Dünyaca ünlü Fransız markası Chanel’in başı hırsızlarla büyük dertte. Markanın Londra Brompton Road’daki mağazası 24 Ocak gecesi soyulmuştu. Mağazaya ciple giren vicdansızlar 400 bin euro değerinde çantalar çalmışlardı.
Daha o güzelim çantalar, pardon(!) hırsızlar bulunmamışken aynı olay 28 Nisan’da Chanel’in Paris Avenue Montaigne’deki mağazasında meydana geldi.
Utanmazlar acımadılar ve bu defa da 360 bin euro’luk timsah derisi çantaları çaldılar.
Chanel sevdalıları henüz bu iki acıyı dahi sindirememişken ne olsa beğenirsiniz?! Markanın yine Paris Avenue Montaigne’de bulunan mücevher butiği geçtiğimiz perşembe 3 silahlı soyguncu tarafından soyuldu!
Hem de bu defa zarar 500 milyon euro’ya yakınmış! Ayol eskiden soygunlar böyle miydi?
Hırsız dediğin banka soyardı, kasa soyardı...
Dünyanın çivisi çıkmış! Baksanıza şimdiki hırsızlar bile modaya meraklı. Faiz lobisi, borsa lobisi derken bir de Chanel lobisi çıktı iyi mi!
Fransız polisi olayla ilgili ipucu arıyormuş. Ben hemen kesin bir bilgi vereyim: Bu kadar Chanel çalan hırsızlar kesinlikle kadındır!
İTALYAN İŞİ KÜLHANBEYİ
İtalyan moda evi Gucci’nin yeni sezonunda arkasına basılarak giyilen 550 euro’luk ayakkabılar var. Pardon da aynısının yumurta topuk olanını Samsun Çarşambalı emmiler 1950’lerden beri giyiyor.
Hem de Samsunlular’ın adetine göre bu pabuçlar zaten beyaz çorap ve dar paça pantolonla arkası ezilerek giyiliyor. Yani Gucci’nin yeni keşfettiği trend 1965-1980 arası külhanbeylerin tepe tepe giydiği ve eskittiği bir akım.
Ha ama nedir; bu seneye kadar ayakkabısının arkasına basanlara, hadi onu da geçtim, beyaz çorap giyenlere davar, camış, kıro gibi lakaplar takanlar var ya...
Şimdi onlar aynı şeyi ‘Gucci’ diye yaparsa... İşte o zaman ‘şenlik’ var.
Avrupa sosyetesinden sefalete
1930-1940’larda Avrupa’nın en ünlü terzilerinden birisi Türk’tü: Rebia Tevfik Başokçu. Önce Berlin’de Saadi adında bir moda evi açıyor, ödüller almaya başlıyor ve başarılı oluyor.
Nazi Almanyası yabancılara yüksek vergiler çıkarınca Rebia Tevfik Berlin’i terkedip Paris’e kaçıyor. Champs Elysees’de yeni yerini açıp burada da meşhur oluyor.
Soylu müşterileri sayesinde popülaritesi iyice artıyor. Dostu ressam Fikret Mualla’yı Parisli zengin müşterilerine tavsiye edip para kazanmasını sağlıyor, piyanist İdil Biret’in 1949’da Fransa’da konservatuara girmesine ön ayak oluyor.
İkinci Dünya Savaşı çıkıp Almanlar Paris’i işgal edince Rebia Hanım’ı bulup vergi borcu yüzünden tutukluyorlar. Alman askerlerine rüşvet verip kaçıyor.
Önce Amerika’ya gidiyor oradan da doğduğu topraklara, İstanbul’a dönüyor. 10 yıl Almanya, 17 yıl Fransa, 7 yıl Amerika’da yaşıyor.
50’sinde Sorbonne’u bitirip, 60’ında İngilizce öğreniyor.
Amerika’da yaşarken konferanslar bile veriyor. Ama hayat bu ya; yaşamının son yılları İstanbul’da yoksulluk içinde geçiyor.
Evlilikte de iş hayatındaki gibi yüzü gülmeyen ve hiç çocuğu olmayan Rebia Tevfik Hanım’ın 1963’te cenazesini bile komşuları kaldırıyor.
O söz hiç söylenmedi!
Eski Fransa kraliçesi Marie Antoinette aslında hiçbir zaman sefaletteki Fransız halkı için “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” demedi.
Bu cümle ünlü yazar Jean-Jacques Rousseau’nun İtiraflar (Les Confessions) kitabında ‘bir prenses lafı’ olarak anonim biçimde geçiyor.
Ama bazı Fransızlar kitapta bahsedilen Prenses’in lükse ve sefaya düşkünlüğüyle bilinen Kraliçe Marie Antoinette olduğunu iddia ettiği için bu dedikodu dünyaya yayılmış. Oysa Rousseau’nun hayal ürünü romanı dışında hiçbir kaynakta böyle bir ima yok.
Louis Vuitton kirli sepeti
1901 yılında Gaston Louis Vuitton bir eksiklik farketmiş: İnsanlar kirli kıyafetlerini seyahat süresince temizlerin yanında saklamak zorunda kalıyor.
Bunun üzerine fotoğraftaki bez ‘steamer bag’i tasarlamış.
Bu çantalar katlanıp Louis Vuitton valizlerin özel bölmesine konuyor ve gerekince açılıp tepesindeki sapından bir yere asılarak eve dönene kadar kirli sepeti olarak kullanılıyor.
Adam 115 yıl önce böyle bir çanta çıkarmışken siz hala seyahatte kirlilerinizi Bim, Migros poşetlerine koyuyorsanız çok ayıp ediyorsunuz. Benden söylemesi...