Bu sefer farklı. İran’da patlak veren sokak gösterileri, molla yönetimini bir karar verme noktasına getirdi. Ya çok sert karşılık verecekler ya da özgürlükler konusunda 1979 İslam Devrimi ruhuna aykırı reform yapmak zorunda kalacaklar. Bu kez farklı çünkü kadınlar ön safta. Daha önce 2010-11 Arap Baharı hep genç erkeklerin öldürülmesi sonucu patlak vermişti.
Burada ise ilk kez ulusal çaptaki gösteriler azınlık mensubu genç bir kadının ölümüyle tetiklendi. Gözaltında ölen Amini’nin Kürt oluşu, ülkedeki tüm etnik grupları da dayanışmaya soktu. Başı açık gezdiği için nezarette dayakla komaya sokulan Amini’ye gelene kadar uzun süredir, molla yönetimi kadınlar üzerindeki tahakkümünü artırmış, ahlak polisi türbansız gezenlere yönelik adeta cadı avı başlatmıştı.
Mesela otobüste başörtüsü takmayan bir kadın, önce gözaltına alınıyor, sonra da yara bere içinde devlet televizyonuna çıkartılıp ‘bu davranışından’ ötürü halktan özür diletiliyordu. (İranlı yazar Sepideh Rashno’nun başına gelen buydu.) Tarihsel olarak baktığımızda kadınların başını çektiği hareketler, erkeklerin önde olduğu hareketlere göre daha demokratik rejimlere evriliyor.
1980’lerde Arjantin, Brezilya, Şili, Filipinler ve Polonya’daki demokrasi hareketlerini örnek verebiliriz. İranlı kadınların 40 yıldır ifade özgürlükleri, bedensel özgürlükleri, kendi kaderlerini tayin etme hakları kısıtlanıyor. Üniversite mezunlarının yüzde 50’sinden fazlasını oluşturan kadınlar, işgücü piyasasının sadece yüzde 14’ünde yer edinebiliyorlar.
TEPKİLER MANİDAR
Bu kez farklı, diyorum çünkü dini lider Ali Hamaney’in müttefikleri arasından bile ilk kez çatlak sesler işitiliyor. En uzun süre meclis başkanlığı yapmış olan ve halen Hamaney’in danışmanı olan Ali Laricani’yi ele alalım. Kendisi İslam Devrim Muhafızları’nın ateşli savunucusu. Kadın haklarını umursadığını hiç duymadık.
Yakın zamanda İran gazetesi Ettela’at ile yaptığı bir röportajda, başörtüsünün katı bir şekilde dayatılmasını kınadı ve “Diyalog gerekli ve sağlam olmalıdır. Protesto için halka açık alanlar ve diyalog yürütme kanalları sağlamalıyız” diye ısrar etti. Hamaney’in bizzat kurduğu Jumhuriya İslami gazetesi bile rejimi eleştirdi. Çıkan sert başyazıda hükümetin protestolar için kullandığı ‘dış mihraklar’ açıklaması reddedilerek; enflasyon, işsizlik, kuraklık, açlık ve çevre katli gibi ciddi meselelerin öğrencilerden eğitimcilere, emeklilerden emekçilere kadar her kesimin şikâyet konusu olduğu vurgulandı.
Gazete, gerilimi azaltmak için 14 maddelik bir plan önerdi. 11’inci madde ise “Olanlar hakkında yalan söyleme” idi. ‘Acımasız infazcı’ diye nam salan yargıdaki en yüksek kişi, Baş Yargıç Gholam-Hüseyin Mohseni dahi “Ülkedeki diyaloğu artırmamız ve farklı görüşlerin halk kültüründe sunulmasını sağlamalıyız” diye uyarıyor. Bu, Hamaney rejiminin sık sık yaptığı soruşturmaların temel taşı olan yargıdan duymak istediği şey değil. Ve bir de eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani var.
Kendisi halka yapılan baskıları yüksek sesle eleştiremeyip sessiz kalarak muhalefet eden bir kişi... O bile dini liderin yöntemleri karşısında adeta isyan ediyor: “Ulusal güvenlik yalnızca askeri ve kolluk kuvvetlerine başvurularak sağlanmaz. Güvenlik; yaşamın korunmasını, kişinin özgürlüklerini, geçimini ve insanların temel haklarını güvence altına almak yoluyla gelmelidir” diyor. Göstericiler daha önceki yıllarda gördüğümüzün aksine, diyalog arayışındaymış gibi görünmüyor.
Tansiyonun düşürülüp, göstermelik birkaç adımla eski tas eski hamam olsun istemiyorlar. Huzursuzluk kritik sektörlerde grevlere yol açmış durumda. Ve mollaların kendi içlerinden Hamaney’i eleştirmeleri ise rejimin temel dinamiğini kaybettiğini gösteriyor.
Şimdi ne olacak! Zor bir karar bu. Ya binlerce kadını ezip geçme pahasına güvenlik güçlerine, hareketleri bastırma emri verilecek, ki bu da sonrasında kitleler halinde binlerce erkekle çatışmak anlamına geliyor, ya da dini lider Hamaney ‘benim zamanım geçti’ deyip, ülkede demokratik bir süreci başlatacak. İran’da 1979’dan beri en kritik sahnedeyiz sanırım.