Yılbaşına sayılı günler kaldı. Adettendir her ‘köşe’ci iyi dileklerle okurlarının yeni yılını kutlar. Kimi günü gününe, kimi de benim gibi günler öncesinden. Tabii ki huzurlu, mutlu, sıkıntısız, en önemlisi de sağlıklı yeni bir yıl diliyorum.
Dahası. Hak ve hukukun egemen olduğu, vicdanları beyinlerine söz geçiren hakim ve savcıların olduğu, sahte deliller, düzmece tanıklarla mahkum olunup zindanlara girilmeyen, ötekileştirmenin olmadığı, bizden ve olmayan tabirinin unutulduğu, laik Cumhuriyet’in tüm bileşenleriyle korunduğu, ılımlı İslam adı altında ortaçağ zihniyetine doğru gidişin durduğu, kadın-erkek eşitliğinin olmazsa olmaz olduğu, Atatürk sevgisinin törpülenerek yok edilmediği, devrimlerin yavaş yavaş özelliklerini kaybetmediği, eğitim sisteminde Osmanlı değil, çağdaş kriterlerin baz alındığı,
yandaşa çok, olmayana yok algısının yok olduğu, yolsuzluk ve hırsızlıkların son bulduğu, her yanlışa paralel etiketi takılarak yok sayılmadığı, korkunun dağları beklemediği, dul, yetim, emekli ve gazilerin haklarının yenilmediği, 175 üniversiteden mezun olanların işsiz kalmadığı, rantı yüksek güzelliklerimizin sadece yüzde elliye dağıtılmadığı, siyaset dilinin kaba, kırıcı olmayıp yapıcı olduğu, bu dilin yarattığı şiddetin son bulduğu, çözüm diye çözümsüzlük, aman bizden uzak olsun özerklik kavramının konuşulmadığı, analar ağlamıyor denilerek, nedense hep kaza nedeniyle ölen Mehmetçiklerimizin bu ‘kaza’lardan kurtulduğu, mültecilere harcanan paranın hiç olmazsa yarısının ülkesinde mülteciden farksız yaşayan Türklere harcandığı, hayvan haklarının geçerli olduğu bir Türkiye’de okuyucularımın yeni yılını kutluyorum.
Çok dilekte bulundum biliyorum. İçimden böyle geldi.
Ama siz istemediklerinizin üstünü karalayarak kısaltabilirsiniz. Geriye kalanlarla yetinerek.
Seçim sizin.
5 OCAK BİLMECESİ
Yüce Divan’da Divan kelimesinin (İ) harfinin üzerinde inceltme işareti vardı. Ne zaman ki Türk Dil Kurumu bu işareti kaldırdı, Yüce Divan da Yüce Döşek oldu. Dört bakanın da bu döşek çok rahatsız olduğu için pek yatmaya niyetleri yok. Rivayet doğru ise Başbakan Davutoğlu’nun “kendiniz gidin” demesine rağmen. Niye gitsinler ki;
* Deliller yasadışı yöntemlerle elde edildi demediler mi?
* Mahkemede kullanılamaz demediler mi?
* Kovuşturmaya yer yoktur kararı vermediler mi?
* Reza Zarrab ve ötekiler aklanıp paralarını faiziyle geri almadılar mı?
Eee, o zaman evlerindeki yatakta rahat ve huzurlu bir şekilde yatmak varken yüce döşek niye ki? Daha savunma bile yapmadılar. Belki de her şeyi çürütecekler. Komisyon siyaseten karar alır diyorlar. Bilinir mi? Gönderse partideki rahatsızlık giderilir. Göndermese, darbe girişimi iddiası kadük olur. Peki seçim propagandasında ne diyecekler? Yani iki ucu b.klu bir değnek şimdi iktidarın elinde. Başka seçenek yok. 5 Ocak’ı bekleyeceğiz.
O gün bitecek mi?
Hayır.
9 Ocak’a kadar yolu var.
HENÜZ GEÇ DEĞİL
Devrim şehidi Kubilay’ı anma töreninde konuşan 16 yaşındaki bir lise öğrencisi duygularını aktarırken zülfüyare dokunup, Cumhurbaşkanı’na hakaret etmiş. Sınıfından alınıp, apar topar bir mahkemeyle tutuklandı.
4 gündür Türkiye’yi bu olay meşgul ediyor. Herkes “yok artık” derken, iktidar yandaşı medya bile “iyi olmuş” demiyor. Bir işgüzarlık korunan Cumhurbaşkanı’nı karikatürlere konu etti. Peki gerekli miydi? Yöntem bu mu olmalıydı? Mehmet Emin’in avukatı “Tutuklanmasın, adli kontrole alınsın. Daha çok küçük” dedi ama, işgüzara çocuk güven vermemiş.
Vicdani kanaati oluşmamış. Genç liseliyi cezaevine yolladı. Baksanıza Başbakan Davutoğlu bile, küçük bir kız çocuğunu severken, “Kim olursa olsun Cumhurbaşkanlığı makamına saygı göstermesi gerekir. Bu konu hukuki” deyiverdi. Yüreği de ona “Evet doğru söylüyorsun” dedi mi acaba? Ancak Adalet Bakanı Bozdağ yüreklere su serpti: “Çocuk yaştakilerin tutuksuz yargılanmaları esastır” dedi ve ‘esas’ uygulandı.
Mehmet Emin Altunses 36 saat sonra serbest bırakıldı. Keşke birisi genç liseliyi kulağından tutup Cumhurbaşkanı’na götürseydi. O da, kulağı tutan eli itip nasihat etseydi, başını okşasaydı daha güzel daha insani bir hareket olmaz mıydı?
Herkes alkış tutardı.
Ancak, Erdoğan’ın “getirin bana” demesi için henüz geç değil.
ÜZÜLME BURÇİN HEPİMİZ ALZHEİMER'IZ
Bir zamanlar Bambi namıyla maruf danscı Burçin Orhon’un, Alzheimer’ın ilk, ilk, ilk devresine ait şüphelerinden kaynaklanan rahatsızlığını duymayan kalmadı. Nasıl kalsın ki. İki hafta süreyle gazetelerin magazin eklerine, ekranın magazin programlarının hepsine konuştu. Mutfağa götüreceğini banyoya götürmüş, kimi arayacağını unutmuş, okuduğu kitabın sonunu hatırlayamamış. O zaman Prof. Dr. Osman Tanık’ın dediği gibi ben de, siz de, hepimiz Alzheimer hastasıyız. Orhon’un şikayetleri hangimizde yok.
Ne diyelim, önce Allah şifa versin. Tanılar erken teşhis avantajıyla son bulsun. Ailesiyle mutlu, sağlıklı bir yaşam sürsün. Ancak tıpkı Cumhurbaşkanı ve Başbakan gibi hergün konuşup sayfalarda bunları anlatmak acaba neden diye düşünüyorum. Burçin Orhon’un dediği gibi iki kişi seyretse, ya da okusa bu hastalığa karşı bilinçlenir düşüncesi bana biraz sığ geliyor.
Aynı olayı bir şarkıcı yapsa “herhalde yakında CD’si çıkacak” denir. Bir başkasına “dizisi başlayacak” denir. Ancak Orhon’da bu ihtimaller yok.
Peki nedendir bu ajitasyon sayfaları? Vardır bir nedeni. Yakında görürüz. Ama ben bir sanatçının basında, ekranda artık kendini görememesinin yarattığı özleme bağlayarak noktayı koyuyorum.
SUÇ VE CEZA
Hak ve Hakikat Partisi Başkanı Dursun Güneş, “Şeriatın kestiği parmak acımaz. Suç işleyeni adaletle asıp, adaletle keseriz” deyince ben de “bu adam ne diyor” diye bir yazı yazmıştım. Bu yazının daha mürekkebi kurumadan Başbakan konuştu. Aman Allahım o da ne? Bu kez kibarca “Sayın Davutoğlu, bu ne biçim kelam” diyeceğim. Ne dedi Davutoğlu: “Kim hazinemize, kim harama bulaşırsa, kardeşimiz de olsa onun kolunu koparmaya kararlıyız.” Suç ve ceza. Kesmek ve koparmak. Güneş’e yakışır ama, Davutoğlu’na yakışmadı. Bir bilim adamı, söylemek istediğini en az 20 değişik cümleyle söyleyebilir. Davutoğlu acaba neden bu cümleyi kurdu. Onun için yakışmadı.
VELİ DURUŞU
Veli Kavlak. Beşiktaş’ın ve Avusturya Milli Takımı’nın yıldız futbolcusu. Süleyman Seba Sezonunda dedesine yakışanı yaptı. Hakkı’ya ve Şeref’e de. Ay-Yıldızlı formayı giymese de damarlarında Türk kanı taşıyor. Beşiktaşlılık duruşu ile harmanlayarak.
Sergilediği fair-play örneği ile bir kardeşini kurtardı. Hakemi hatadan döndürdü. Sadece Beşiktaşlıların alkışını almadı. Tüm renklerin alkışı onun içindi. Ne çok özlemişiz böyle centilmenliği. Acaba en küçük temasta yerde 8 kere dönüp, etinden et koparılmış gibi kıvranarak, meslektaşına yok yere kart gösterilmesine neden olanlara da ders olur mu? Dileyelim olsun. Utansınlar biraz.
DANSÖZ SAĞLIĞA ZARARLI MI?
Yılbaşı akşamlarının eskiden tek eğlencesi tek kanallı Türkiye’de TRT idi. Herkes ünlü sanatçıları seyredebilmek için o geceyi beklerdi. Tabii bir de dansözü. Daha sonra kanallar çoğaldı eğlence çeşitlendi. Dansözler de. AK Parti iktidarında da bu böyleydi. Ta ki geçen yıla, laik Cumhuriyette, İslam’ın yaşam tarzımızı belirleme girişimleri tepe yapana kadar. Dansözler, yani oryantaller isyanlarda.
Bu isyanı da ilk kez ünlü oryantal Didem dile getirdi. Kıyafetleri yüzünden televizyonlarda dans etmelerinin yasaklandığını söyleyen Didem Kınalı bakın ne diyor: “Dans denilince seksapele bağlıyorlar. Ama biz vücudumuzu değil sanatımızı sergiliyoruz.” Dünyanın pek çok ülkesinde Türkiye’yi dansı ile temsil eden Didem, bu sanatın en önemli ismi Nesrin Topkapı’nın da çok savaş verdiğini ama başaramadığını söylüyor.
“Türkiye laik bir ülke diyorlar. Laiklik bu mu? Laiklik dansözün ekrana çıkması, seyretmek istemeyenin de kanalı değiştirmesidir” diyor Didem. Doğru değil mi? Bakalım yasaklama iddiası doğru çıkacak mı?
3 gün kaldı. İzleyip göreceğiz. Ekran dansözlere açık mı, kapalı mı?
Sigara görüntüsünün insan sağlığına zararlı olduğu ve özendirmeme nedeniyle buzlanmasını anladık. Lafımız yok.
Peki dansözün neresi sağlığa zararlı acaba?
HANGİSİNE İNANMAK LAZIM
Cumhurbaşkanı Erdoğan, TÜBİTAK ödül dağıtım töreninde, Harf Devrimini eleştirirken, yine baltayı taşa vurdu. İki sene önce söylediğini unutmuştu. Aslında Erdoğan’ın suçu yok bence. Suç ona bu konuşmayı hazırlayanlarda. Kulakları bükülmeli. Çünkü: Erdoğan, 2012 yılında Anayasa’nın Dili Sempozyumu’nda ne demişti? “Zaman zaman Türkçe ile felsefe yapılmaz deniyor.
Bunların tamamı ırkçılık kokan açıklamalar. Irkçılık kokan düşünüşlerdir.” Cumhurbaşkanı olarak geldiği TÜBİTAK’ da ise ne dedi? “Türkçe’nin kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca, ya İngilizce, ya da Fransızca ve Almanca’ya başvuracaksınız.
Bu sorunu aşmak zorundayız.” Sayın Cumhurbaşkanı tamam da hangi sözünüze inanalım. Bilim ve felsefe yapmak için Türkçe yeterli mi, değil mi? Bizden cevap vermemizi ise beklemeyin. Çünkü tarafınızdan ya ırkçılık, ya da paralellikle damgalanıveririz. Yukarıda da dedim ya siz önce bunları söyletenlerle hesaplaşın. Sonra biz oturur, Amerika’yı kimin keşfettiğini düşünürüz.
Ama bir şartla: Kimse bizle alay etmezse.
MERAK BU YA...
* Şişli’yi AK Parti diline doladı ama CHP’de hala ses yok. Geçen hafta dediğim gibi masaya yumruğunu vuracak bir genel başkan yok. Eski ve yeni iki CHP’li seçimler öncesi, rakiplerine iyi bir koz verdiler hepsi bu. Bravo.
* Tandoğan Orduevi, gazdan, coptan kaçan öğretmenleri içeri alırken, onları almaya gelen sivil polislere silah doğrulttu. Gidin buradan dedi. Asker-polis elelenin çöküşü bu mu acaba?
* Kıvanç Tatlıtuğ askerlik şubesine gitmiş ve 4 dakikada tezkeresini alıp çıkmış. Ne askerlik anısı depolamıştır kimbilir. Yıllarca anlatsa bitmez. Senaryo bile olur.
*Davutoğlu, tasarruf diye kurumların plaket ve hediye alışverişine son vermişti. Ama Cumhurbaşkanı kapsam dışıymış meğerse. Genelgeden 3 gün sonra DEİK toplantısında hediye edilen koca çerçeveyi alıp bir de poz verdi. Neyse ki Davutoğlu bu törende yoktu
* Büyüklere önerimdir. Şu fıtratları tek tek söylüyorsunuz aklımızda tutamıyor, unutuyoruz. Şunları bir liste yapın da, ezberleyelim olmaz mı?
* Uzun Adam’ın uzunu da varmış meğer. Cumhurbaşkanımız, Katar Emiri ile milli marşları dinlerken ortaya çıktı bu fark. Uluslararası ağır toplantıların aile resminde hep bir havamız vardı. İnşallah bu emir oralara katılmaz.
* Yolsuzluk mu suç, hırsızlık mı suç bir türlü karar verilemedi. Şuna ikisi de suç diyen bir iktidar mensubu çıkabilir mi acaba?
CIZZZ...
Niran Ünsal “dik durup” başını örtüyor. Hadise, ezan sesi benim için çok özel diyor. Tuğçe Kazaz, namaz boyun ağrılarıma çok iyi geldi diyor. İpek Tanrıyar, umrede günahlarını fark ettiğini söylüyor. Hayrola neler oluyor?