Temel ihtiyacımız nedir diye hiç düşündünüz mü? Bizi besleyen ayakta tutan, yaşam sevincimizi körükleyen hatta hayatla ölüm çizgisinde bile vedalarımızı kolaylaştıran hangi duygunun varlığı? Hiç düşündünüz mü?
Üstüne yattığımız uyuttuğumuz duyguları dile getirmeye çekindiğimiz ve sessizce adını fısıldadığımız aşkı inkar edebildiğimiz kadar ona doğru koşar, kaçtığımız kadar yaklaşırız. Her an hazırlıksız bir şekilde karşımıza çıkar. Aşkın ne bir psikolojisi ne de bir formatı vardır.
Yaşama gelme nedenimizin özüdür. Tarihler boyunca nice şarkıların, ölümlerin, kavuşmaların ana temasındaki aşk; din, ırk, millet ne de yasak dinliyor. Kaçamıyoruz çözemiyoruz, alıp başımızı gidemiyoruz ve en büyük sınavları yine bu duyguyla veriyoruz.
Aşk biyolojik bedenimizin dışında gelişen bir duygudur. "Bedenimle senkronize olmayan bir aşktan bana ne" diyen birini bile dize getirecek kadar güçlüdür.
Evini barkını unutturan, tacından tahtından eden, yerini yurdunu terk ettiren bu duyguya neden "hayır" diyemiyoruz?
Çok sevdiğim mimar arkadaşım Esra’yı dinlerken düşüncelerimi tam donanımlı otomatiğe bağlamıştım.
Çoğu kez yaparım. Karşınızdaki kişiyi gerçekten anlamaya çalışıyorsanız, beyninizi farklı bir bağlantıyla olaya kurgularsınız. Çok boyutlu düşünmek kolay değildir. Olaylara iyi bir tanımlama getirmek istiyorsanız mantık, sezgi, duygu, birbirine kanalize olmak zorundadır. Sürekli bunu başarmaya çalışırım kendimce.
Hayata ait ne çok beklentileri vardı sevgili Esra’nın. Kariyer planlarını anlatırken nasılda coşkuluydu. Yeni taşındığı evi, son model arabası, gelecek yatırımları vs.
Bunca çalışmanın içinde saygıdeğer bir iş hayatına kavuşmanın bedelini aşkı yok sayarak elde etmişti ve ilk defa itiraf ediyordu. "Ben mutlu muyum, bilmiyorum. Kalbim bomboş ve içimde hep bir şeyler eksik." Çoğu kez küçük duygu kırıntıları dışında yalnız yürümüştü yaşam yolculuğunda ve duygusal bir boşluk içinde sallanıp duruyordu.. Gittikçe eksildiği hissediyor fakat elinden bir şey gelmiyordu.
Kendi tarihimize yapışmak istemiyorum çünkü dünya tarihinde yaşanmış gerçek drama hikayelerinin bolluğu bize yakın.. Sinema dünyasında kavuşmalardan çok; sonu ayrılıkla biten aşklar anlatılır.
Doğu kültürümüzün kurallarını ihlal ederek "kan davası" dediğimiz olayları bile yok saydıran bu duygu değil mi?
Aşk’ın bedene ihtiyacı yoktur. Mümkünse kaçarsın bile yakınlaşmaktan. Korkarsın aradaki büyü bozulur diye sessiz kalırsın. Konuşamazsın.
Aşk salına salına içimizde korkusuzca dolaşır. Müdahale edemezsin. Kime çarpacak kimin hayatını altüst edecek, kimi sevindirecek kendisi karar verir.
Aşk cesur ve egoisttir. Plansız ve programsızdır. Kendisi seçer. Bazen bir ömür beklersin bir kere bile kapını çalmaz. Bazen bir gelir pir gider. Bazen de yaşamınıza öyle bir yerleşir ki; bir ömre sığdıramazsın.
Aşkın kural tanımadığı bir 1968 yapımı yerli bir film. Edebiyatımızın en önemli isimlerinden Sait Faik Abasıyanık’ın "Menekşeli Vadi" adlı öyküsünden sinemaya uyarlanan Türk sinemasının değerli sanatçılarından İzzet Günay ve Türkan Şoray ‘ın oynadığı melodram bir hikayede; evli ve çocuklu Manav Halil’le Pavyonda çalışan Sabiha’nın gerçek bir aşk hikayesi sinemaya aktarılmıştı. Acı ve tutkuyu bir arada yaşatan bu hikayenin sonucunda; yaşam şartları ne olursa olsun aşk yine kendi kurallarını ortaya koymuş ve yapacağını yapmış ve geride iki yaralı bir kalp bırakarak yaşatacağını yaşatmış ve egoist bir duygu olduğunu bir kez daha ispatlamıştı inkar edenlere inat.
Binlerce ilişkinin içinde kendisinin seçtiği fütursuzca boy gösteren bir aşk hep var. Sonuç ne olursa olsun kaybeden biz olsak da sonunda o kazanıyor. İlişki bitse de kafamızda bitmiyor. Kendisi bizi terk edip gidene dek onun esiri oluyoruz.
Peki İngiltere kraliçesi olmasına ramak kala, aşkı bir türlü bulamadığı sevgili kocası Prens Charles’ı iki oğluna rağmen terk edip sevdiği adama koşan prenses Diana’ya ne demeli. Taç günümüzün genç kızlarının rüyası, prensesin kabusu olmuştu. Maalesef hiçbir kural tanımayan aşk, aşktır. Gerisi teferruat. Karşınıza çıkarsa yaşayın. Yoksa aramayın. Nasıl olsa o istiyorsa gelip kapınızı çalacaktır.
Ey aşk! Doğru zamanda kapımızı çalsan, seni buyur etsek, ağırlasak, bizi üzmesen, yormasan gül gibi geçinsek ne olurdu? Evet belki çok iyi olurdu da, adı aşk değil, başka bir şey olurdu.
Evet mutlu hafta sonları. Aşkla kalın.
Büyük aşklar ya sonsuzdur, Ya da O’nsuz!. (anonim)