Bu bayram buruk geçti… Eskiden bayram sabahlarına tatlı bir telaşla uyanırdım. Büyüklerimizin evine gitmek için hazırlık yaparken içimde heyecan olurdu. O evler, o sofralar, o sesler… Şimdi hepsi birer hatıra.
Bu bayram ilk kez hiçbir büyüğümüz hayatta değildi. O eski bayram sofraları, mis gibi şeker kokan evler, bize nasihat veren sesler yoktu artık. Bayramın anlamı, büyüklerin dizinin dibinde oturup onlardan feyz almakken, şimdi sanki sadece bir tatil gününe dönüşmüş gibiydi. Oysa biz bayramı onların varlığıyla severdik.
İnsanın sevdiklerini birer birer kaybetmesi, hayatın kaçınılmaz gerçeği belki ama bayram günleri bu gerçeği daha sert çarpıyor insanın yüzüne. “Ellerini öpecek kimsemiz kalmadı” demek, aslında “Çocukluğumun, geçmişimin, aile sıcaklığının bir parçası daha eksildi” demek…
Bayram sabahı sessiz bir kahvaltı yaptım. Eskiden kalabalık sofralarda yükselen kahkahaların yerini derin bir sessizlik almıştı. Çalan telefonlar, gelen birkaç mesaj dışında, o eski bayram heyecanını hissettiren pek bir şey yoktu.
Ama belki de bayramların asıl anlamı burada gizli. Geçmişi özlemek, kıymet bilmek, hatıraları yaşatmak… Biliyorum ki büyüklerimiz yanımızda olmasa da dualarımızda, kalbimizde yaşıyorlar. Onlardan öğrendiğimiz sevgiyi, bayramların ruhunu gelecek nesillere aktarmak bizim sorumluluğumuz.
Belki de artık bayramları onlar gibi yaşatmanın vakti gelmiştir. Büyüklerimiz yok ama biz varız. Bizden küçükler için bir “büyük” olma vakti… Sofraları kurma, bayramın sıcaklığını devam ettirme sırası bizde. Çünkü bayramlar, hatıralarla birlikte yaşar.
Bu bayram buruk geçti, evet… Ama anladım ki bayram sadece kutlanan bir gün değil, içinde sevgi ve anıları taşıyan bir miras. Ve o miras, yaşatıldıkça anlamlı kalacak…