Fenerbahçe iyi mücadele etti, savunmada mümkün olduğunca sağlam kaldı. Normalde Trabzonspor gibi iyi oyuncuları olan takımlara karşı, 1-0 önde götürdüğünüz bir maçın son bölümünde ciddi baskı yemeniz normaldir. Ama hem bol pasla hem de sıkı direnişle boğulmadan maçı bitirdiler. Arada pozisyon verdiler tabii ama o kadar olur, Trabzon da hiç mi oynamasın yani?
Müthiş bir ilk 15 dakika izledik, acayip hızlı başladı maç. Sonra duruldu, normalleşti, yer yer sıkıcılaştı. O dakikalarda iki ofsayt kararı da (Alex ve Alanzinho için verilen) yanlıştı. Hele Alanzinho’ya verilen hakikaten skandaldı. Sonrasında ufak tefek hatalar dışında hakemler maçı iyi götürdü.
Özer Hurmacı’yı herkes dikkatle izliyor, düzenli forma giymesini istiyor. Bir dönem Tuncay’a gösterilen muhabbete benzer bir durum. Ama Özer’in de şunu bilmesi lazım: Kimse ondan ayağına her top gelişinde bir gol ya da asisit üretmesini, maçın gidişatını çevirmesini beklemiyor. Beklenenler basit: 1) Topu kaybetmeden, mümkün olduğunca çabuk şekilde verimli alana taşıması 2) Top rakipteyken adamını ciddi ve samimi biçimde kovalayıp takım savunmasına yardımcı olması.
Andre Santos sol bek için fazla mı “geniş” bir oyuncu? Attığı paslarla, denediği çalımlarla her an en kritik mevkide topu kaybedecekmiş gibi görünüyor. Önünde hücumcu özellikleri ağır basan Özer de olunca kafada büyük bir soru işaretiyle izliyor insan. “Keitagiller”e gün mü doğdu acaba? Ama şunu da söylemek lazım, rakip savunmalar için de aynı oranda da tehditkar bir ikili olacaklar zamanla.
Şenol Güneş’in sağ kanat hücumcusu olarak Serkan Balcı’yı kullanması, ön tarafta pres ve hızlı atak yapma gibi konularda belki işe yarayabilir. Ama o mevkinin belirleyici özelliği olan yaratıcılık ve becerinin öne çıkması gereken anlarda büyük eksiklik yaşanır.
Emre Belözoğlu çok etkisizdi, Trabzonspor orta sahasını ne savunmada rahatsız etti ne de hücumda tedirgin etti. Sadece arkadaşlarına fırça çekerken varlığını hatırladık. Maçtaki görevi bundan ibaretti herhalde. Daum onu çıkararak iyi yaptı. Özer-Vederson da doğru bir hamleydi.
Trabzon tribünlerinin söylediği şarkılar pek bir demode (“İçimdeki Fener aşkı bambaşka” falan…) 10 gün sonra 2010 yılına giriyoruz, artık hükmü kalmayan tezahüratları unutmak şart. İnsan düşünmeden edemiyor: Acaba takımların tribün performanslarıyla saha içi performansları arasında ilişki var mı? Trabzonspor’un şampiyonluk özleminin sebebi bu mu?
“Carlos giderken neden bir bilet de Guiza’ya almadı?” diye düşünürken, adam acayip bir gol attı. Sırtında bir savunmacıyla topu kontrol et, dürt, sonra tam köşeye sertçe yolla falan… Kolay değil bu işler. Sorun Guiza’nın potansiyelinde değil zaten, kinetiğinde!
Golde de Alex bir kule gibi yükseldi. Maaşallah, Les Ferdinand mübarek (Ben de Ferdinand örneğini vererek, Trabzon tribünlerinden pek farkın olmadığını gösterdim)!
Maçın tartışılan pozisyonlarından Umut-Volkan çarpışması tabii ki penaltı değil. Ama soruyorum: Volkan; yanında iki savunmacıyla gelen, üstelik auta çıkma ihtimali yüksek bir topu kovalayan Umut’un üstüne tırmanmak için neden fırlayıp 10 metre ileri koşar? Cevap: Hem kale boşalsın hem de penaltı olsun, böylece gol yeme ihtimali artsın; ertesi gün herkes ondan bahsetsin diye! Küçükken bu adama ailesi ilgi göstermedi mi, nedir bu açlık?
Maçtan önce Şenol Güneş’in karısı Semra Güneş ekrana geldi, Lig TV spikeri Melih Şendil de “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” dedi. Bu klişe geyiği duymayalı çok olmuştu, özlemimizi dindirdiği için Şendil’e teşekkürü bir borç biliyorum.
21 Aralık 2009, Pazartesi 09:48
Haberin Devamı