Son yıllarda bir rahmetli özlemi başladı ki, sormayın gitsin. Televizyon ve beyaz perdede bir nostalji cümbüşü var. Keşfedilecek hiçbir şey kalmadı. İnsanoğlunun arsız yapısı ve tükenmişlik sendromu ile bit pazarına sahiden nur yağdı. Hem de gümbür gümbür. "Ne varsa eskilerde var" sloganıyla geçmişin yaşanmışlıklarını onarıp düzeltip hatta aslından çok daha fazla derinine inerek yeni paketler yaratmaya devam ediyoruz. Geçtiğimiz dönemlerde nam-ı değer Müslüm Baba'nın hayatı beyaz perdeye aktarılırken şimdilerin taze konusu rahmetli sanatçı Bergen’in dramatik yaşam öyküsü. Takdir ve tenkitler arasında gösterime devam ediyor. Hatta kadın cinayetlerinin ayyuka çıktığı şu dönemde film, birçok kadın derneklerinin konusu oldu.
Sanatçı kimliği görünüşte birçok kişiye kolay gelebilir. Sahne ve beyaz perdede görülmek ve salına salına dolaşmak. Milyonları peşinden sürüklemek. Kimin hoşuna gitmez. Hele ülkemiz; öyle sanatçılar yetiştirmiş ki, üzerinden yıllar geçse, çoğalan bir değer haline gelmiştir.. Sanatçı olmak farklı bir ekol gerektiriyor. Toplumun hangi kesiminde olursanız olun, sanatçı doğuluyor sonradan olunmuyor.
Yazımın başlığına rahmetli Müslüm Baba'nın bir zamanlar dillerden düşmeyen şarkısıyla girmek istedim. "Adını sen koy" Bir türlü isimlendiremediğimiz ilişki seremonisinin bitmeyen karmaşası. Yozlaşmış duygulara şekil vermeye çalıştığımız bu dönemde aşk felsefesini çoktan çözmüş arabesk sanatçılarımızı bir kez daha rahmetle anmak istiyorum.
Aşk kuvvetli ve derin bir yürek ister. Ömür boyu bağlılıktır. Sığ denizlerin küçük kulaçlarıyla bu derin duyguyu hissetmeniz imkansızdır. Mevlana’nın aşkı anlatma biçiminin mutasyonlardan geçip bugüne gelişinin altındaki sırrı çözmemiz mümkün değil. Sanki laboratuvarda üretilmiş salgın duygular her tarafta. Değişen dünya düzeninde kangren olmuş davranışlarımızın altında müthiş bir eğitimsizliğin kol gezmesinin yanı sıra, en büyük neden, popüler sosyal medya kültürü yatıyor. Kalbinizde çarpıntılar yaratacak aşk kahramanları da kalmadı. Al gülüm ver gülüm misali. Adımlar hesaplı atılıyor. Her şey ince detay süzgüsünden geçiyor.
Konularımızı dibine daha çok inersek, olaylar daha da vahim hal alıyor. Toplumsal ve kültürel yapımızın ilişkilerimizi potansiyel olarak etkilediğini sosyologların da, onayıyla tescillenmiş durumda. Duyguların yeterince olgunlaşmadığı durumlarda, karşımızdaki kişinin bize nasıl davrandığı, bizim ona ne hissettiğimiz gibi konuları irdelememiz daha da zor.
Yeni trend ilişkilerimizin adı ‘’ Seviyeli bir arkadaşlığımız var ‘’ sloganı. Aynı evi paylaş, en mahrem hayatın içinde ol. Sokaklarda öpüş koklaş, restoranlarda sille tokat kavga et, daha sonra sanatçı Cem Yılmaz’a komedi konusu ol.
Eski Türk filmlerini hatırlayalım. Kibar naif bir şekilde birbirlerine hitap şeklini. Şairlerin şiirlerinde aşklarına duyduğu saygıyı görmek artık bir halüsinasyon. Zamanla her şey dumura uğruyor ve şekil değiştiriyor. Huzursuz aşk sendromu başladı. İlacı yok tedavisi imkansız. Beynimize bir şeyler oldu. Bazen uzaylıların işgali altındayız da haberimiz mi yok gibi saçma düşünceler gelmiyor değil. Android düşünce tarzının hangi duyguya hitap ettiğini anlamak için yorulmaya bile değmiyor. Battı balık yan gider modundayız.
Ah Müslüm baba toprağın bol olsun. Ne güzel söylemişsin. Ne yaşıyorsanız yaşayın ilişkinizin adını yaşadığınız şekline göre siz koyuyorsunuz. Herkes kendi duygusunun hikayesinde. Eros’un yanlış aşk okları her yerde.. Sevgide kalalım mı?
Saygı kayığına binmeden sevgi denizi geçilmez. (anonim)