Rusya-Ukrayna sınırı ve diğer yakın bölgeler resmen yangın yeri. Her cephede savaş, çatışma ve büyük istikrarsızlık var. Türkiye -çeşitli zorlukları ve sorunları olsa bile- bu bahsettiğim coğrafi alanların tam ortasında bir istikrar adası olarak ayakta duruyor. Terör, enerji, gıda, iklim krizi, siber güvenlik ve göç gibi büyük krizlere karşı koymada Ankara vazgeçilmez bir ülke ve ortak. Başı sıkışan Türkiye’nin yardımını bekliyor.
CNN Türk’teki canlı yayınımızda Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in çok önemli şekilde altını çizdiği gibi Türkiye’nin içinde bulunmadığı bir ittifak yapılanmasının kalıcı ve başarılı olma şansı yok. Bunun olabilmesi için öncelikle Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili haklı ve meşru endişeleri giderilmeli.
Ancak müttefiklerin, özellikle de ABD’nin, bu konuların önemini yeterince kavrayamadığını görüyorum. Irak’ta PKK uzantılarının Türkiye’nin çıkarlarına yönelik tehditleri devam ederken Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden kritik gelişmeler yaşanıyor.
Daha iyi anlaşılması için kritik gelişmeleri özetlemek istiyorum:
1) Suriye’nin kuzeydoğusunda bölücü terör örgütünün liderliğindeki sözde ‘‘özerk yönetim’’, Suriye’nin içinde bulunduğu istikrarsızlık ortamından ve Gazze’deki olaylar sonrasında daha da güçlenen uluslararası düzlemdeki “Suriye yorgunluğundan” yararlanarak nüfuz alanını güçlendirmeye çalışmakta. Bu çabalar, ABD’nin Başkanlık seçimleri sonrasında gündeme gelebilecek olası bir geri çekilme öncesinde sahadaki “konumu pekiştirme” amacını, dolayısıyla “pazarlık gücünü” artırmayı hedefliyor.
2) Aralık ayında “Toplumsal Sözleşme’’ ilan eden örgüt yapılanması, “kurumsallaşma” doğrultusundaki adımlarını sürdürerek, 11 Haziran’da altı bölgede ‘‘yerel seçimlere’’ gideceğini açıkladı. Bu gelişmeler, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) diye ifade edilen yapının asıl amacının DEAŞ’la mücadele olmadığını, aksine bu amaçla sağlanan destekten ve yaratılan atmosferden kendi yapılanmasını güçlendirmek adına istifade etmekte olduğunu ortaya koyuyor.
3) Dışişleri Bakanı Hakan Fidan yaptığı yoğun temaslarda Suriye’nin kuzeydoğusunda PKK uzantıları tarafından atılmak istenen tüm adımların yöre halkına etkileri bakımından göstermelik adımlar olduğunu vurguluyor. Böyle giderse Suriye’nin toprak bütünlüğüne atıfta bulunulan 2254 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kararı’nın anlamı kalmayacak. Özellikle, “SDG”ye ve ‘‘Özerk Yönetim”e doğrudan destek veren üçüncü ülkelerin Suriye’nin geleceğinde bir terör örgütüne alan açmaktan sorumlu tutulacağını da unutmamak gerekir.
4) Sözde ‘‘özerk yönetim’’, Batılı ülkelerin gözünü boyamak için demokratik düzenlemeleri ilerletmekte oldukları mesajını vermeye çalışsa da, bu girişimlerin içi tamamen boş. Bunların ötesinde örgütün güdümündeki bu yapılanmanın üniter devlet yapılanmasının bulunduğu Suriye’de seçim düzenleme hakkı hukuki olarak da bulunmamakta.
Sahadaki duruma baktığımızda; Arap çoğunluk ve örgütün ideolojisini benimsemeyen Suriyeli Kürtler ve diğer gruplar türlü yöntemlerle bastırılmakta. Öte yandan, “özerk yönetim” bilinen nihai hedefleri doğrultusunda sadece yerel seçimlerle yetinmeyecek, bir sonraki aşamada genel seçim ve tanınma talebini de daha güçlü bir şekilde gündeme taşıyacak.
Bu gelişmeler, önümüzdeki dönemde Suriye’nin bütünlüğünü koruyarak bir arada tutulmasını çok daha güç hale getirecek.