Çocukluğumda en çok sevdiğim hikayelerden biriydi Robinson Crusoe. Aslında daha çok erkek çocuklarına yakışır bir hikaye olmasına rağmen biz kızlar da pek benimsemiştik. Kadınların dünyasında imaj ve örnek teşkil etmiş bir kahramandır. Güçlü, becerikli, hayata karşı dik duran, yapayalnız bir adada cesaretle yaşam duruşu sergileyen ütopik bir emsal... "Eğer bir şeyi çok istiyorsanız, o hayaliniz gerçeğe dönüşür" denir. Kız çocukları olarak daha o yaşlarda hayalimizi süsleyen bir erkek, sembol olarak minicik yüreklerimize yerleşivermişti.
Daniel Defoe'nun ıssız bir adada hayat mücadelesi veren kahramanını anlattığı, 296 yıl önce yazılan kimdi bu Robinson? Niye tek başına bir adada yaşıyordu? Niçin kalabalıklardan kaçıyordu? İnsanoğlu bu kadar mı zarar vermişti bu zavallı adama? Niye yaşama küskündü? Belli ki çevresindeki insanlardan pek hoşlanmıyordu. O yaşlarda bu tür sorular aklımıza gelse de, pek fazla takılmıyorduk. Yaşımız biraz daha büyüyüp de, kitabı tekrar okuyunca anlıyorduk ki zorunlu olarak düştüğü bu adada yaşam mücadelesi veriyordu. Günümüzde de insanlar kalabalıktan sıkıldıkları anda ıssız ada istekleri ortaya çıkar. Lise yıllarında anket defterlerimizde, hatta hala televizyonlarda yarışma programlarında sorduğumuz sorudur: Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey nedir? Sevgili Acun Ilıcalı’nın Survivor yarışma programının bir adada geçmesinin altında eminim Robinson’un esintileri vardır.
Gelelim coronanın bize kestiği cezaya... "Alın işte, o çok sevdiğiniz yalnız kalma ve alıp başına gitme duygularınız... Siz hiç zahmet etmeyin, ben sizi yaşadığınız yerde bile yalnız bırakırım. Öyle uzaklara gitmenize gerek yok. Paşa paşa evinizde oturun. Özlediğiniz, hayalini kurduğunuz yanlızlığınızı yaşayın bakalım’’ deyiverdi. Bu bize çok acı geldi. Öylesine iç içe yaşamayı sevmişiz ki. Birçoğumuz yasakları delme konusunda binbir maharet kullandı. Hani insanlardan bıkmıştık? Hani kafamızı dinleme yakarmaları? Issız ada özlemlerimize ne oldu? Emeklilik hayallerinde kıyı kasabalarına gitme planlarımız askıda kaldı değil mi?
Sosyalleşmek dünyanın en güzel şeyi. Daha ilk çağlarda insan toplulukları koloniler halinde yaşamayı tercih etmiş. Aksi bir duygu içinde olsalardı kocaman dünyada herkes bir köşeye çekilirdi. Hayvanlar bile sürüler halinde yaşıyor. Doğaya bakın. Her çiçeğin dalı ve yanında yaprağı ve daha yanında başka çiçek dallarıyla birlikte mutlular.
Corona bize çok şey öğretti. Hala anlamak istemiyorsak yazık bize. Eminim yıllarca öpüşmeyi, sarılmayı unutacağız. O sımsıcak duygularımızı anlatan beden dilimiz tarihe karışıyor. Kimse kimseye dokunamayacak. Hep içimizde bir korku. Corona bizi sadece evlerimize hapsetmedi. Ruhumuzu da kilitledi. Kozmik bir dünya istiyorduk. Daha çok, daha fazla medeniyet derken işte yapayalnız kalıverdik. Dünyaya sığamazken uzaya göz diktik. Oralar da neyi arıyorsak?! Kendi gezegenimizde yaşamayı beceremeyen biz insanoğlunun neyine gerek başka gezegenler? Doğa bizi çok kötü cezalandırdı. Evet bu cezaya boynumuz kıldan ince. Hani adaleti simgeleyen bir söz vardır... Gelin onun değiştirelim çevirelim ve diyelim ki, "Evrenin kestiği parmak acımaz." Cezamızı uslu uslu çekeceğiz. Söz dinleyen çocuk olursak, iyi halden belki azat oluruz. Ne diyelim, hakkımızda hayırlısı olsun.
İnsanların arasında da yalnız olur insan.