Ramazan geldi gelecek derken ilk iftar geçti bile…
Eski Ramazanları düşündüğüm zaman aklıma ilk anneannem aklıma gelir; neden bilmem bir enstantane gözümün önünde canlanır ve anneannem:
“Ramazan geldi hoş geldi, baklava tepsisi boş geldi” der.
Küçükken bin bir umutla beklenen baklava tepsisinin boş geldiğini düşünür çok gülerdim. Tabii o zamanlar baklava alaylarını da duymamıştım.
Sonra baklava tepsisinin niye boş geldiğini anladım. Bu aslında kalabalıkla, büyük bir coşku ile yapılan iftarların ardından hep birlikte yenilen baklavanın silinip süpürüldüğünü anlatıyordu.
Ramazan’ın coşkusunun toplu iftarlarla, birliktelikle kutlandığı günlerden pandemi sürecinin ıssız ramazanlarına geldik.
Bu sene de kısıtlamalar “bu kez daha bir dolu dolu “nerede eski ramazanlar” dedirtiyor. Biz buna da şükredip, sağlığın her şeyden önemli olduğunu unutmadan geçmiş ramazanlardaki salgınlara bakalım.
“Salgınlar Tarihi” kitabımda yazdığı gibi Osmanlı tarihinde birçok salgın kayda geçmiştir. Özellikle İstanbul’da etkili olan salgınlarda çok sayıda kişinin öldüğü bilinmektedir.
Usame bin Zeyd'den rivayet edilen “Veba bir yerde baş gösterir ve siz orada bulunursanız o yerden çıkmayınız! Şayet bir yerde baş gösterir ve siz orada olmazsanız o yere inmeyin!" şeklindeki hadis Müslüman toplamlarca bilinmekte ve buna göre önlemler alınmaktaydı. Osmanlı toplumunda özellikle XIX. Yüzyıldan sonra salgın hastalıklara karşı ciddi önlemler de alınmaya başlanmıştır.
1821 veba salgınında ise insanların bir arada olmasını engelleyen önlemler alınmış ve özellikle de Ramazan ayında bu önlemler sıkılaştırılmıştı. 1821 yılında Ramazan ayında alınan önlemler arasında, kahvehanelere burada oynanan oyunlara yasak gelirken, sahurda bekçilerin davul çalması ve sahura kadar orta oyunları, meddahların hikâye anlatmaları gibi köklü gelenekler yasaklandı.
Tarihe baktığımızda karantina adeti daha II.Mahmut zamanında başlamakla birlikte, Ramazan adetlerinin salgına olumsuz etkisi zaman zaman farkına varılan bir gerçek olmuştu. Önlemlerin gevşetilmesi ise daha çok kişinin ölümü ile sonuçlanmıştı.
Örneğin 1848 yılındaki veba salgınında, veba ilk önce çok yayılmamış, bir tek gayrimüslimler arasına Paskalya zamanı bir yoğunluk gözükmüştü. Ancak aynı yılın Temmuz sonunda başlayan Ramazan ayı ile birlikte, halk arasında salgın bu kez daha kuvvetli yayılmış, sadece Ramazan ayında beş yüzden fazla ölüme yol açmıştı. Ramazan ayı boyunca her yerde ölümler baş göstermiş ve ancak ikindi vakti sokağa çıkanlar durumu tam olarak anlayamadıklarından şehre büyük bir vesvese hakim olmuştu. Bu kritik durumda birçok insan da farklı yerlere nakledilmişti.
Bugünkü sosyal medyadaki vesveseden farkı olmayan bu vesvese durumunu ve nakilleri durumu Şanizâde Tarihi’nden şöyle okuruz: “umurundan bizar ve dehşet-i külli gelüp, vesvese üzere olmayan kimseler dahi bir ayda iki üç yere nakledildi.”
Aynı salgın Ramazan sonrası etkisini kaybetmişti.
Kısaca örneklediğimiz gibi, eski ramazan ayları da salgınlara sahne olmuştu ve her zaman önlem alınması gerekmişti. Önlem alınmadığında özellikle Ramazan aylarında yoğunlaşa salgınlar modernite, gelişen teknoloji ve dijital çağ yalanları ile oyalandığımız bu ilginç günlerde de tedbir gerektirmektedir.
Gelecek Ramazan ayları için ümit beleyip her türlü önlemi almak kendimize olduğu kadar bütün topluma olan görevimizdir ve eskiden beri de böyle olmuştur.