Geçtiğimiz eylülde Venedik Film Festivali'nde prömiyerini yapan The New Pope, Amerika ve Avrupa’yla eş zamanlı olarak 11 Ocak’ta BluTV’de sezon açtı. Oscarlı İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino’nun yazıp yönettiği ilk sezon dizisi The Young Pope’un devamı niteliğindeki bu yeni seri uzun zamandır bekleniyordu.
Genç Papa rolünde birinci sezonda muhteşem oyunculuğu ile Jude Law’ı izlemiştik. Yeni Papa’yı ise yine bir başka usta oyuncu John Malkovich canlandırıyor. BluTV’de henüz iki bölümü yayınlanan dizinin ilerleyen bölümlerinde Jude Law’ı görmeye devam edeceğiz ama iki papa arasındaki olayların nasıl gelişeceği şimdilik merak konusu.
Günümüz Roman Katolik Kilisesi’ni merkezine alan the Young Pope 2016’da yayınlandığı andan itibaren sıra dışı çizgisiyle büyük yankı uyandırmıştı. Dizide 13. Pius olarak karşımıza çıkan Lenny Belardo (Jude Law) Vatikan tarihindeki seçilmiş ilk Amerikalı ve en genç Papa’dır.
Yüzünü dış dünyaya göstermeyen bu ilginç Papa, sabah kahvaltılarını vişneli Kola ile yapmakta, güneş gözlüğü ve parmak arası terlikleriyle Vatikan’ın her köşesinde dolaşarak sigara içmektedir. Üstelik yakışıklı ve son derece zekidir.
Daha açılış sahneleriyle bile izleyiciye küçük, kısa şoklar yaşatan dizinin düşmeyen bir temposu ve giderek derinleşen bir yapısı var. Hem görsel hem de dramatik anlamda oldukça zengin içerikleriyle izleyicinin gözünü kırpmadan izlediği, farklı katmanlardan oluşan bu yapım İtalyan yönetmenin ustalığı hakkında da çok fazla şey söylüyor.
Bir yanda büyük karizması ve Papalık makamının kendisine verdiği gücü amansızca kullanan 13. Pius’u izlerken, öte yanda annesi ve babası tarafından yetimhaneye bırakılmış, bu yüzden kırılgan ve aslında hiç büyüyememiş Lenny’yi görüyoruz.
Hikayede Lenny ile ilgili mistik bir taraf olduğunu da söylemek gerek. Fakat, Sorrentino bu mistisizmi hikayeye öyle iyi yedirmiş ki, izleyici mantıksal bir sorgulamaya gitmeksizin kendini kurguya teslim edebiliyor.
Dizide birçok etkileyici yön var ama belki de en önemlisi; her insanın içini bir zaman kurcalayan o ‘varoluşsal soru’nun bir Papa tarafından tekrar ve tekrar soruluyor olması. Bunu içten dışa ve dıştan içe kesitler halinde bir yolculuğa dönüştüren yönetmen, derin ama yalın bir anlatım kullanıyor.
Lenny’ye bu yolculuğunda eşlik eden karakterlerden en önemlileri; yetimhaneye adım attığı andan itibaren dost olduğu kendisi gibi din adamı Kardinal Dussolier (Scott Shephard) ile bu iki yetime adeta annelik etmiş Rahibe Mary (Diene Keaton) ve Lenny’nin sonradan ters düştüğü yaşlı akıl hocası Kardinal Spencer (James Cromwell).
Elbette Vatikan şehrinin dış işleri bakanı, kurnaz Kardinal Voiello (Silvio Orlando) ile İsviçreli muhafızın eşi olan genç Esther’i (Ludivine Sagnier) ve Vatikan’da halkla ilişkilerden sorumlu güzel Sofia’yı (Cecile de France) da unutmamak gerek.
Tüm yan karakterlerin kafasının içine girmemizi sağlayan yönetmen Sorrentino’nun kurgusunda en çok önem verdiği şeyin diyaloglar olduğunu görüyoruz. Görsel bir yönetmen olmasının yanı sıra, bir filozof var karşımızda. Kimi zaman Lenny’nin, kimi zaman diğer karakterlerin ağzından konuşan bu ses izleyiciye çok derin mesajlar ulaştırıyor. Özellikle de Lenny’nin Kardinal Gutierrez ve Rahip Tomaso ile yaptığı bazı konuşmalar var ki, not almaya değer.
Sorrentino, bu seride ne anlatmak istemiş diye merak edenler için Jude Law bir röportajında bunun “şüphe ve inanç” üzerine kurulu olduğunu dile getiriyor. Bana kalırsa Tanrı Aşktır (God is Love) kavramı etrafında çokça dolaşan Sorrentino, Hollywood’da görmeye alışık olduğumuz Hristiyanlık güzellemelerini bir kenara bırakarak incelikli, dahiyane ve kışkırtıcı bir iş çıkarmış.
Dizinin müzikleri de özenle seçilmiş, özellikle üçüncü bölümden itibaren dinlediğimiz Watchtower’ın enstrümantel versiyonu yapıma imzasını atıyor. Bunun gibi, yeni sezon fragmanlarında ve yayınlanan ilk iki bölümde Good Time Girl ve Pleasant gibi elektronik müzik parçalarına yer verildiğini görüyoruz.
Gizemli bir şekilde biten birinci sezonun ardından yeni sezonda Lenny’nin hasta yatağında uyanmayı beklediğini, bu esnada yerine diziye yeni katılan Sör John Brannox rolündeki John Malkovich’in bakmakta olduğunu görünce heyecanımız iyice artıyor.
Fazla spoiler vermeden ikinci sezondan bahsetmek gerekirse, Yeni Papa Brannox da tıpkı Lenny gibi bazı çocukluk travmalarına sahip. Yayınlanan ilk iki bölümden izlediğimiz kadarıyla düşüncelerinde Lenny kadar radikal olmayan ve taraftarlarınca ‘orta yol’ yanlısı biri olarak görülen Brannox’un derinlikli diyaloglar kurma ve zeka bağlamında Genç Papa’dan aşağı kalmadığını görüyoruz.
Birinci bölümde Papalık tahtında seyirciyi ufak bir şaşırtmaca beklese de, ikinci bölümle birlikte taşlar yerine otururken, yeni oyun kurgusunun da nasıl şekillendiğini yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz.
Yine de sürprizlere hazırlıklı olmak lazım; bunca aradan sonra her halükarda heyecanlı bir sezonun bizi beklediğini söylersek yanılmış olmayız. Zira, Vatikan’ın önünde hala komadaki Lenny için dua eden kalabalıklar olduğunu ve taraftarları nazarında Lenny’nin bir ‘aziz’ olduğunu aklıda tutmak lazım.
Bir son not da, ana dilleri farklı olan Sorrentino ile Jude Law birinci sezonda öyle bütünlüklü bir iş çıkarmışlardı ki, birlikte çalışmaktan ne kadar memnun kaldıkları dizinin her karesine yansımıştı. Dileriz aynı uyum John Malkovich ile de yakalanmış olsun.
Genç Papa’yla adından çok söz ettiren, Yeni Papa ile de Venedik prömiyerinde ayakta alkışlanan İtalyan yönetmen ülkesinde ve dünyada oldukça önemli bir isim. Sorrentino’nun diğer işlerini merak edenler için, 2014 yapımı Oscarlı ‘Muhteşem Güzellik’ filminin hayata dair çok yerinde tespitlerin yapıldığı ve yine aşkın bir dil ile görüntü zenginliğinin, özellikle de Roma şehrinin güzelliğinin gözler önüne serildiği özgün bir yapım olduğunu söyleyebilirim.