Çocukluğumuzda bayılırdık büyüklerimizin anlattığı masallara. Ne güzel günlerdi. Birçoğumuzun nazlanarak içtiği akşam sütlerimizin ardından bizi uykuya hazırlama taktiklerinden biriydi belki de. Nazlanarak girdiğimiz yataklarımızda hayatımızın en güzel anlarını yaşadığımızı büyüdükçe çok daha iyi anlıyoruz. Yaşımız ilerledikçe hayatı ciddiye aldığımız kaygılar dediğimiz kendi yarattığımız kaosların içinde kaybolmaya başladıkça yaşamanın anlamını daha çok düşünüyoruz. Aslına bakarsanız hayat o kadar kısa ki.. Hayatı anlamaya vaktimiz bile olmuyor çoğu zaman. Sonu hissettiğimiz zaman da aslında yapacak çok şeyimiz olduğunu ama vaktimizin kalmadığını anlıyoruz. ve boşa geçen zaman diye hayıflanıyoruz..
Hayat ne olacağını bilmeden yaşadığınız anların hepsidir. İstediğiniz istemediğiniz, yaptığınız, yapamadığınız, kaçırdığınız fırsatları, daha sonra yaşadığınız hayal kırıklıklarını, kızdığınız, nefret ettiğiniz, affettiğiniz, dünle bugün arasında kurduğunuz tüm denklemlerin yok olduğunu seyrederken, umutsuzca yeniden başlattığınız, anılarınız, hatırladıklarınız, unuttuklarınız arasında bir köprü gibi duran yaşadığınızı zannettiğininiz aslında sisler arasında kalan görüntülerdir. Acıların ve sevinçlerin geçici olduğunu bile bile yüklediğimiz anlamların, anlamsızlığıdır. Yaşamda ne olacağımızı bilmeden yaşayabilme sanatıdır.
Medyanın taze olaylarında işte maden kömürü kazası. Televizyonda izlerken her kafadan çıkan binlerce sesin ufukta kaybolması gibi. Neyi neden sorguluyorduk diye düşününce her şeyin bir sonu olduğunu görüyoruz. Bir neden bir sebep düğmeye başlıyor ve sonun başlangıcı içinde yuvarlanmaya başlıyoruz. Yine çok sevdiğim arkadaşımın hastalık ve ölüm haberleri derken hayat bir kez daha yaşamın anlamının içinde gizli bir anlamsızlığın olduğunu gösteriyor. Mezarlıklarda en çok aklıma takılan sorudur: Hayat bizimle dalga mı geçiyor?
Bize sunduğu her şeyin bedelini yekün olarak hayata veda ederken mi ödüyoruz?
En çok sevdiğimiz, bir gün başka diyarlara gidecek. Belki de biz onları bırakıp gideceğiz.. Hayatın bize yasak koyduğu şeyler olacak. İnsanoğlu ile yaşam arasında garip bir anlaşma var. Kayıtsız şartız teslim olmuşuz bir kez, kendi hikayelerimizin ayrılıklarına. Hepimiz birbirimizin yaşamında saklıyız. Kendimizi bu kuytularla ararken, kayboluyoruz. O hiç sevmediğimiz ayrılıklara, vedalara teslim oluyoruz.
Komedi ve dram arasında yaşanan kocaman zannettiğimiz zaman kavramının büyüklüğü karşısında kocaman bir masal. Kendi hikayemizi yazarak ilerlediğimiz bir senaryo. Ah o özlemler. Bitmeyen tutkular. Duyguların beslendiği ve varmak istediğimiz noktalara ulaşamamanın verdiği zorluklar. Yüreğimizin bir yanın hep eksik kalması. Görünmeyen gözyaşlarımızın söndüremediği yangınlar. Bazen bir aşk, bazen bir aile acısı, bazen hayatın bize oynadığı oyunlar ve içimizin kavrulması
Geçen hafta sıkıntılı geçti. Dünyanın son dönemi zorlu bir süreçte ilerliyor. İnsanlığın tarihi şu COVID denen illetle yeniden atağa kalktı. Rusya ve Ukrayna hepimizin ağzında sakız. İklim değişikliği, tüketici tercihleri, kentleşme, tarımsal kirlilik, doğada biyolojik çeşitliliği olumsuz etkileyerek bir çok canlı türünü yok olma tehlikesiyle baş başa bırakıyor. Ormanların yok edilmesi, aşırı avlanma, hava ve su kirliliği gibi sebeplerden dolayı dünyada hayvanların yaşam alanı büyük oranda kısıtlanıyor. Uyurgezer gibi bir uçurumun kıyısına doğru ilerliyoruz. Çıkan sonuçtan anlıyoruz ki; Hayat; içinde pamuk prenseslerin , cadıların dinozorların beyaz atlı prenslerin ejderhaların dolaştığı bir varmış bir yokmuş diye başlayan kısacık bir masal.