Washington, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da ABD yanlısı iktidarların işbaşına gelmesi için her şeyi yapıyor. Tarih boyunca Latin Amerika ülkelerindeki sol ve sosyalist liderlerin çoğu ABD destekli darbelerle devrildi. ABD sosyalist hükümetlerin yıkılması için ekonomik ambargo ve kuşatma dâhil birçok yolu denediği için bu ülkeler ticaret yapamaz hâle geliyor.
Bunun sonucunda yoksulluk inanılmaz boyutlara ulaşıyor ve ülkelerde iç karışıklık baş gösteriyor. Venezuela’da yaşanan da bu. Ben, “Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun yaptıkları kayıtsız şartsız doğrudur” demiyorum. Ancak Maduro’yu indirip, “demokrasi götürmek” bahanesiyle ülkenin kanlı bir çatışma ortamına sürüklenmesini korkutucu buluyorum. Hoşunuza gitmeyen her lideri indirmeye kalkarsanız dünya cehenneme döner.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Venezuela muhalefet liderini ülkenin meşru devlet başkanı gördüğünü ilan ettiği tweet’inden sonra ciddi kaos yaşanıyor. İşin üzücü yanı Avrupa Birliği ülkelerinin büyük bölümü sorgusuz sualsiz ABD’nin yolunu takip edip Venezuela’nın içişlerine doğrudan müdahale etti. Ben hiç değilse İspanya, Portekiz, İtalya gibi ABD’nin benzer operasyonlarına maruz kalmış ülkelerin sesini yükseltmesini beklerdim.
Bakıyorum, Yunanistan’ın solcu Başbakanı Aleksis Çipras da suskun. Uluslararası birçok haksızlıkta olduğu gibi itiraz eden tek lider yine Recep Tayyip Erdoğan. Dünya meselelerinde genellikle ABD, Avrupa ve NATO ile birlikte hareket eden Türkiye, bu açık haksızlık karşısında Rusya ve Çin ile ortak çizgi izliyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Arjantin, Paraguay ve Venezuela’yı kapsayan Güney Amerika ziyaretini takip etmiştim. Burada özellikle Venezuela’da Erdoğan ve Türk heyetine büyük ilgi gösterildi. Bir süre sonra da Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, imzalanan anlaşmaların durumunu takip etmek için Venezuela’ya gitti.
Venezuela çok önemli bir petrol üreticisi, dünyanın en zengin 4. doğalgaz rezervi de orada. Maduro’nun ülkesi doğal kaynaklar açısından bu kadar stratejik değerde olmasaydı ABD bu kadar açık bir müdahalede bulunmayabilir, ülkeyi kendi kaderine terk ederdi.
Ancak Venezuela, uluslararası düzeni elinde tutanlar açısından ihmal edilemeyecek kadar büyük zenginliklere sahip. İşte, bu nedenle Washington yönetiminin asıl kaygısı demokrasi götürmek veya “serbest” seçimlerin yapılmasını sağlamak değil.
Öyle olsaydı Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez gibi demokrasinin dibe vurduğu ülkelerle el ele vermezlerdi. Washington’ın tek hedefi ABD ile çıkar çatışmasına girmeyen, Batı yanlısı, her söyleneni yapan iktidarların işbaşına gelmesidir.