Çarşamba pazarlarını bilirsiniz. Ne zaman bir karışık olay olsa hemen bu cümleyle özdeştiririz. Ahhh çocukluğumun semt pazarları... Büyük annemle gezdiğimiz tezgahlar... Yıllar geçse de o güzel anılar unutulmuyor. Nostaljinin tadı başka oluyor. Hep söylüyorum, her çocuk kendi hikayesini yazmak için bu dünyaya geliyor. Elbet büyüyüp yaşlandıkları zaman onlarında anlatacak ve isyan edecek çok şeyleri olacak. Hayat kıymetli bir olgu. Değerini yaşarken bilemiyoruz maalesef.
"Pazar" kelimesine takıldım yine. Çevremizdeki yoğun tempoyu başka türlü anlatmak mümkün değil. Herkes yorgun savaşçı. Bir koşturmaca gidiyor. Bu insanlar ne yapar, ne eder diye düşünemeyecek kadar, kendimiz de o deliliğin içindeyiz.
Sanatçı Mahsun Kırmızgül’ün bir şarkısı vardı:. ‘Yıkılmadım Ayaktayım. Hah, işte hepimiz o durumdayız. Paşalar gibi ayakta, kelle yumruk gidiyoruz. Boşa sallamak yok. Muhakkak bir hasmımız ve rakibimiz olmalı. Gücümüz boşa gitmesin.
Son dönemlerde bir tv kanalında yayınlanan yarışma programının müdavimlerdenim desem... Hem bilgini ölçüyorsun hem de komedi ihtiyacını gideriyorsun.
Programın yarışmacılarının "Aman ha! Sakın yarışma" komikliği içinde izlerken, insanı çileden çıkaran hallerine ne demeli... Sorular hiç de zorlayıcı değil. Üstelik birçoğunun ilgi alanları dahilinde hatta kendi mesleklerine dair gelen soruların cevapları gerçek anlamda gülme krizi geçirtebilecek türden. Geçtiğimiz sezon yayınlanan Müge Anlının "ağlasam mı gülsem mi" modunda süren programının sonunda "vah vah halimize" dedirten, sıra dışı cevapların daha fazla yorumuna girmek istemiyorum.
Meslek ilişkileri ayrı bir havada. Geçmiş dönemlerde sokaklarda muhabirlik yaptıktan sonra (bu arada sokak muhabirliği gerçekten çok zor bir iştir hakkını vererek yapanları ayakta alkışlamak gerekir) başka meslekleri deneyimleyip, yıllar sonra piyasaya çıkıp "gazetecilikte senelerdir dirsek çürüttüm" demelerine ne demeli? Yine de boş verelim. Sonuçta iyi kötü elleri mikrofon tutmuş. Ne yapalım onlarda haklı. Görmezlikten gelelim. İşlerini gerçekten seviyorlar mı ? yoksa akıllarına popüler olma duygusu mu takılmış, orası da muamma zaten.
Teknoloji karakterimizi mi bozdu? Yoksa içimizdeki karanlıklara ışık mı tuttu, diye imkansız bir soruya cevap arasak ta, elimiz boş döneriz. Olmayan bir beynin kullanma kılavuzunu aramak gibi bir şey olurdu.
Sosyal medyanın mesaj hanesine gecenin bir yarısı bir cümle düşüyor. ‘’ NE HABER’ önce tanıdık zannediyorsun. ‘’ HATIRLAYAMADIM ‘’ kelimesinin altına destan yazılıyor ve en sonunda eliniz ‘’engelle‘’ butonuna gidiyor. Geceniz; gereksiz mesajları temizlemekle geçerken, ertesi güne hazırlamanız gereken birçok işiniz aksıyor. ‘’vakit nakittir’ cümlesi ortaokul sıralarımızın kitap sayfalarında kalmış. Birbirini taciz eden, edene. Medeniyetin cilveleri öylesine oynak ki, bu saatten sonra naçizane düzeltmemiz mümkün değil gibi geliyor bana..
İlişki yumağını çözmek ise hiç kolay değil. Bazen hepimizin ortak bir düşüncesi geliyor aklıma. Akıllılar hastanede, dışardakiler gerçek deli mi acaba diye. Biliyorum tek tek hepimiz aklımızı beğeniyor, seviyoruz da, bir araya gelince neden karmaşa yaşıyoruz.?
Bu konuyu sayfalar dolusu yazsam bitmez. Bildiğin tek şey, yine ulvi atalarımızın sözü."Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin‘’ diyerek konumuza son noktayı koyalım bitsin.
Unutma hayatta, olduğun kadar varsın. (anonim)