"Covid 19 ve Güney'e göç" yazı dişindeki üçüncü röportajımız sevgili dostum Hamsa Saraswati ile. Hamsa’nın bir ayağı zaten Fethiye’deydi, ama ne olduysa Covid 19 sürecinden sonra İstanbul’daki Yoga merkezini (Hara Yoga) kapatıp, Güney’e taşınmaya karar verdi. Hamsa benim Yoga camiasından yol-daşım, cevaplarını da o kendine has kıymetli bilgeliğiyle vermiş…
Yoga gibi geleneksel olmayan uğraşlardan hayatını kazananlar için bir şehirden diğerine göçmenin daha kolay olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak öyle değil… Ev değiştirmek, herkes için ne kadar zor/kolaysa, “yogacılar” için de o kadar zor/kolay… Sadece Yoga matınızı alıp gitmiyorsunuz, çoğu zaman ailenizi, alışık olduğunuz yaşam alanınızı, öğrencilerinizi, ticarî şirketinizi, kısacası her şeyi bırakıp yeni bir sayfa açıyorsunuz.
Şimdi Hamsa, sadece kendisi için değil, Fethiye’deki merkezine gelen herkes için doğayla daha iç içe, kendi özümüze daha yakın, sağlık ve şifa dolu bir yaşamın ipuçlarını veriyor, senelerdir bu alandaki deneyimlerini paylaşıyor. Güney’e göçerken, etrafımıza da ışık olabilir miyiz, bu sorunun en güzel yanıtını Hamsa veriyor.
Hamsa Saraswati, 31, yoga öğretmeni
Sevgili Hamsa, kısa süre önce İstanbul’dan Fethiye’ye taşındın. Bir ayağın daha önce de Fethiye’deydi diye biliyorum. Yani sanki senin Fethiye’ye yerleşme planın Covid 19 öncesindeydi, doğru mu?
Evet, hayatımın ilk tatilini 3 aylıkken Fethiye'ye yapmışım. Her sene, bazen yılda birkaç hafta burada olurduk. Daha sonra çeşitli doğa ve spor aktiviteleri için, en sonunda da yoga inzivaları için gelmeye başladım. Özellikle inzivalar için gelmeye başlayınca her dönüşte bir parçamı burada bıraktığımı hissettim.
Yapmayı hayal ettiğim şeylerle ilgili araştırma yaparım yer yer, sırf hayalimin ateşini canlı tutmak için. Öylesine Fethiye'deki kiralık ilanlara bakıyordum ve bu mekânı gördüğüm an yoga merkezinin tüm mimarisi ve işleyişi gözümün önünde canlandı. Bambaşka bir girişim için çektiğim krediyi, ani bir kararla Fethiye'de yoga merkezi açmak için kullandım. İki gün içinde imzalar atılmıştı.
Ardından da, geçen yıllarda inzivalar için mekanlarını kiraladığımız aile, bir arazileri olduğunu ve bize özel bir inziva mekanı inşa edebileceklerini söyledi. Bu zaten benim asıl amacımdı ve bu kadar kolaylıkla gelmesi çok güzel oldu, adeta yüzümüzü Fethiye'ye dönüşümüzü onayladı. Ben de hemen kabul ettim.
Şu anda Fethiye’ye yerleştin mi? Burada yaşıyor olmak sana ne hissettiriyor?
Yerleştim. Son derece doğal bir his, sanki buralıyım gibi. Dilediğim zaman dağlara, ormanlara, kanyonlara, şelalelere veya denize gidebilmek çok değerli. Ayrıca apartmanların olmaması ve genel olarak gökyüzünü görebilmek de öyle. Birçok insanın hayallerini süsleyen yerde yaşamak da iyi hissettiriyor. Son olarak, dağlara bakıp sıradaki projelerin hayalini kurabilmek çok değerli.
Bu kararın eminim bir günde verilmedi. Bu süreci anlatabilir misin?
Hara Yoga ekibi olarak, Covid-19 sonrası İstanbul'daki yoga merkezimizin geleceğinin kolay olmayacağını gördük. Zor da olmazdı ve yakın ilgi göstererek bu süreci aşabilirdik, ama yakın ilgi göstermek istediğimiz başka şeyler olduğunu ve seçmemiz gerektiğini fark ettik. Batan gemiyi kurtarmaya çalışmak yerine yeni çıkan gemiye binmeyi tercih ettik.
Covid 19 taşınma kararında nasıl bir etken oldu? Bir şeyleri hızlandırdı mı, sebebi mi oldu, nasıl görüyorsun bu durumu?
Tüm dünyada birçok kişi ve süreçte olduğu gibi, bizim sürecimizi de hızlandırdı diyebilirim. Kriz fırsattır sözü boşuna değil.
Seni İstanbul’dan uzaklaştıran etkenler ne oldu, neden bu metropolde yaşamak istemediğine karar verdin?
Uzun zamandır büyük şehirlerin batan bir gemi olduğunu düşünüyorum. Bu aslında koca bir kültür. Eğitim, sağlık, ekonomi veya diğer sistemlerin artık güncellenme vakti geldi. Neredeyse kimse bu sistemlere artık inanmıyor, ama başka alternatif göremedikleri için takip ediyorlar. Yeni jenerasyonlar ise başka bir yol arıyor, doğal olarak. Ben geride kalan değil, önde keşfeden grupta olmayı tercih ediyorum.
Şehir değiştirme konusunda sürecin en sancılı yönü neydi?
Açıkçası seyahat yasağı en zor durumdu. Bir işyeri ve iki ev kapatıp, iki kamyona yükleyip gönderdik, ama biz arkasından gidemedik. Başka arkadaşlarımızın evinde kaldık. Sonradan fark ettik ki benim Fethiye'de şirketim olduğu için istediğim zaman gidebiliyormuşum. Halbuki defalarca seyahat izni başvurum reddedilmişti, ama zaten muafmışım. Bunu öğrendikten saatler sonra yola çıkmıştım ve hayatımız daha rahat akmaya başladı.
İstanbul’da şikâyet ettiğin ve Fethiye’de hayatına dahil olmasını istemediğin şeyler neler?
Aslında ben şehirlerin nimetlerinden pek yararlanmam. Evimde, işimde ve bazen doğada takılırım. Bu bir çeşit saklanma. Yaşadığım yerde saklanmak ve doğadan uzak olmak istemiyorum, mümkünse.
Sence “Güney’e göçmek” sana bireysel olarak neler kazandıracak, neler umuyorsun? Biraz da hayâllerinden bahsedelim…
Benim dağlarda, şehirlere biraz tepeden bakan bir yaşam alanı kurma hayalim var ve bunun için dünyanın en güzel yerlerinden birinde olduğumu düşünüyorum. Aslen benim kendi yaşam alanım olan, ama arkadaş, yoldaş, hayaldaş veya öğrencilerin de gelebileceği bir alan kurma hayalim var.
İçinde bir “acaba” var mı? Gidiyorsun ama “istediğim zaman geri dönerim” düşüncesi var mı içinde? Ne kadar bu kararı özümsedin sence?
Ben zaten hiç şehre ait değildim, ama başka bir yere ait de değilim. Hem karakterim hem de yoga yolculuğum sağ olsun, tüm dünya benim gibi hissediyorum. İstediğim zaman dönerim, elbette. Paşa gönlüm bilir.
Yoga eğitmenisin ve spiritüel açıdan sana bir soru sormak istiyorum. Derler ki, mekânın neresi olursa olsun, taşınacağın yer her zaman iç huzurun olmalı. Spiritüel adanmışlık yolunda olanlar için şehir değişikliği o kadar önemli olmalı mı? Bir Yogi, veya farkındalığı gelişmiş bir insan, her yerde mutlu olmasını bilmeli mi?
Krişnamurti'nin ünlü sözü geldi aklıma: Derinlemesine hasta bir topluma uyum sağlamak bir sağlık ölçütü değildir.
Soruyu uç noktaya çekersek “diş ağrısı çeken biri de huzurlu olmalı” diyebiliriz. Doğrudur da, ama şiddetli bir ağrı sırasında bilinci korumak dahi zor olabilir ve mümkünse ağrıyı dindirmek gerekir. Evet, içimizdeki koşulsuz huzuru yakalamayı bilmezsek, dağlarda da huzur olmaz, ama “huzur içimizde” diyerek dışarıdaki çabayı bırakmayı da doğru bulmuyorum. İçsel koşulsuzluğu gözetirken, bir yandan dışarıda da güzellik, huzur, güven ve düzen aramamızın, hatalı ve hastalıklı kültürlere karşı bir duruş sergilememizin de sağlıklı olduğunu düşünüyorum.
Başka bir nokta: Şehirler insanların ağrılarını fazla dindiriyor, onları aşırı konfor ve güvenlikle uyuşturuyor diye düşünüyorum. Bence herkes, imkanları dahilince hayallerinin peşinde olmalı. Eyleme dökülmüş hayal kadar ruhu özgürleştiren bir şey yok. Bunca kişinin şehirde yaşamayı hayal ettiğini düşünmüyorum.
Bağlantılı bir soru daha aklıma geliyor. Hayatlarında farkındalık/uyanış konularına önem vermiş, hatta öncelik haline getirmiş biri için, içinde bulunduğumuz ortam, fizikî yer, bizi çevreleyen insanlar ve doğa, ne kadar önemli ve bu yolda belirleyici?
Çoğumuz aşırı maddi bir kültüre doğduk ve bunların kısıtlayıcı yüklerini taşıyoruz. Bu nedenle, farkındalık yoluna yeni çıkanların kendilerini maddi kültürden soyutlayıp izolasyona alması yararlı oluyor. Bir noktada, yolcunun iç dünyası, dış dünyası kadar somutlaşır ve o zaman böyle bir sorun kalmaz. Bir yandan iç dünyasındaki koşulsuzluğu ararken, bir yandan dışını en güzel, en bereketli, en heyecan ve keyif verici şekle sokmaya çabalayabilir. Bir elinde ateşi, bir elinde suyu tutar. Bir gözü toprakta, bir gözü göktedir. Bir yani Şiva, bir yani Şakti'dir.
Elbette bu çok uzun bir konu ama bir nedenle “Güney’e göçmek” -veya kendilerine daha iyi geleceğini düşündükleri bir yere taşınmak- isteyenlere tek bir şey söylemen gerekseydi, ne söylemek isterdin?
Onların gözlerinin içine bakıp “Ne istiyorsun?” demek isterdim. Bakamadıklarıma ise bu soruyu kendilerine sormalarını tavsiye eder, hemen şimdi, gökler açılmış da dile gelmiş gibi, tüy ürpertici bir derinlikle “Ne istiyorsun? Sen kimsin? Yaşamak nedir?” sorularını sormalarını, ayaklarının altındaki zeminin çatırdadığını hissetmelerini isterdim. Bu ateş.
Sonra da güvenmelerini, savaşı bırakıp dinlenmelerini, yardım istemelerini tavsiye ederdim. Hepimizin doğa ananın hizmeti ve himayesinde olduğumuzu söyler, buna teslim olmaktan çekinmemelerini tembihlerdim. Yalnız olmadıklarını ve yükü paylaşabileceklerini hatırlatırdım. Bu da su.