Merhaba Eşe.
Likya Yolu’nun bir kısmını Haziran ayında yürürken seni tanıdım ve hikâyenin birçok insan tarafından bilinmesini istedim. Tek başına, genç bir kadın olarak, 1 Nisan 2021 tarihinde Fethiye’den yola çıktın ve tam 77 gün sonra Geyikbayırı’nda yürüyüşünü bitirdin. Likya Yolu’nu tek başına bitiren başka bir kadın tanıdığım yok ve genellikle bu kişiler ya yabancı ya da erkek oluyorlar. Likya yolculuğuna tekrar döneceğiz ama öncelikle Eşe Güngör kimdir, senden dinleyelim.
EŞE GÜNGÖR: Merhaba öncelikle dünyadaki en güzel kelime, Merhaba. Merhaba, “benden sana zarar gelmez” demek. Ben Eşe, İzmir’de doğdum büyüdüm. 26 yaşındayım. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldum. Sanatsal bir insanım diyebilirim bir dönem tiyatroda yer aldım, resim yaptım. İlham perim geldiği zamanlarda şiir yazıyorum. Son zamanlarda felsefe ve psikoloji üzerine yoğunlaştım. Aynı zamanda şu anda yaşam koçluğu eğitimi alıyorum. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı zaten ve insana dair ne varsa öğrenmeyi seviyorum. Gezmeyi çok seviyorum. Otostopla, trenle, uçakla, aşağı yukarı 16 ülkede bulundum. Polonya’da 2 ay gönüllü olarak çalıştım. Her zaman gezmek, görmek yeni kültürleri tanımak için bütün olasılıkları sahneye çağırıyorum diyebilirim.
Likya Yolu’nu yürüme fikri nasıl aklına düştü? Daha önce benzer yürüyüşler yapmış mıydın?
E.G: Daha önce Likya Yolu’nu geliş-gidiş noktası olarak kullandım. Likya Yolu üzerindeki koylarda büyük kamplar veya festivaller düzenleniyordu. Ben de Likya Yolu’nu, kırmızı–beyaz çizgimizi ilk o zaman gördüm. Düzenlenen festivallerde bazen çalışıyor bazen de katılımcı oluyordum. Hatta 2016 tarihinde Büyük Boncuk Koyuna bir kampa giderken 11 kişi Likya Yolu tabelasını göremedik. Biraz karanlık olma durumu, biraz da bizim acele etmemiz sonucunda dağda kaybolduk. Ve ben, o an Likya Yolu’nun ne kadar önemli bir yol olduğunu anladım. Çünkü sabaha kadar dağda mahsur kaldık ve yolu ancak sabah bulabildik. Yine Kabak - Cennet koyu tarafını da bu şekilde, önceki senelerde birkaç kez yürümüştüm. Bu yürüyüşlerden sonra Likya Yolu’nu tamamen yürümek aklımın bir köşesinde yer etti. Sadece hep ileri bir tarihe atıyordum. Şu an hayatımı dünyanın her yerinden çalışabileceğim şekilde oluşturmaya çalışıyorum. Eğer başarabilirsem bu yürüyüşlerin, keşiflerin devamı artarak gelecek. Aslında 2020 yılında Likya Yolu’nu yürümeyi düşündüm lakin Temmuz ayına denk gelecekti ben de sıcak olacağı için tekrar yürüyüşümü erteledim. Ardından korona pandemisi patladı ve ben de aynı dönemde yurtdışında yaşamak için vize başvuruları yaptım. Vize sonuçları olumsuz geldi ardından şu soruları sordum kendime.
“Likya Yolu’nu yürümeyi daha ne kadar erteleyeceksin?” “O ilk adımı atmayı ne zaman başaracaksın?” “İlerde yapmak istediğin şeyler içinde hayal olarak mı kalsın istiyorsun?” “Nasıl bir yaşam planlıyorsun?” “Elalemin söylediklerini ve söyleyebileceklerini dışarda bırakırsam ben bunu gerçekten yapabilir miyim?” Ve sonunda ‘’Evet, ben en güzel zamanda Nisan ayında Likya Yolu’nu yürümeye başlayacağım” dedim.
Aslında arkadaşlarınla kaybolman sanki sana Likya Yolu ışığını yakmış gibi gözüküyor. Ve pandemi, yurt dışına çıkamamak gibi diğer olumsuzluklar da seni bu yolculuğa yöneltmiş. Öyle anlıyorum. Peki, başından beri tek başına yürümeyi mi planladın yoksa projelendirme aşamasında başkaları da olacak mıydı yanında?
E.G.: Yakın arkadaşım da bana katılmayı çok istedi ancak sağlık durumundan dolayı gelemedi. Ben de Likya Yolu grupları üzerinden yol arkadaşı bulmayı denedim. Sanırım sadece denedim yol arkadaşı bulmayı gerçekten isteseydim bulurdum. Ben tek yürümek istedim; ilk başta cesaretim yoktu ama öncesinde de tek çok yürüdüm. Bunları bazen unutuyoruz bu yüzden yaptıklarımızı bol bol hatırlamak gerekiyor. Likya Yolu’nu tek başıma yürüyebileceğime inandım ve hazırlıklara başladım.
Ailenin, arkadaşlarının, etrafındaki insanların reaksiyonu ne oldu? “Kızım işin gücün mü yok ne yapacaksın kadın başına oralarda?” cümleleri havada uçuştu mu?
E.G.: Ahh, tabi ki bunlar olmazsa olmazlarımız! Genelde reaksiyon ve sorular şu şekildeydi: “Ne diye yürüyeceksin oraları?” “Sen yürüyünce para verecekler mi sana?” “Aklını mı kaçırdın?” “Kurdu var kuşu var, ne yiyecek ne içeceksin orada?” Çevremden gelen tepkiler bu şekildeydi. Aileme kendimi en iyi şekilde anlattım. Yaşamak istediğim hayatı, yapmak istediklerimi, içimde ukde kalmasını istemediğimi onlara detaylıca anlattım. Likya Yolu’nu yürüyeceğime çok gönüllü olmasalar da nihayetinde benim mutluluğumu hep beraber paylaştık.
Likya Yolu’na çıkmadan önce uzun bir süre hazırlandığını biliyorum. Bir de sırt çantanla yaptın bu yürüyüşü yani konaklaman hep çadırda oldu. Bize biraz nasıl hazırlandığından bahsedebilir misin?
E.G.: Ben rehber kitap üzerinden yolları, güzergahları çalışmaya 1 Mart’ta başladım. O günlerde evin önündeki parkta günlük 10 kilometre yürüyerek Likya Yolu için hazırlık yapmaya başladım. Kış boyunca pandemi dolayısıyla evde olduğum için dağları, yolları çok özlediğim bir dönemdi. Çok heyecanlıydım. Çantam, çadırım, uyku tulumum hep hazır bekliyordu. Ben de baton vs. gibi eksiklerimi tamamlamaya başladım. Genelde yürüyüşçüler fazla yük olmaması için ilk yardım çantası hazırlamıyorlar. Ancak belirtmem gerekir ki en önemli şeylerden biri ilk yardım çantasıdır. Çünkü bazı bölgeler gerçekten şehir merkezine uzak bu yüzden acil kullanımda yanında ilk yardım malzemelerinin bulunması hayat kurtarır. Hep çadırda konakladım, arada sadece birkaç gün duş ve şarj için ücretli kamp yerinde kaldım. Tabi bazen de yolda tanıştığım güzel insanlar beni evlerinde misafir ettiler.
Yola çıkmadan tereddüt ettiğin veya biraz olsun tedirgin olduğun anlar oldu mu?
E.G.: Evet, tabi rotaları kitap üzerinden okuduğunda bazen geriliyorsun. İple geçilen yerler, yamaçlar, kayalıklar ama sonrasında, yani yürürken bunları geride bırakıyorsun.
Gelelim Likya Yolu’na… Biliyorum anlatacak çok şey var bu coğrafyayla ilgili olarak ama genel olarak bu yürüyüş yoluyla ilgili ne demek istersin?
E.G.: Nasıl başladı nasıl bitti anlayamadım. Bunu şu şekilde açıklayabilirim. Zamanın göreceliliği… Likya Yolu’nda zaman çok güzel geçti ve aynı zamanda çok da hızlı geçti. Likya Yolu tarihi, kültürüyle beni farklı zamanlarda yolculuk yaptırdı. Zaman makinesine girmiş gibi birden kendinizi birkaç bin yıl öncesinde bulabiliyorsunuz. Bu çok acayip bir şey mesela bir yerde H.G. Wells’in “Zaman Makinesi” kitabının bir başka versiyonunu yaşıyormuşum gibi gelmişti. Bazı anlar vardır tadı damağından gitmez mesela Fethiye- Ovacık antik yolu, orada tek başına yürümek muazzamdı. Ölüdeniz yokuşunu arkada bırakıp şahit olduğun o manzara, Alınca’da mükemmel manzarası olan tek bir yer var orada yoga yapıp doğayı dinlemek, Çayköy’de su yolu kenarına çadır atmak, su sesiyle uyumak, Musa Dağı’nda uyumak, Tahtalı Dağı’na yürüyerek çıkıp inmek, Zorlu Hisarçandır çıkışını tamamlamak, Çitdibi’nde nehir kıyısında su sesleri eşliğinde uyumak ve daha niceleri… Bir de yol boyunca birçok farklı ülkeden insanlarla tanıştım. Bazılarıyla birkaç gün beraber yürüdük bazılarıyla sadece yürürken ayaküstü sohbet ettik. Dediğin gibi coğrafyaya ve yaşanılanlara dair anlatacak o kadar çok şey var ki …
Geriye baktığında, yoldaki en zorlandığın anlar hangileriydi?
E.G.: En zorlandığım an yağmurun yağdığı zamanlardı. Yürümek zor ve çadır açarsan o zaman da yine çadır ıslanıyor. İlk gün 1 Nisan’da müthiş bir yağmur yağdı. Ben o yağmur sonrasında her gittiğim yerde 3 gün kıyafet kurutmuştum! Hatta şimdi yolu bırakmadıysam bir daha bırakmam demiştim. Ayrıca Hisarçandır çıkışı beni oldukça zorladı çünkü suyum bitmişti. Çeşmeyi gördüğüm ilk anki mutluluğumu unutamıyorum. Tabi çeşmenin hemen yanında siyah bir yılan arkadaşta benimle aynı kaderi paylaşmış o da çok susamıştı sanırım. Biraz beni korkutsa da suyu paylaştık. Bir de yağmur sonrasında bulutların yere inmesine çok alışkın değilim Karabel yaylasında çadır attığımda önümü göremiyordum bu da biraz tedirgin etmişti beni ama duygularımı yönetebildim ve telaş yapmadım. Son olarak Çitdibi –Geyikbayırı arasında bulunan bir yamaç var, orayı karşıdan görünce insan hayatı bir sorguluyor. “Ne yapıyorum ben burada?” vs… Lakin tam o yamaç patikasının üstünde hayat çok güzel, yaşamaya değer evet evet, yaşadığını hissediyorsun tam o noktada.
Peki seni en mutlu eden, en şaşırdığın, kalbine en dokunan anlar hangileriydi?
E.G.: Çitdibi köyünde keçi sütü ve yumurta aramak için köyün içine gittim. Köy bomboş kimse yoktu. Köyün imamına ulaştım ama imam tayin olmuş. Ardından eski imam çoban bir ağabeyin numarasını verdi onu aradım o da koyunları yaylaya çıkarmış derken o da Cafer ağabeyin numarasını verdi. Sonra sonunda Cafer ağabeyi süt, yumurta olduğunu söyledi. Cafer ağabeyin eşi Raziye abla beni görünce ‘’Ahh guzum tek başına ne ediyon burda sen?’’ dedi. Ve beni sofralarına buyur ettiler. Çadırımı getirip, beni misafir edebileceklerini söylediler. Ben çok teşekkür edip nehir kenarındaki evimin yolunu tuttum. Tabii keçi sütüm ve yumurtamla birlikte. Ertesi gün Raziye ablayla beraber sarma sardık ve sonra ben Karabel yaylasının yolunu tuttum. Hala arada onlar beni ararlar, ben de onları ararım. İşte bu kalbime dokunan hikayelerden biriydi.
Kaç km yürüdün Eşe, aralarda ulaşım araçlarına bindin mi? Her yere çadır atmak nasıl bir duyguydu?
E.G.: Likya Yolu, Fethiye'den Antalya'ya kadar uzanan toplam 535 km'lik bir parkur. Ben ara ara alternatif parkurlarda da yürüyüş ve kamp yaptığım için 535 km’yi de geçmiştir. Kabak koyu çıkışı bir yazı gördüm. “What is home?” (Ev nedir?). Bu soru beni çok düşündürdü. Evet ev kendini huzurlu, mutlu, güvende hissettiğin yerdir. Ve ben de çadırımı (evimi) güzergâh üzerinde seçebildiğim en güzel yerlere kurarak mutluluğu yaşadım. Anlamışsınızdır zaten en favori çadır yerim su kenarları.
Yola çıktığında 1 Nisan’dı, bitirdiğinde ise 17 Haziran. 77 gün süresince, Eşe değişti mi? Başlangıçtaki Eşe ile bitişteki Eşe arasında farklar varsa, nedir onlar? Murathan Mungan’ın dediği gibi, yol seni başkalaştırdı mı?
E.G.: Evet, tabi değiştim. Heraklitos ‘un dediği gibi "Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz" sözünü hatırlayalım. Ne nehir o eski nehir, ne de sen o eski sensin. Yoldan öğrendiklerim, yürüme deneyiminden öğrendiklerim, yolda tanıdığım insanlardan öğrendiklerim, yürürken okuduklarımdan öğrendiklerim ve bilinç dışında öğrendiklerim, şimdi hepsinin toplamıyla başkalaşım sürecimi geçiriyorum. Yol beni başkalaştırdı diyebilirim evet şimdi kendimi daha iyi tanımış bir Eşe var içimde ve karşımda. Ve kendimi daha çok seviyor ve değer veriyorum. Yolda, dağda en çok kendime değer vermeyi öğrendim. Mesela sabahları sol kolumu öperek uyanıyorum. Kendine değer vermeyen insan insana, insanlığa da değer vermez bunun ne kadar hayati bir şey olduğunu görüyoruz.
Ne güzel! Bu kolu öperek uyanma işini ben de deneyeyim. Peki, Likya Yolu’nda hayâl kırıklıkların oldu mu? Mesela nelerin iyileştirilmesini istersin?
E.G.: Alakilise rotasının güzel bir şekilde düzenlenmesini, iyileştirilmesini istiyorum. Gerçekten bir hayal kırıklığıydı o alanda yürümek çünkü yokuş aşağı ve işaretler düzensiz. Nereye gittiğin belli değil bazen babalar var sağa git diyor sonra bir işaret görüyorsun işaret de sola git diyor bu yüzden bu bölgede sağlam bir düzenleme gerekiyor. Kültür Rotaları Derneği’nden Ramazan Bey ile tanıştım. Kendisi güzergahın Eylül ayında düzenleneceğini söyledi; umarım dediği gibi olur. Size bir de babalar üzerine birkaç şey anlatmak istiyorum. Babalar, Likya yolu üzerinde yürüyüşçülerin kendilerinin taşları üst üste koyarak oluşturdukları, yön bulmak için kullandıkları mekanizma olarak tanımlayabiliriz. Likya Yolu işaretleri silinmiş olabilir, işaret görünmeyebilir ya da hiç işaret olmayabilir tam o noktada babalar zaman ve yaşam kurtarır. Bunun üstüne de ayrıca yazı yazmayı planlıyorum. Ben mesela kaybolmuşumdur ama benden sonraki kaybolmasın diye hemen orada bir baba oluştururum. Yani senden sonra gelecek insanları düşünüyorsun. Tanımadığın insanları onlar da kaybolmasın, zaman kaybetmesin diye onları düşünüyorsun. Modern toplum insanının aslında çok aşina olmadığı bir şey. Diyorlar ki dünya insanlar gölgesinde uyuyamayacakları ağaçları dikince güzelleşecek. Ben biraz buna benzetiyorum. Senden sonra gelecek olanlar için bir taş da sen koyuyorsun. Ve babaların üstüne kendiliğinden bir taş da sen koyduysan artık yola aitsindir.
Çok güzel! Ben de yürürken o taşlardan koymuştum…. Likya Yolu’nu merak eden çok insan var Eşe, ama bir türlü cesaret edemeyen: “Acaba yapabilir miyim?”, “O sıcakta yürüyebilir miyim?”, “Başıma bir şey gelir mi?” diyenler. Bu sorulara vereceğin cevaplar neler olur? İnsanları cesaretlendirmek için ne derdin?
E.G.: Sadece o ilk adımı at gerisi geliyor. Ve sonrasında tedbirini alarak yolu yaşamaya devam et. Nisan ve Eylül ayları yolu yaşamak için güzel zamanlar, sıcak falan insanı etkilemiyor. Sen de yapabilirsin bunu kendine hatırlat ve kendine inan. Kendine, bir şeyi yapabileceğine inanmak başarmanın ilk adımıdır.
Yolculuğu tek başına kadın olarak yapmak isteyenlere ne dersin, onlara öğütlerin var mı?
E.G.: Tabi ki tek başına kadın olarak da yapabilirsiniz. Ben, benim dışımda da tek kadın olarak yürüyen çok kişi gördüm. Tabi senin de dediğin gibi onlar yabancıydı. Cinsiyet hiçbir zaman yapabileceklerimizin önünde engel değildir; daha önce dediğim gibi yapabileceğine inanan herkes yapabilir. Benim naçizane öğüdüm şu olabilir. Tuna Dalkılıç arkadaşımız Likya Yolu’nu yürürken yaşamını yitirdi. Ben o zaman o rotayı bir ay önce yürümüştüm. Ve bildiğim, yürüdüğüm bu rotada vefat haberini görünce çok üzüldüm. Fotoğrafının altına "Yarısı tamamlandı, hala devam ediyor" yazmıştı ama devam edemedi.
İster kadın ister erkek olalım ister yalnız ister grupla yürüyelim. Dikkatli olmalıyız, şu an da bulunmalı, dağdan, denizden yoldan, taştan, uçurumdan başka bir şey düşünmemeliyiz. Kafanız başka yerlerde olmamalı. “’Bana (bize) bir şey olmaz ya!” dememeliyiz. Önlemimizi bir şeyler daha yaşanmadan almalı ardından keşfetmenin güzelliğini yaşamalıyız.
Daha gezecek güzel yerler, tanınacak farklı kültürler, öğrenilecek yeni bilgiler, izlenilecek güzel filmler, okunacak kitaplar var. Öyle değil mi?
Kesinlikle öyle. Tuna ve onun gibi yolda yaşamını yitiren tüm yürüyüşçülerin ruhları şad olsun. Evet, söylediğinde haklısın azamî dikkat gerekiyor her zaman ve Likya Yolu normalde tehlikeler barındıran bir yol değil. Bazı, önceden bilinebilecek yerlerde daha dikkatli olmak şart, ama bunun dışında oldukça güvenli bir rota… Maalesef her yerde olduğu gibi burada da az sayıda da olsa ölümcül kazalar olabiliyor… Yürümeye devam edecek misin Eşe? Veya yakın gelecekte seni hangi yollarda göreceğiz?
E.G.: Henry David Thoreau şöyle diyor: “Ormana gittim. Çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek için. Tutkularınızdan ve hayallerinizden vazgeçmeyin. Eğer vazgeçerseniz, bedeniniz bu dünyada var olsa da, yaşamınız son bulur.”
Ben de yaşadığımı hissetmek, yaşamın kaynağına doğru gitmek için yolda olacağım. Bu belki dağ yolu olabilir, belki de havayolu, bunu zaman gösterecek. Şimdi Bodrum’dayım, burada çalışıyorum ve ufak tefek yürüyüşlerle 850 kilometrelik Karia yolunu bir ucundan keşfediyorum. En önemlisi de gelecekte çıkacağım yollara hazırlık yapıyorum.
Harika! Seni yakında Karia Yolu’nda göreceğiz gibi bir his var içimde…
Çok teşekkürler Eşe, çok keyif aldığım bir röportaj oldu. Bu topraklarda, zor, cesaret gerektiren şeyleri tek başına başaran kadınların tüm ülke için birer ilham ışığı ve örnek olduğuna inanıyorum. Sen benim için kesinlikle öylesin! Bir sonraki seyahatine tanık olmak için sabırsızlanıyorum.
İstersen bu röportajı, Fas asıllı Fransız sanatçısı Hindi Zahra’nın sözleriyle bitirelim, ne dersin?
Çok güzel olur, çok severim özellikle “Beautiful Tango” şarkısı favorimdir. Ben de çok teşekkür ederim. Yollarda görüşmek üzere. Sevgiler Şelale.
“Coğrafya kaderinizi belirler, seyahat etmek kaderinizi değiştirir” –
H. Zahra