlarının gördükleri işkenceler için bir nevi inancın sınanması diyebiliriz. Shusaku Endo, burada bulunan inancın sınanması temasını Fransız yazar Alexandre Dumas’tan almış. Dumas'nın, 1844’te yazdığı ‘Monte Kristo Kontu’ kitabında Edmond Dantes karakteri işkence görür ve bir nevi inançla imtihan olur. Tıpkı ‘Sessizlik’ filminde Rodrigues ve Garupe karakterlerinin sınanması/imtihanı gibi. Filmde Garupe karakteri zorla inançsızlığa itilir ve Hristiyanlığı reddetmesi istenir. Sonrasında kendisine giydirilen Japon kimonosunda/giysisinde haç işaretine benzer desenler olduğu görülüyor. Burada, ne kadar baskı yapılırsa yapılsın insanın yüreğinde bulunan inancı elinden alamazsınız, etki edemezsiniz mesajı veriliyor.
Belçikalı çizer Pierre Culifford’un popüler çizgi serisi Şirinler, bir kez daha beyazperdeye uyarlandı. Bu defa yapımcılar serinin önceki bölümlerinde olduğu gibi canlı oyuncular/live action kullanmak yerine tamamen animasyon olmasını uygun gördü.Hikaye, şirinlerin kayıp bir köyü gösteren bir harita bulması ve yol boyunca başlarına gelen maceraları konu alıyor.
Sıkılmadan izlenebilecek bir yapım olduğunu söyleyebilirim. Daha önce hiç şirinler izlemediyseniz endişe etmenize gerek yok. Çünkü film, karakterleri ve genel olarak şirinlerin temasını baştan anlatıyor/tanıtıyor ve çok güzel bir giriş yapıyor. Şirinlerin tek dişi/kadın karakteri ‘Şirine’nin nasıl dünyaya geldiğini açıklayarak merak edilen soruya cevap veriyor. Şirine, Gargamel adlı kötü adamın şirinleri ele geçirmek için bir plan için yaratıldığı anlatılıyor.
Burada ‘Yunan Mitolojisi’nden yararlanılmış. Şöyle ki, Yunan tanrılarının başı Zeus, Hephaistos adlı tanrıdan kil ve su kullanarak bir kadın yaratmasını ister ve kadının yaratılışı mitolojide bu şekilde anlatılır. ‘Tıpkı Şirinler 3: Kayıp Köy’ filminde olduğu gibi. Filmde de Şirine (yani ilk kadın şirin), Gargamel tarafından kilden yaratılır.
‘Hızlı ve Öfkeli’ serisinin 8. filmi hız tutkunlarıyla vizyonda buluşuyor. Çekimleri New York, İzlanda ve Küba’da gerçekleştirilen filmin bütçesi 250 milyon dolar. Aksiyon meraklılarının bir an önce filme gitmelerini tavsiye ediyorum. Zira ‘Hızlı ve Öfkeli 8’ izleyiciye hayal edebileceğinin ötesinde bir heyecan/adrenalin yaşatıyor. Yüksek bütçeli patlama sahneleri izleyiciyi adeta koltuğa çiviliyor. Bir diğer dikkat çeken detay ise Deckard (Jason Statham) ve Hobbs (Dwayne Johnson) karakterlerinin aralarında yaşadığı mizahi rekabet. Bu sahneler seyirciyi gülmekten kırıp geçiriyor. Öyle ki hem aksiyon keyfi yaşayıp hem de kahkahalara boğuluyorsunuz. “Serinin önceki filmlerinden iyi mi?” diye soracak olursanız. Rahatlıkla söyleyebilirim ki bu film aksiyon çıtasını olabilecek en üst seviyeye yükseltmiş.
Film, içerisinde yoğun olarak barındırdığı kesme-biçme sahneleriyle midesi sağlam bir izleyici kitlesine hitap ediyor. Baştan düşük bütçeli olduğunu kabul ederek ve beklentiye girmeden izlerseniz sıkılmayacağınıza eminim. Filmin aslında en büyük esin kaynağı David Cronenberg’in 1988 yapımı ‘Ölü İkizler (Dead Ringers)’. ‘Ölü İkizler’ filmindeki otopsi uzmanı ikiz kardeşler ‘Otopsi’ filminde baba-oğul olarak karşımıza çıkıyor. Elbette çok daha basite indirgenmiş bir versiyonu olarak. Filmin neredeyse tamamının tek mekânda geçmesi doğal olarak korku unsurlarını azaltıyor. Korku olarak başlayan film zamanla gerilim türüne dönüşüyor. Usta oyuncu Brian Cox ve Emile Hirsch her ne kadar mükemmel bir rol çıkarsalar da… Yönetmen filmi biraz aceleye getirmiş gibi gözüküyor.
FİLMİN KONUSU
Tommy ve oğlu Austin birlikte çalışan adli tıp memurudur. Austin, babasını yalnız bırakmak istemese de kız arkadaşıyla hayatını birleştirmek için planlar yapar. Bunu babasına açıklayacağı akşam evlerinde bulunan morga bir ceset getirilir. Vücudunda hiçbir iz ve yaraya rastlanmayan kadın cesedi hakkında her şey belirsizdir. Cesedin kimliğini tespit etmek için çalışmaları onları tehlikeli ve gizemli bir yolculuğa çıkaracaktır. Yönetmenliğini Andre Ovredal’ın yaptığı filmin oyuncuları arasında Biran Cox, Emile Hirsch ve Ophelia Lovibond yer alıyor.
‘Patron Bebek’, hem küçüklere hem de büyüklere hitap eden eğlenceli bir animasyon. Film, çocukların ebeveynlerine yönelttiği ‘Bebekler nereden geliyor?’ sorusunu çok güzel işlemiş ve ilginç bir hikâye ortaya çıkarmış. Yapım, aslında bebeklerin (normal bebekler ve patron bebekler olmak üzere) ikiye ayrıldığını anlatıyor. Patron bebekler, küçük bir bebek görüntüsünde olmasına rağmen aslında ‘Baby Corp’ adlı şirkette çalışan birer iş adamı. İçtikleri özel formül içeren süt, onların büyümesini engelliyor ve küçük kalmalarını sağlıyor. Burada, İskoç roman yazarı ‘J.M Barrie’nin ‘Peter Pan’ romanında bulunan temadan yararlanıldığı belli oluyor. Peter Pan karakteri, olmayan ülke/neverland adındaki bir yerde hiç büyümeden yaşar. Tıpkı ‘Patron Bebek’te olduğu gibi. Yapım birçok çocuk filmi ve çizgi filme gönderme yapıyor. Kovalamaca sahnelerinde, karakterlerin giydiği kıyafetler arasında: ‘Mary Poppins’, ‘Teletabiler (Teletubbies)’, ‘Powerpuff Girls’ gibi filmlere göndermeler olduğunu göreceksiniz.
PATRON BEBEK (THE BOSS BABY)
Tim Templeton, 7 yaşında anne ve babasıyla mutlu bir hayat sürmekteyken kardeşi olacağı haberini alır. Bu haber mutlu günlerinin sonu olur. Ama doğan kardeş hiç de diğer bebeklere benzemez. Giyim kuşamı, konuşması ve hareketleri büyük insan gibidir. Tim Templeton, kardeşiyle güçlerini birleştirerek ‘Puppy Şirketi’ başkanının kurduğu planları alt üst edecektir.
20 milyon dolar bütçeyle çekilen ‘Baraka’ vizyondaki yerini aldı. Filmde, küçüklüğünde babasından gördüğü eziyetler ve yetişkinliğinde yaşadığı travmatik olay (kızının kaybolması/kaçırılması) sebebiyle Tanrıya inancını kaybetmiş bir adamı (Mack Philips) görüyoruz. Sonrasında gelişen olaylarda Tanrıdan gelen bir davet ve ‘Kutsal Üçlem/Teslis’ şeklinde yani baba-oğul ve kutsal ruh olarak belirmesine tanık oluyoruz.
Bu temanın 2007 yılındaki ‘Dünyalı (The Man From Earth)’ filminden alıntı yapıldığı belli oluyor. ‘Dünyalı’ filminde Tanrı, insan suretine karşımıza çıkıyor ve bilinen gerçeklerin aslında göründüğünden farklı olduğunu anlatıyordu. Tıpkı ‘Baraka’ filminde olduğu gibi. Yapımda görünen Tanrı ve ‘Kutsal Üçlü’; Mack Philips’in babası ve kızını kaçıran adamın aslında göründüğünden farklı olduklarını söylüyor. Ayrıca izleyiciye insanları yargılamadan önce durup düşünmesi gerektiği konusunda mesaj veriyor.
Film genel olarak merak uyandırıcı bir hikâye anlatıyor. Yer yer durağan olması seyirci üzerinde olumsuz etki yaratsa da izlemeye değer olduğunu düşünüyorum.