Bizim yeni bir hikayeye ihtiyacımız var. Bu anlamdaki ciddi hamleyi Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefiyle gerçekleştirmiştik. Özellikle 2000’li yılların başında attığımız adımlar hem hayat standartlarımızı yükseltti hem de bizi hiç olmadığı kadar Avrupa kurumlarına yaklaştırdı. Bu olumlu rüzgarın etkisiyle Türkiye çok ciddi yatırım çekti. Türkiye’nin demokratikleşme ve özgürlükler alanındaki çabaları Avrupa’daki ortaklarımızda da büyük heyecan yarattı, uzun yıllar boyunca “model ülke” olarak gösterildik.
Fransa gibi Türkiye hakkında önyargıların güçlü olduğu bir ülkenin o dönemdeki Cumhurbaşkanı Jacques Chirac bile Türkiye’nin AB’ye katılabileceğine inandığı için müzakerelerin başlamasına yeşil ışık yakmıştı. Arap Baharı, Ortadoğu’da yükselen radikal akımlar, yıkılan rejimler, Avrupa’ya yönelik göç dalgası ve Batı başkentlerini vuran terör eylemleri, Türkiye konusunda oluşan heyecan dalgasının önüne geçti.
“İslamofobi” ve onunla ilişkilendirilen “Türkofobi” patladı. Türkiye karşıtları bu süreci kullandı. Türkiye’nin AB ile tam üyelik süreci yavaşladı. Bu durum Türkiye’nin reform iradesini ve heyecanını düşürdü. Üst üste gelen seçimler ve iç politika dinamiklerinin de etkisiyle Türkiye’de Batı karşıtlığı hortladı. Kamuoyunun önemli bölümü, basın ve Türkiye’nin önde gelen bazı kanaat önderleri de bu akıma kapıldı. Milli duyguların güçlü olması iyidir, ortak hedeflere ulaşmayı kolaylaştırır. Ancak dozu kaçarsa içimize kapanır, herkesi düşman olarak görmeye başlarız.
Türkiye’de öyle ağır bir Batı karşıtı hava oluştu ki, “Bütün sorunlarımızın arkasında onlar var, gelişmemizi istemiyorlar, bizi bölecekler, parçalayacaklar, aramızda ajanlar dolaşıyor, her şeyimizi kıskanıyorlar” gibi bir söylem hakim oldu. Kesintisiz Batı eleştirisi sağlam bir zemine dayanmadığı gibi ulusal çıkarlarımıza da zarar veriyor. Kabul ediyorum; Batı bize haksızlık etti, önyargıyla yaklaştı ama biz reform yaptığımızda, Batı ile bir yerde buluştuk.
Bu sayede Türkiye’nin çehresi değişti. Unutmayalım ki Türkiye, doğulu olduğu kadar batılı bir ülke. Osmanlı padişahları, bilimde, teknolojide, sanatta Batı’yla bütünleşme yönünde adımlar attı. Fatih Sultan Mehmet dahil birçok büyük padişah Avrupa dillerini akıcı şekilde konuşuyordu. Hem Batılı olmak hem de gelenekleri koruyarak gelişmek mümkün. Batı coğrafyasını bir Hıristiyan kulübü olarak görmeyelim.
Bu gözle bakınca Güney Kore ve Japonya da Batı’nın parçası durumunda. Yerel kültürlerine çok güzel sahip çıkarak birinci sınıf ülkeler kategorisine yükseldiler. Bunlar, demokratik değerleri benimseyen, hukukun üstünlüğüne inanan toplumlar. Ben Türkiye’yi de bu ligde görmek istiyorum. Çünkü, bilim, sanat, teknoloji, eğitim, yaşam kalitesi orada. En iyi uçağı, otomobili, bilgisayarı, yazılımı, silahı, tekneyi üretiyor, en güzel tasarımlara imza atıyorlar.
Ortadoğu dediğimiz yer; iç savaşların, hukuksuzluğun, zengin petrol yataklarına rağmen mutlak yoksulluğun yaşandığı, vatandaşını testereyle kestiren Muhammed bin Selman’ın coğrafyası. Kabul edelim, bu Ortadoğu’dan bize bir hikaye çıkmaz.